İstanbul sırrını içinde saklar…
İstanbul sokaklarında yürüyorum, geçmişin izlerini geleceğe
taşıyan birikimleri sokakların kuytu noktalarına saklanmış duvarların üzerinde.
Kaldırmalar sürekli yukarıya doğru yükselirken, çeşmeler kaldırımların gücü
karşısında ihtişamını ve işlevini kaybetmiş şekilde sokakların bilinmeyen
karanlık noktasına doğru unutulmaya yüz tutmuş. Musluklarından su akmayalı
olmuş belki yüz yıl kadar, belki daha az, ama kaldırımın altında kalmış
musluklar ki hırsızlardan kalan varsa eğer sessizce geçmişin seslerini üzerinde
taşımaktadır.
Acılar, sevinç çığlıklarına karışmış, kim anımsar gözlerde
ki gülümsemeyi, kalp çırpıntılarını. Bir zamanlar bu sokaklarda insanlar
yaşamış mıydı hayalleri kuytularında saklanan…
İstanbul’un sokakları kendi gizemini korurken sanki korkuyu
da bugüne taşır gibidirler.
Sokaklar korkunun, öfkenin, linçin sesi yanında yangının
alevlerinden geri kalan sisleri de taşımaktadır. Devlet olmuş bir leş, kokusu
sarmış sokakları, rüşvetsiz selam alınmaz ve verilmez olmuş, dirheme muhtaç
insanların gözünde akmış umutsuzluk. Umudun yok sayıldığı büyük yangınlarda
kaybedilen geçmişin arasından ağlayan insanların kalmış sessizce duvarla sinen
sislerin arasında. Çığlıklar, öfkeler bırakılamayan acılar…
İstanbul içinde aklar binlerce yıllık sesleri…
Binlerce yıl öncesi acının çığlığı saray duvarından kulağıma
geldi, taşlar saklamış çığlığı.
Taşlar ile örülmüş şehir, büyük depremde taş altına
kalanları görenler taş yerine ahşaptan ev yapmışlar bu seferde yangın almış
götürmüş şehrin tüm birikimlerini. Deprem ve yangın saklamış binlerce yıllık
acıları, öfkeleri, sevinçleri, yağmaları, dillerini bilmediği yabancı bir erin
yağmasına bakan gözler.
Liderinin gözünde kendi cenaze törenini görenlerin ülkesi,
ne büyük acıdır.
Büyük acılar toplu yaşananlardır…
Kutsal şehri ve altın elma olduğuna inanılan yerleri
fethetmeye gelenler batıdan şehri kuşatmışlar ve top ateş altında Rum ateşinin
kıvılcımları ile direnmişler. Direnenler yenilmişler, çünkü açlık bütün
kapıların açılmasına sebep olmuş. Açlıktan ölmek mi daha öncelikli yoksa
düşmanın insafına kalmış ölüm mü? Açlık ile boğuşanlar düşmanın insafına ve
vicdanına bırakmış geleceklerini…
Biat etmişler, itaat etmişler, yeri gelmiş kazan
kaldırmışlar…
Ölüm fermanlarının havada uçtuğu, Çingene cellatların can
aldığı sarayların duvarları geçmişin seslerini saklar…
Devlet-i Aliye içinde dönen fesatlıklar, rüşvetler,
adam kayırmacalar kurulurken düşünülmeyen şeyler hep yaşanmış, hep
yaşanmaya da devam etmiş, öncesinden alınan töreler, yaşanan törenleri
biçimlendirmiş, geleceğe bırakmış iyi gibi gözüken ama gittikçe gerileşen, iki
dudak arasına sıkışmış fermanlar ve can almalar…
Her şeyin başı devlet demişler, devlet için kul olunmuş,
devletin sahibi bir dudak demişler. Bir dudak arasına bırakılmış insanların
gelecekleri, hayalleri.
Devlet adına yağmalanmış, kutsal törenler düzenlenmiş,
kutsanmış ölümler. Ölüm kutsal sayılınca kimse sormamış kim için, ne için,
neden ve nerede öldüğünü… Kader demiş, devlet için, dini için öldü denmiş,
ölenin hiç katil olduğu düşünülmemiş. Kaderinde yazan alnına vurmuş demişler,
alnında açılan yarayı kimse görmemiş…
İstanbul sokakları her dili kucaklamış, her kültürden insanı
bir birine el etmemiş, el açmasına sebep olmuş. Kaçanlara liman, girenlere ise
zindan kapısı olmuş…
Biat etmiş gibi yapan kendi çıkarı için arkadaşını satmaktan
geri kalmayanlar devletin en üst noktasına kadar çıkmış, inmiş bir mezarlığın
çukuruna… İtaat edenler güçlü olan olmuş komutan, adını sanını, köyünü
değiştirmiş, yaratmış bir geçmiş devletin kasasında olmuş bir delik… Devlet-i
Aliye ne yapsın açılan deliği kapatmak için sefer olmuş, sefer olduğunda ise
gariban köylünün çocuğunu almış götürmüş bilinmeyen topraklara ve çöllere.
Susuzluktan mı ölmüş, bitler pireler mi yemiş kimse sormamış…
İstanbul’un sokakları öksüz çocukların yalvaran sesini de
saklamış…
Sokaklar geçmişin sesini saklamış büyük bir kayıt defteri
gibi, bugünde sesleri üzerine kayıt etmeden yeni kayıtlar olarak saklamaya devam
etmekte…
İstanbul’un sesini dinleyin, gözünüzü kapatın geçtiğiniz
sokağı düşünün, ne zaman yapıldı, nasıl bir süreçten geçti, yıkılan ve yok
edildiği düşünülen duvarları düşünün, bakarsınız bir binanın bir yerinde orada
yıkılan binanın taşı olarak durmakta… o duran taşta geçmiş, gelecek ve bugün
saklı olduğunu duyacaksınız… Eğer sesleri dinlemek isterseniz size ulaşacaktır
geçmişin sesi ve bugün kayıt sesleri…
İstanbul sırrını içinde saklar, sokakları gün be gün
büyürken kayıt için yeni duvarlar örmeye devam eder…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.