Galata Gazete


27 Ocak 2024 Cumartesi

Ayak bacak fabrikası

Ayak bacak fabrikası

 

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Sermet Çağan’ın yazdığı Ayak Bacak Fabrikası Murat Karasu yönetiminde sahneye konmuş. Ülkemizde daha önce birçok defa sahnelenen oyunun Murat Karasu yorumunu Şehir Tiyatrosunun  İstanbul'daki turnesinde izleme şansına sahip oldum.

 

Oyunun konusunu birçok tiyatro seyircisi bilmektedir ama yine de ben kısaca anımsatma yapmakta yarar görüyorum, çünkü o kadar çok gündemin değiştiği ülkemizde sahnelerde oynanan oyunları da kısa sürede unutuyoruz.

 

Ayak bacak fabrikası, bilinmeyen bir ülkede, bilinmeyen bir halkın başından geçen çok iyi kurgulanmış politik kara mizahi eserdir. Günümüzde yeniden sahneye konmuş olması konusunun ne kadar zamandan bağımsız, evrensel olduğu gerçeğini de gözler önüne sermektedir.

 

Kapalı bir toplumda o toplumu yöneten siyaset üstü bir kesim olan derebeyleri çıkarına uygun politika geliştirir ve halka rağmen siyasetçilere uygulatır. Din ve iktidar koltuğunda kim oturursa otursun derebeylerin hizmetindedir, onların ricası hep hayat bulmaktadır.

 

Yılların birinde bolluk olmuş derebeylerin yönettiği ülkede, o bolluk zamanında başka bir sorun gündemlerine gelir, çünkü geçen senelerden kalan da depolarında bekleyen karabuğday vardır. Derebeyleri bolluk yılında, fazladan üretilen buğdayın,   halk tarafından tüketileceği, depoda bekleyen karabuğdayın ise çürümesi anlamına geldiğinin farkındalar.  Daha önceden üretilmiş karabuğdayın depolarda çürüyüp verimsiz olacağı gerçeği karşısında bir tercihte bulunurlar, halka buğdayı değil, depoda çürümeye yüz tutan karabuğdayı yedireceklerdir. Karabuğdayın fazla tüketimi insan sağlığına zararlıdır, güçten düşecek tüketen ve bir süre sonra kötürüm olacaktır. İnsan sağlığına zararlı olduğu biline biline verimlilik yasasına uygun olarak depoda olan satılacak ya da takas aracı olarak kullanılacaktır. Nasıl olsa derebeylerin elindedir din, iktidarda oturan kukla…

                                                                                      

Oyun iki sahneden oluşmaktadır, ilk bölümde derebeylerin halkın üzerine yükledikleri sorumluluk, yasaklar, kutsal kabul edilen balıkların yemlenmesi gibi iç içe geçen olaylardan sonra ikinci bölümde çözülme vardır, çözülme bir darbe gerçekleştir. Darbeyi yapan çöpten beslenen ve karabuğday yemediği için sağlam kalandır. Karabuğday yiyenler kötürüm olmuştur ve yürümeyemezler… Halk yerde sürüklenirken bir dış yardım gelir.

 

Ülkemizin yıllar önce almış olduğu Marshall yardımı gibidir.

 

Bir ülkeye eğer hibe bir şeyler sunuluyorsa, aslında orada bağımlılık ilişkisi geliştirilir. Hibe eden ülke hibe ettiği ülkenin üretim yapma hakkını da bir anlamda elinden alınır, çünkü hibe yani bedava verilen ürün neden üretilsin ki?  Yapılan yardımlar halkın sorunun çözemeyecektir, çözer gibi yapıp bir anlamda borçlandırmak da ve bağımlılık ilişkisi kurmaktadır. Halk yardımın altında ezilirken derebeyleri de yeni yollar aramaktadır. Darbe yapan da kısa sürede derebeylerin kuklası olacaktır, onların isteklerini yerine getirecektir, darbenin koşulları kısa sürede yok olur…

 

Bir anlamda bir bardakta fırtına çok kısa sürede durulur.

 

Epik tiyatronun bütün teknikleri oyunun kurgusunda vardır, seyirci sahnede oyunu izlerken aynı zamanda hepsinin rol yaptığını ve gerek olduğunda seyirci ile iletişime geçildiğini hisseder. Ayak bacak fabrikası tamamı ile imgelerden oluşmaktadır. O imgeler zamanında ve yerinde kullanılmaktadır. Her yazı karakteri, her resim, her işaret, danstaki figürler bu imgelerin seyirciye ulaştıran araçlardır. Her oyuncu oyun teksinde yazan sözü alıp notalar eşliğinde seyirciye öyle bir taşır ki nerede güleceğimizi, nerede tepki vereceğimizi de belirler. Zaman zaman salonda kahkaha sesleri yükselirken yaşadığımızı kendi gerçekliğimiz ile karşılaşırız. Sahne bize bir ayna tutar ve içinde kendimizi görürüz…

 

Seyrettiğim oyunun dekorundan, kostümüne, kostümden makyajına kadar her ayrıntı çok titiz şekilde düşünülmüş, her birinin kıyafeti, oyuncuların her bölümde özellikle derebeylerin kıyafetlerinin değişimi sahnenin arkasında seyircinin gözü önünde olmaktadır. Onların her kıyafeti, ses tonu, davranışı bize ne anlatmak istediklerini zaten biçimsel olarak vermektedir, söz imgeden sonra gelir ve gelen her söz o imgeyi daha da büyütür ve bize normal bir şeye bakar gibi bakarken aynı zamanda beynimizin içinde kahkaha attığımızı hissederiz, çünkü o abartılı anlar bizim yaşadığımız gerçekliktir. Yere düşmüş biri etrafında kahkaha sesi duymaktadır ama kendisi acı duyduğu için kahkaha atmak istemesine rağmen atamaz, sadece kendisine yabancılaşarak kendisini dışarıdan üzülerek seyretmektedir.  

 

Karanlık zamanlarda karanlığı anlatan oyunlarda oynanacaktır ve o seyirci koltuğundan izliyordum…

 

“Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya”

Gülten Akın

 

Oyun bize ince ince mesajlar veriyordu, her yazılan eser okunduğu ya da sahnelendiği zamanı içine alır ve yeniden yaratılır. Yazıldığı yıl olan 1960’lı yıllarda değiliz ama bugün de “bizim iyiliğimizi” düşünenler hep var olmaya devam ediyor, birilerinin çıkarları ise bizi kötürüm yaparken, beynimizi kullanmayı bırakıp sadece tüketir konuma geldik. Düşünmeden tüketiyoruz, çocuğumuzun geleceği için kölelerden daha ağır koşullarda gönüllü çalışıyoruz. Çöpten geçinenler belki sistem dışına düştükleri için bir gün darbe yapacaklardır, o çöpten beslenenler toplum dışına iteklenmiş aydınlarımız olmasın? Her darbe yapan bir süre sonra ülkeyi yöneten derebeylerin elinde kurmalı oyuncak olacaktır…

 

Sahnenin ortasında hareket eden bir platform vardır, o platform sahne içinde sahne olma işlevini de yerine getirmekte, gerek olduğunda kürsü, gerek olduğunda bir göl, gerek olduğunda bir yukarıdan bakan ayrıcalıklı sistemin efendilerin platformu. Sahnenin her iki tarafına paralel olarak yerleştirilmiş sabit platformlar ise oyunculara hareket alanı kazandırmaktadır… Sahnenin seyirciye göre sol tarafında öküz ahırı, sağ tarafında ise balıklara yem satan uyanık köylü tüccar…

 

Oyuncular şarkı söylerken seslerini öyle bir kullanıyorlar ki, bize ses ile de bir şeyler anlatmakta… Işık her ne kadar kendi sahnelerinde olmasa dahi, var olan ışıkları çok iyi kullandıklarını gördüm. Her oyuncu üstüne düşen görevi yaparken sahne arkadaşına da alan açmaktadır. Karmaşa varmış gibi gözükmesine rağmen çok ince hesaplar yapılmış ve oyunda sahneler arasında geçiş sanki doğallık duygusu vermektedir…  Sözler usta bir dramaturgun emeğini yansıtıyor, akış sözler ile hareketler arasında bir koreografın ince inceden vücutlara dokunduğunu ve vücudun bir sese dönüştüğünü sahnede görüyoruz. Müzik bu oyunun olmazsa olmazıdır ve konuyu çok iyi yakaladığını ve yönetmenin istediği akıcılığı, seyirci ile buluşmasını, sözün, hareketin, dansın seyirciye ulaştırmaktadır. Özellikle jazz müziğinin notaları bize herhangi bir devletin hissini vermekte, coğrafyanın belirsiz ama bizim hikayemizin başka yerde geçtiği hissini de aktarmaktadır…

 

Sahneye yukarıdan aşağıya doğru süzülen Ayak Bacak Fabrikası yazısı Almanya Nazi dönemi toplama kamplarının kapısında yazılan yazıyı çağrıştırmakta, “çalışma özgürleştir” yerine “bacaklar sizi özgürleştirir” denmektedir…

 

Sanatın özünde özgür ve eleştirel düşünme yatar, kuşku ve başkaldırı yatar, bundan dolayı tüm otoritelere karşıdır.  İyi ki böyle bir oyun yazılmış, iyi ki böyle bir oyunu şehir tiyatrosu sahneye koymuş, iyi ki Murat Karasu yönetmiş, onun seçtiği oyuncular her biri üstlerine düşen tüm görevleri en iyi şekilde hiçbir aksama yapmadan yerine getirdi. Oyun ekibi hak ettikleri alkışı oyunun bittiği andan itibaren almaları bir şölenin mutlu sonudur… Keyifli, keyifli olduğu kadar öğretici, öğretici olduğu kadar da bir tiyatro şöleni, epik tiyatronun en güzel örneğini seyretmek için oyuna gidin derim, en azından Brecht Tiyatrosunun ülkemiz koşulları içinde, bize özgü ama geleneksel tiyatro ile iç içe geçmiş halini de göreceksiniz… Alkışı hep bol olacak oyun sanırım uzun seneler sahnede yerini koruyacak gibi…

 

İsmail Cem Özkan

 

Ayak Bacak Fabrikası

Yazan: Sermet Çağan

Yöneten: Murat Karasu

Dekor Tasarım: Ethem Özbora

Kostüm Tasarım: Tülay Kale

Işık Tasarım: Mustafa Kala

Müzik: Orhan Enes Kuzu

Koreograf: Filiz Sızanlı

Dramaturg: Sibel Arıcan

Oynayanlar

Ali Eyidoğan

Hakkı Kuş

Ecren Can Serim

Korel Cezayirli

Zafer Ergül

Başak Boran Oksal

Mustafa Kılıkçı

Özlem Boyacı

Serhat Onbul

Nigar Berktin

Ceyda Çınar Onbul

Onur Birgi

Ahmet Barut

Kutan Gökkaya

Sinan Aktezcan

Emel Alnady

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.