Ayak bacak fabrikası
Eskişehir
Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Sermet Çağan’ın yazdığı Ayak Bacak
Fabrikası Murat Karasu yönetiminde sahneye konmuş. Ülkemizde daha önce birçok
defa sahnelenen oyunun Murat Karasu yorumunu Şehir Tiyatrosunun İstanbul'daki
turnesinde izleme şansına sahip oldum.
Oyunun konusunu
birçok tiyatro seyircisi bilmektedir ama yine de ben kısaca anımsatma yapmakta
yarar görüyorum, çünkü o kadar çok gündemin değiştiği ülkemizde sahnelerde
oynanan oyunları da kısa sürede unutuyoruz.
Ayak bacak
fabrikası, bilinmeyen bir ülkede, bilinmeyen bir halkın başından geçen çok iyi
kurgulanmış politik kara mizahi eserdir. Günümüzde yeniden sahneye konmuş
olması konusunun ne kadar zamandan bağımsız, evrensel olduğu gerçeğini de gözler
önüne sermektedir.
Kapalı bir toplumda
o toplumu yöneten siyaset üstü bir kesim olan derebeyleri çıkarına uygun
politika geliştirir ve halka rağmen siyasetçilere uygulatır. Din ve iktidar
koltuğunda kim oturursa otursun derebeylerin hizmetindedir, onların ricası hep
hayat bulmaktadır.
Yılların birinde
bolluk olmuş derebeylerin yönettiği ülkede, o bolluk zamanında başka bir sorun
gündemlerine gelir, çünkü geçen senelerden kalan da depolarında bekleyen
karabuğday vardır. Derebeyleri bolluk yılında, fazladan üretilen buğdayın,
halk tarafından tüketileceği, depoda bekleyen karabuğdayın ise
çürümesi anlamına geldiğinin farkındalar. Daha önceden üretilmiş
karabuğdayın depolarda çürüyüp verimsiz olacağı gerçeği karşısında bir tercihte
bulunurlar, halka buğdayı değil, depoda çürümeye yüz tutan karabuğdayı
yedireceklerdir. Karabuğdayın fazla tüketimi insan sağlığına zararlıdır, güçten
düşecek tüketen ve bir süre sonra kötürüm olacaktır. İnsan sağlığına zararlı
olduğu biline biline verimlilik yasasına uygun olarak depoda olan satılacak ya
da takas aracı olarak kullanılacaktır. Nasıl olsa derebeylerin elindedir din,
iktidarda oturan kukla…
Oyun iki sahneden
oluşmaktadır, ilk bölümde derebeylerin halkın üzerine yükledikleri sorumluluk,
yasaklar, kutsal kabul edilen balıkların yemlenmesi gibi iç içe geçen
olaylardan sonra ikinci bölümde çözülme vardır, çözülme bir darbe gerçekleştir.
Darbeyi yapan çöpten beslenen ve karabuğday yemediği için sağlam kalandır.
Karabuğday yiyenler kötürüm olmuştur ve yürümeyemezler… Halk yerde
sürüklenirken bir dış yardım gelir.
Ülkemizin yıllar
önce almış olduğu Marshall yardımı gibidir.
Bir ülkeye eğer
hibe bir şeyler sunuluyorsa, aslında orada bağımlılık ilişkisi geliştirilir.
Hibe eden ülke hibe ettiği ülkenin üretim yapma hakkını da bir anlamda elinden
alınır, çünkü hibe yani bedava verilen ürün neden üretilsin ki? Yapılan
yardımlar halkın sorunun çözemeyecektir, çözer gibi yapıp bir anlamda
borçlandırmak da ve bağımlılık ilişkisi kurmaktadır. Halk yardımın altında
ezilirken derebeyleri de yeni yollar aramaktadır. Darbe yapan da kısa sürede
derebeylerin kuklası olacaktır, onların isteklerini yerine getirecektir,
darbenin koşulları kısa sürede yok olur…
Bir anlamda bir
bardakta fırtına çok kısa sürede durulur.
Epik tiyatronun
bütün teknikleri oyunun kurgusunda vardır, seyirci sahnede oyunu izlerken aynı
zamanda hepsinin rol yaptığını ve gerek olduğunda seyirci ile iletişime
geçildiğini hisseder. Ayak bacak fabrikası tamamı ile imgelerden oluşmaktadır.
O imgeler zamanında ve yerinde kullanılmaktadır. Her yazı karakteri, her resim,
her işaret, danstaki figürler bu imgelerin seyirciye ulaştıran araçlardır. Her
oyuncu oyun teksinde yazan sözü alıp notalar eşliğinde seyirciye öyle bir taşır
ki nerede güleceğimizi, nerede tepki vereceğimizi de belirler. Zaman zaman
salonda kahkaha sesleri yükselirken yaşadığımızı kendi gerçekliğimiz ile
karşılaşırız. Sahne bize bir ayna tutar ve içinde kendimizi görürüz…
Seyrettiğim oyunun
dekorundan, kostümüne, kostümden makyajına kadar her ayrıntı çok titiz şekilde
düşünülmüş, her birinin kıyafeti, oyuncuların her bölümde özellikle
derebeylerin kıyafetlerinin değişimi sahnenin arkasında seyircinin gözü önünde
olmaktadır. Onların her kıyafeti, ses tonu, davranışı bize ne anlatmak
istediklerini zaten biçimsel olarak vermektedir, söz imgeden sonra gelir ve
gelen her söz o imgeyi daha da büyütür ve bize normal bir şeye bakar gibi
bakarken aynı zamanda beynimizin içinde kahkaha attığımızı hissederiz, çünkü o
abartılı anlar bizim yaşadığımız gerçekliktir. Yere düşmüş biri etrafında
kahkaha sesi duymaktadır ama kendisi acı duyduğu için kahkaha atmak istemesine
rağmen atamaz, sadece kendisine yabancılaşarak kendisini dışarıdan üzülerek
seyretmektedir.
Karanlık zamanlarda
karanlığı anlatan oyunlarda oynanacaktır ve o seyirci koltuğundan izliyordum…
“Ah, kimselerin
vakti yok
Durup ince şeyleri
anlamaya”
Gülten Akın
Oyun bize ince ince
mesajlar veriyordu, her yazılan eser okunduğu ya da sahnelendiği zamanı içine
alır ve yeniden yaratılır. Yazıldığı yıl olan 1960’lı yıllarda değiliz ama
bugün de “bizim iyiliğimizi” düşünenler hep var olmaya devam ediyor,
birilerinin çıkarları ise bizi kötürüm yaparken, beynimizi kullanmayı bırakıp
sadece tüketir konuma geldik. Düşünmeden tüketiyoruz, çocuğumuzun geleceği için
kölelerden daha ağır koşullarda gönüllü çalışıyoruz. Çöpten geçinenler belki
sistem dışına düştükleri için bir gün darbe yapacaklardır, o çöpten beslenenler
toplum dışına iteklenmiş aydınlarımız olmasın? Her darbe yapan bir süre sonra
ülkeyi yöneten derebeylerin elinde kurmalı oyuncak olacaktır…
Sahnenin ortasında
hareket eden bir platform vardır, o platform sahne içinde sahne olma işlevini
de yerine getirmekte, gerek olduğunda kürsü, gerek olduğunda bir göl, gerek
olduğunda bir yukarıdan bakan ayrıcalıklı sistemin efendilerin platformu.
Sahnenin her iki tarafına paralel olarak yerleştirilmiş sabit platformlar ise
oyunculara hareket alanı kazandırmaktadır… Sahnenin seyirciye göre sol
tarafında öküz ahırı, sağ tarafında ise balıklara yem satan uyanık köylü
tüccar…
Oyuncular şarkı
söylerken seslerini öyle bir kullanıyorlar ki, bize ses ile de bir şeyler
anlatmakta… Işık her ne kadar kendi sahnelerinde olmasa dahi, var olan ışıkları
çok iyi kullandıklarını gördüm. Her oyuncu üstüne düşen görevi yaparken sahne
arkadaşına da alan açmaktadır. Karmaşa varmış gibi gözükmesine rağmen çok ince
hesaplar yapılmış ve oyunda sahneler arasında geçiş sanki doğallık duygusu
vermektedir… Sözler usta bir dramaturgun emeğini yansıtıyor, akış sözler
ile hareketler arasında bir koreografın ince inceden vücutlara dokunduğunu ve
vücudun bir sese dönüştüğünü sahnede görüyoruz. Müzik bu oyunun olmazsa
olmazıdır ve konuyu çok iyi yakaladığını ve yönetmenin istediği akıcılığı,
seyirci ile buluşmasını, sözün, hareketin, dansın seyirciye ulaştırmaktadır.
Özellikle jazz müziğinin notaları bize herhangi bir devletin hissini vermekte,
coğrafyanın belirsiz ama bizim hikayemizin başka yerde geçtiği hissini de
aktarmaktadır…
Sahneye yukarıdan
aşağıya doğru süzülen Ayak Bacak Fabrikası yazısı Almanya Nazi dönemi toplama
kamplarının kapısında yazılan yazıyı çağrıştırmakta, “çalışma özgürleştir” yerine
“bacaklar sizi özgürleştirir” denmektedir…
Sanatın özünde
özgür ve eleştirel düşünme yatar, kuşku ve başkaldırı yatar, bundan dolayı tüm
otoritelere karşıdır. İyi ki böyle bir oyun yazılmış, iyi ki böyle bir
oyunu şehir tiyatrosu sahneye koymuş, iyi ki Murat Karasu yönetmiş, onun
seçtiği oyuncular her biri üstlerine düşen tüm görevleri en iyi şekilde hiçbir
aksama yapmadan yerine getirdi. Oyun ekibi hak ettikleri alkışı oyunun bittiği
andan itibaren almaları bir şölenin mutlu sonudur… Keyifli, keyifli olduğu
kadar öğretici, öğretici olduğu kadar da bir tiyatro şöleni, epik tiyatronun en
güzel örneğini seyretmek için oyuna gidin derim, en azından Brecht Tiyatrosunun
ülkemiz koşulları içinde, bize özgü ama geleneksel tiyatro ile iç içe geçmiş
halini de göreceksiniz… Alkışı hep bol olacak oyun sanırım uzun seneler sahnede
yerini koruyacak gibi…
İsmail Cem Özkan
Ayak Bacak
Fabrikası
Yazan: Sermet
Çağan
Yöneten: Murat
Karasu
Dekor
Tasarım: Ethem Özbora
Kostüm
Tasarım: Tülay Kale
Işık
Tasarım: Mustafa Kala
Müzik: Orhan
Enes Kuzu
Koreograf: Filiz
Sızanlı
Dramaturg: Sibel
Arıcan
Oynayanlar
Ali Eyidoğan
Hakkı Kuş
Ecren Can Serim
Korel Cezayirli
Zafer Ergül
Başak Boran Oksal
Mustafa Kılıkçı
Özlem Boyacı
Serhat Onbul
Nigar Berktin
Ceyda Çınar Onbul
Onur Birgi
Ahmet Barut
Kutan Gökkaya
Sinan Aktezcan
Emel Alnady
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.