Karanlık işler hep yer altında mı olur?
Hrant Dink
avukatlarını dinlerken kafamın içinden binlerce kelime sıraya girmiş geçit töreni
yapıyordu... Kapitalist sisteme entegre olmuş devletlerin hemen hemen hepsinde
gözle görünmeyen ama hissedilen bir de derin devleti var. Görünen ve şirin
gözüken bir de karanlık işlerin hareket ettiği derindeki örgütlenmesi...
Buzdağının görünen kısmı üzerinde yaşarken, deniz seviyesinin altının ne kadar
derin olduğunu içinde yaşayanlar bilemez, ancak uzaktan bakan ve derin sulardan
bakanlar bilir.
Neden
kapitalist dediğime gelince; Sovyetler, ya da kapitalist sistemin dışında yer
alan devletler yıkıldığında yer altındaki devlet, var olanı korumadı, olsaydı
korumak için direniş alanları, suikastlar oluşturması gerekliydi, en azından
Moskova Belediye Başkanını rejime karşı geldiği için ortadan kaldırması
gerekliydi, demek ki orada öyle bir bildiğimiz kontrgerilla örgütlenmesi yok.
Bizim
ülkemizde ise ilk defa yeraltı örgütlenmesini haberleştiren, dönemin
başbakanına soran Abdi İpekçi'dir. Onu da bir tetikçiye emanet ettiler ve o
tetikçiye iyi organize edilmiş şekilde cinayet işletildi. Tetikçi ortadaydı ama
arkasındaki güç ortada hiçbir zaman olmadı. Davalar, davalar, davalar arasında
cezaevinden kaçırmalar, yurt dışında sipariş üzerine papaya suikastlar ve hepsi
karanlıkta kalan bir tarih... O cinayetin izi sürüldüğünde karanlık bir güç
vardı ve o güç örtülü ödenek istediği zaman ortaya çıkıyordu. Ülkenin başbakanı
bu istek üzerine konuyu kendisine en yakın gördüğü gazeteci İpekçi ile
konuşuyor ve sonuçta gazeteci ele geçirdiği bilgiyi haber yapıyordu, haber
olacağını bilmeden. Dönemin başbakanı bu istek üzerine karanlık yapıdan haberi
oluyordu, çünkü o güne kadar onların ödeneklerini Amerika veriyormuş, o tarihte
demişler “artık kurumsallaştınız, kendi ödeneğinizi kendi hükümetinizden
alın!”... Bu istem üzerine ortaya çıkmış, o güne kadar neler yapıldığı
karanlıkta kalmış, soru soran ise bir suikast ile ortadan kaldırılmış oldu.
Suikast faili meçhul kalmaması gerekliydi, doğru mesaj doğru kişilere gitmesi
gerekliydi, sonuçta bir örgüt kendisini kamuya gözdağı verecek şekilde
sunuyordu. Bir anlamda gücünü de test ediyor ve dönemin iktidarına gözdağı /
aba altından sopa göstermiş oluyordu. Ne kadar denetim içinde oldukları, nerede
bağımsız davranacaklarını bu şekilde göstermiş oldular. Bundan dolayı
tetikçi yakalatılarak, o suçun kimin işlediği ve bir daha ona benzer soru
soranların başına ne geleceği ilan edilmiş oldu. Bir gözdağı değildi, açıkça
bir tehdit... Tetikçiyi istedikleri an cezaevinden çıkarmışlar, istedikleri an
yurtdışına çıkarmışlar, belki de onun üzerinden para kazanmış bile olabilirler,
sonuçta papa suikastı muamma olarak duruyor...
Her siyasi
cinayetin elbette siyasi sonucu olur, 12 Eylül darbesine giden yolda
katliamlar, cinayetler ile örüldü. Darbe sonrası bu cinayetlere işkence altında
failler de bulundu ve onları o suçlardan dolayı ya yargıladılar ya da faili
meçhul dosyalar içine kağıt üzerinde cümleler bırakarak unutturdular...
12 Eylül
darbesinden sonrada siyasi cinayetler, suikastlar olmuştur. Onların içinde en
çıplak olanı Dink cinayetidir. Beyaz bereli çocuk cinayet mahallinde yakalanması
gerekirken Samsun'da bindiği otobüsten alınarak bir şova dönüştürülmüştür...
Bayrak önünde verilen pozlar ile yeni bir Ağca yaratılıyordu. Bu cinayetinde
siyasi sonucu olacaktı, oldu da! Yıllardır süren, ilişkiler bir şekilde ortaya
çıkmış ifadeler dava dosyası içinde yerini almış... Emir verenler karanlıkta,
üçüncü ilişkiler ise mahkum olmuş konumda... Peki, bu durumda siyasi olarak ne
elde edilmiştir? Azınlıklara açık mesaj var mı, var!... Ama sadece azınlıklara
verilen mesaj ile yetinmez, çünkü siyasi mesaj daha geniş tabana yayılır...
Dink, cinayet
öncesi yalnızlaştırıldı, cinayete giden adım göz göre göre döşendi, beyaz
bereli bir çocuk geldi tetiği çekti... Tetikçi yakalanırken, katiller kahraman,
Dink suçlu ilan edildi. Cinayeti işleyenleri kışkırtan “Dink” dediler!
Kahramanlara ceza verilmesi dahi düşünülemez ama piyonlar satranç tahtasının
dışında olabilirler, oldular da! Oyunu kuran her piyonuna sahip çıkacak
değildir, yıllar sonra bazılarına ceza verildi, çoğuna ise dava bile açılmadı, kapatıldı
dosyalar, raflarda yerlerini almaya başladılar. Sabahattin Ali’nin katili Vali
olmuştu, bu sefer eğer beyaz bereli çocuk okursa onu da devletin bir
kademesinde görev verirler, yoksa bir vakfın ya da bankanın yönetim kurulu
oluverir!
Dink davası sonrası
ülkemizde hızla bir siyasi değişim yaşandı, alışkanlıklar, geleneksel
monşerlerin politikası bir yana atıldı, eski yıkıntıların üzerinden yeni bir
devlet yaratıldı... Bu süreç içinde kumpas davalar, çuvala sığan yasal
düzenlemeler, torbalardan çıkan yeni yaşamın kuralları, ulus devletin olmazsa
olmazlarının içinin boşaltılması ve zamanı geldikçe tek tek hayatın içinden,
devletin geleneğinden çıkarıldı... Batı eksenli, batının istemlerine değer
veren ülkeden “benim çıkarım önce ve çıkarımı güneyde Arap çölleridir” diyen
bir strateji ulkenin yeni yol haritası oldu...
Devlet
değişirken iktidar mücadelesi ve o mücadele ile bir darbe girişimi oldu, o
darbe girişimi ülkenin değişimine daha büyük bir ivme kazandırdı, siyasi sonucu
otokrasinin anlamının altını doldurdu... Tek bir merkezden, bir şirket yönetir
gibi ülkenin yönetilmesi artık bir sorun olmaktan çıktı ve devletin bekası
olarak savunulur oldu...
Siyasi
cinayetler ve toplumsal olayların bir negatif ya da pozitif sonuçları olur,
elbette kime göre negatif ve pozitif olduğu görecelidir... Bu sırada fakirlik
konusunda muhteşem ilerleme sağlandı, her alanda çürüme ile birlikte ay sonunu
düşünen, yardıma muhtaç büyük bir seçmen kitlesi yaratıldı...
Siyasi
sonuçları yaşadığımız bir süreçteyiz, bakalım bu tarihin kırılma noktasında
oluşan girdaplar bizi daha nerelere savuracak, çünkü yukarıda fillerin
tepişmesi karşında ayrık otlarının da söz hakkı yoktur...
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.