Galata Gazete


17 Ocak 2024 Çarşamba

Karanlık işler hep yer altında mı olur?

Karanlık işler hep yer altında mı olur?

Hrant Dink avukatlarını dinlerken kafamın içinden binlerce kelime sıraya girmiş geçit töreni yapıyordu... Kapitalist sisteme entegre olmuş devletlerin hemen hemen hepsinde gözle görünmeyen ama hissedilen bir de derin devleti var. Görünen ve şirin gözüken bir de karanlık işlerin hareket ettiği derindeki örgütlenmesi... Buzdağının görünen kısmı üzerinde yaşarken, deniz seviyesinin altının ne kadar derin olduğunu içinde yaşayanlar bilemez, ancak uzaktan bakan ve derin sulardan bakanlar bilir.

Neden kapitalist dediğime gelince; Sovyetler, ya da kapitalist sistemin dışında yer alan devletler yıkıldığında yer altındaki devlet, var olanı korumadı, olsaydı korumak için direniş alanları, suikastlar oluşturması gerekliydi, en azından Moskova Belediye Başkanını rejime karşı geldiği için ortadan kaldırması gerekliydi, demek ki orada öyle bir bildiğimiz kontrgerilla örgütlenmesi yok.

Bizim ülkemizde ise ilk defa yeraltı örgütlenmesini haberleştiren, dönemin başbakanına soran Abdi İpekçi'dir. Onu da bir tetikçiye emanet ettiler ve o tetikçiye iyi organize edilmiş şekilde cinayet işletildi. Tetikçi ortadaydı ama arkasındaki güç ortada hiçbir zaman olmadı. Davalar, davalar, davalar arasında cezaevinden kaçırmalar, yurt dışında sipariş üzerine papaya suikastlar ve hepsi karanlıkta kalan bir tarih... O cinayetin izi sürüldüğünde karanlık bir güç vardı ve o güç örtülü ödenek istediği zaman ortaya çıkıyordu. Ülkenin başbakanı bu istek üzerine konuyu kendisine en yakın gördüğü gazeteci İpekçi ile konuşuyor ve sonuçta gazeteci ele geçirdiği bilgiyi haber yapıyordu, haber olacağını bilmeden. Dönemin başbakanı bu istek üzerine karanlık yapıdan haberi oluyordu, çünkü o güne kadar onların ödeneklerini Amerika veriyormuş, o tarihte demişler “artık kurumsallaştınız, kendi ödeneğinizi kendi hükümetinizden alın!”... Bu istem üzerine ortaya çıkmış, o güne kadar neler yapıldığı karanlıkta kalmış, soru soran ise bir suikast ile ortadan kaldırılmış oldu. Suikast faili meçhul kalmaması gerekliydi, doğru mesaj doğru kişilere gitmesi gerekliydi, sonuçta bir örgüt kendisini kamuya gözdağı verecek şekilde sunuyordu. Bir anlamda gücünü de test ediyor ve dönemin iktidarına gözdağı / aba altından sopa göstermiş oluyordu. Ne kadar denetim içinde oldukları, nerede bağımsız davranacaklarını bu şekilde göstermiş oldular.  Bundan dolayı tetikçi yakalatılarak, o suçun kimin işlediği ve bir daha ona benzer soru soranların başına ne geleceği ilan edilmiş oldu. Bir gözdağı değildi, açıkça bir tehdit... Tetikçiyi istedikleri an cezaevinden çıkarmışlar, istedikleri an yurtdışına çıkarmışlar, belki de onun üzerinden para kazanmış bile olabilirler, sonuçta papa suikastı muamma olarak duruyor...

Her siyasi cinayetin elbette siyasi sonucu olur, 12 Eylül darbesine giden yolda katliamlar, cinayetler ile örüldü. Darbe sonrası bu cinayetlere işkence altında failler de bulundu ve onları o suçlardan dolayı ya yargıladılar ya da faili meçhul dosyalar içine kağıt üzerinde cümleler bırakarak unutturdular...

12 Eylül darbesinden sonrada siyasi cinayetler, suikastlar olmuştur. Onların içinde en çıplak olanı Dink cinayetidir. Beyaz bereli çocuk cinayet mahallinde yakalanması gerekirken Samsun'da bindiği otobüsten alınarak bir şova dönüştürülmüştür... Bayrak önünde verilen pozlar ile yeni bir Ağca yaratılıyordu. Bu cinayetinde siyasi sonucu olacaktı, oldu da! Yıllardır süren, ilişkiler bir şekilde ortaya çıkmış ifadeler dava dosyası içinde yerini almış... Emir verenler karanlıkta, üçüncü ilişkiler ise mahkum olmuş konumda... Peki, bu durumda siyasi olarak ne elde edilmiştir? Azınlıklara açık mesaj var mı, var!... Ama sadece azınlıklara verilen mesaj ile yetinmez, çünkü siyasi mesaj daha geniş tabana yayılır...

Dink, cinayet öncesi yalnızlaştırıldı, cinayete giden adım göz göre göre döşendi, beyaz bereli bir çocuk geldi tetiği çekti... Tetikçi yakalanırken, katiller kahraman, Dink suçlu ilan edildi. Cinayeti işleyenleri kışkırtan “Dink” dediler! Kahramanlara ceza verilmesi dahi düşünülemez ama piyonlar satranç tahtasının dışında olabilirler, oldular da! Oyunu kuran her piyonuna sahip çıkacak değildir, yıllar sonra bazılarına ceza verildi, çoğuna ise dava bile açılmadı, kapatıldı dosyalar, raflarda yerlerini almaya başladılar. Sabahattin Ali’nin katili Vali olmuştu, bu sefer eğer beyaz bereli çocuk okursa onu da devletin bir kademesinde görev verirler, yoksa bir vakfın ya da bankanın yönetim kurulu oluverir!

Dink davası sonrası ülkemizde hızla bir siyasi değişim yaşandı, alışkanlıklar, geleneksel monşerlerin politikası bir yana atıldı, eski yıkıntıların üzerinden yeni bir devlet yaratıldı... Bu süreç içinde kumpas davalar, çuvala sığan yasal düzenlemeler, torbalardan çıkan yeni yaşamın kuralları, ulus devletin olmazsa olmazlarının içinin boşaltılması ve zamanı geldikçe tek tek hayatın içinden, devletin geleneğinden çıkarıldı... Batı eksenli, batının istemlerine değer veren ülkeden “benim çıkarım önce ve çıkarımı güneyde Arap çölleridir” diyen bir strateji ulkenin yeni yol haritası oldu...

Devlet değişirken iktidar mücadelesi ve o mücadele ile bir darbe girişimi oldu, o darbe girişimi ülkenin değişimine daha büyük bir ivme kazandırdı, siyasi sonucu otokrasinin anlamının altını doldurdu... Tek bir merkezden, bir şirket yönetir gibi ülkenin yönetilmesi artık bir sorun olmaktan çıktı ve devletin bekası olarak savunulur oldu...

Siyasi cinayetler ve toplumsal olayların bir negatif ya da pozitif sonuçları olur, elbette kime göre negatif ve pozitif olduğu görecelidir... Bu sırada fakirlik konusunda muhteşem ilerleme sağlandı, her alanda çürüme ile birlikte ay sonunu düşünen, yardıma muhtaç büyük bir seçmen kitlesi yaratıldı...

Siyasi sonuçları yaşadığımız bir süreçteyiz, bakalım bu tarihin kırılma noktasında oluşan girdaplar bizi daha nerelere savuracak, çünkü yukarıda fillerin tepişmesi karşında ayrık otlarının da söz hakkı yoktur...

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.