Sorgu Odasındaki Sol: Devlet Arşivinde Kalan Bir Tarih
Polis ve MİT dosyalarında, bugün faal olan ya da artık tarih
sahnesinden çekilmiş tüm yasal ve yasadışı örgütlerin kayıtları yer alır. Zaman
zaman bu konuda çeşitli yayınlar çıkıyor. Eskiden "anarşist",
şimdilerde "terörist örgütler" başlığını taşıyan birçok kitabı ve PDF
halini internet ortamında bulabiliyoruz.
Tarihe olan merakım nedeniyle buna benzer bir şey bulduğumda
alıp okurum. Her okuyuşumda şaşırıyorum; çünkü tek tek açıklanırken, kimler
tarafından kurulduğu, hangi eylemlerde bulunduğu, nasıl sönümlendiği, kim
kimden ayrıldı, kim kimle birleşti gibi bilgilerle — alfabedeki tüm harflerin
kullanıldığı bir sol tarihle karşılaşıyoruz. Kısacası, sol tarihini soldan daha
iyi tutulmuş sorgu ifadeleri ve bu sorguları yapan birimlerin özenle aldıkları
notlarla görüyoruz.
Bu belgelerde yer alan bilgiler sadece devletin bakış
açısını değil, aynı zamanda solun içsel dinamiklerini ve çelişkilerini de
ortaya koyar.
Sol içinde elbette itirafçılar, itirafçı olmasa dahi
öyleymiş gibi ifade verenler; gönüllü ifade sunanlar ve polis olmamakla
birlikte, polisten daha fazla gözaltında ifade veren kişiler olması kadar doğal
bir şey yoktur. Her insan direnecek, her insan çelikten yapılmış değildir.
Zaten bu yola gönüllü ya da şartların dayatmasıyla girmiş bireylerden oluşan
bir sol mevcuttur.
Solcular kendi tercihleriyle solcu olur; ancak her solcu
Marksist değildir. Bu, Marksizmi bildiği ya da o çizgide düşündüğü anlamına da
gelmez. Birçok kişi Marksist olduğunu söyler ama olaylara en temel düşünme
yöntemiyle değil, daha çok duygusal yaklaşır. Daha fazla feodal ilişkiler
geliştirir; hatta çoğu, hemşericilik ya da aynı inançtan gelenlerin birliği
şeklinde topluluklar oluşturur.
Bu duygusal yön, kimi zaman solun içine farklı sosyal bağlar
taşıyan bireylerin de girmesine yol açar. Etkilenme, kendine rol model alma ya
da devletin ötekileştirdiği ve kendisini ifade etme olanağı bulamayan
bireylerin sol içinde yer bulması olağandır.
Solcular genelde daha duygusaldır. Akıllarını ve fikirlerini
daha özgürce ifade edebileceklerine inanırlar. Aydınların genelde soldan çıkmış
olması da bu fikri pekiştirir; çünkü onlar, olmayan bir özgürlüğü arayan, daha
özgürlükçü bireyler olarak öne çıkarlar.
Geleneksel sağ çevre içinde yer alıp da sonradan solcu,
hatta sorumlu kadrolar haline gelen kişiler de sol tarih içinde önemli bir yer
tutar.
Bir insan neden sağdan sola ya da soldan sağa hızla kayar,
bunu bilmem; ama bu geçişler tarih boyunca hep olmuştur. Ancak bana en ilginç
gelen şey, bir bireyin yer aldığı siyasi parti ya da dergi çevresinden diğerine
geçişinin çok nadir olmasıdır. Çoğu zaman inadına kendi çizgisini korumaya
çalışır; hatta bu uğurda aynı cenahtan sayılan diğer yapılarla silahlı
çatışmayı bile göze alabilir.
Toplumun tüm kesimlerine hoşgörü çağrısı yapılırken, sol
içinde yer alan yapılara karşı hoşgörünün yerini çoğu zaman düşmanlık alır. Bu
durum, solun kendi içinde var olan çatışmacı ve katı hiyerarşik yapının da bir
yansımasıdır.
Solda birey önemli değildir; önemli olan toplumun
kurtuluşudur! “Toplum ortak karar alır” gibi bir düşünce de çok geçerli
değildir; çünkü o toplumun bir lideri ya da lider konumundaki partisi vardır.
Her şey, bu üstten bakışla alta dikte edilir. Tartışılacak metinler gönderilir;
fakat çoğu zaman tartışılmadan, tartışılmış gibi kabul edilerek benimsenir. O
metin, artık o topluluğun yol haritası oluverir.
Sol, çatıştığı kesimin kimi zaman bir yansıması gibidir.
Çünkü sağ ile solun biçimsel yapılarında zaman zaman iç içe geçmiş unsurlara
rastlanır. Kimin hangi eylemi yapacağına, kimin öleceğine, kimin kendisini bir
silaha dönüştüreceğine karar veren; bu karara uymayanı cezaevinde bile infaz
eden bir sol geçmişte mevcuttu. Bu gerçekle ise hiçbir zaman tam anlamıyla
yüzleşilememiştir. Biçimsel cenaze törenleri ve anmalar dışında; bu ölümlerden
çıkarılan ciddi bir ders yoktur. Ölen, hâlâ liderliğe bağlıysa “şehit”, değilse
“unut gitsin” ya da “hain” olarak anılır.
Sol, gerçekten geçmişine eleştirel olarak bakabiliyor mu?
Yoksa “Şimdi çatışma ortamı var, henüz başarıya ulaşılmış değil; sonra geçmişe
bakarız.” mı deniliyor?
Bu noktada, geçmişle hesaplaşmanın hem solun hem devletin
ortak sorumluluğu olduğu ortaya çıkar. Bu bağlamda MİT ve polis arşivlerinin
erişime açılması, tarihsel yüzleşmenin ilk adımı olabilir.
MİT ve polis, en azından Avrupa'da olduğu gibi, dosyalarını
iletişime açıp sol tarih yazıcıları için bir kaynak yaratmalıdır diye
düşünüyorum. Sol tarih, sadece söylem düzeyinden ve ulaşılabilen dergilerden
çıkartılmamalı; gerçek veriler ışığında, devletin bu konudaki bakış açısı da
değerlendirilmelidir. Çünkü devlet her şeyi not eder: bu, devlet olmanın bir
gereğidir. Ancak bu notlar hep gizli kalmamalı; tarihsel yüzleşme ve sağlıklı
bir toplumsal hafıza için paylaşılmalıdır.
Sol, kendi kaynağına bakarken oluşturduğu tarih bilinciyle
resmi sol tarihini yaratır. Ancak daha bağımsız bir bakış açısı geliştirebilmek
için, karşılaştırmalı tarih yazıcılığına ihtiyaç vardır. Bu noktada, karşı
cephedeki bilgilerin de tarih yazımı açısından önemi büyüktür.
Devlet (özellikle Türkiye bağlamında), solu her zaman düşman
olarak görmüş; yok edilmesi ya da en azından kontrol altında tutulması gereken
bir unsur olarak değerlendirmiştir. Bu nedenle çok katı önlemler almış, en
küçük bir örgütlenmeyi ya da girişimi zor yoluyla bastırmak için her türlü
araca başvurmaktan çekinmemiştir. Her olayın faili bulunabilsin diye, zaman
zaman açık ya da gizli biçimde işkenceyi meşru görmüş; “düşman” olarak kabul
ettiği kişilerin insan hakları ve savunma haklarını yok saymıştır.
Polis kaynaklarının tümünü doğru kabul edemeyiz. Çünkü çoğu
zaman, suçun failleri bulunamadığında bir suçlu yaratılmış; işkencede alınan
ifadelere dayanarak cezalar verilmiş, idamlar gerçekleştirilmiş, hatta idam
edilen kişilerin cesetleri ailelerine teslim edilmeyerek tamamen yok
edilmiştir. İdam edilmiş ve hâlâ mezarı olmayan birçok solcu, tarihimizin bir
parçası olarak yer almaktadır. Cumartesi Anneleri ise hâlâ kaybettikleri
evlatlarını aramaya devam etmektedir. Hakikatle yüzleşilmesi için annelerin sesi,
hâlâ meydanlarda adalet arayışını sürdürmektedir.
Tüm arşivler halka açık ve herkesin ulaşabileceği bir hâle
getirilmelidir. Ancak arşivler, resmi tarihi oluşturmak adına çoğu zaman ya
gizlenir ya da laf kalabalığı ve belge yığını içinde görünmez hâle getirilir.
Çünkü arşive kimin, hangi pencereden baktığı önemlidir. Her açıklanan belge,
tarihi doğru biçimde yansıtmıyor olabilir. Tarihçiler, bu belge kalabalığı
içinde kendi yollarını bulacak ve kendi tarihlerini yazacaklardır.
İsmail Cem Özkan