Kürtçe Şarkılar Çalıyor, Ama Sorun Bitmiyor
Kürt açılımı ya da popüler ismiyle “Terörsüz Türkiye”
süreci, Meclis'te uzun süren bir oyalama, dinleme ve boş cümlelerle dolu çuval
misali bir süreçle ilerledi. Eğer bir adım atılacaksa bile, bu adım içi
doldurulmamış cümlelerin ardına gizlendi.
Sürecin sonunda, “zurnanın zırt dediği” noktaya geldik.
Faşist lider Bahçeli, kendisinden beklenmeyen ama “devlet
aklı” olarak sunulmaya çalışılan bir çıkış yaptı. Bu çıkışla Meclis'e PKK’nın
"kurucu lideri"ni davet etti. Aynı zamanda Meclis’te yer alan her DEM
vekilini Öcalan olarak gören bir söylemle, mikrofonlardan duyulan ve kayıtlara
geçen ifadeler kullandı.
Sonuçta, “Ben,” dedi. “Görüntülerini dinlemek yerine
orijinaliyle pazarlık yaparım. Çünkü ben güçlüyüm. O ise teslim olmuş durumda.
Teslim olmanın gereğini yerine getirsin. Kayıtsız, şartsız teslim olsun.” Bu
çağrıyı laf kalabalığı içinde dillendirdi.
Kalktı, gitti DEM vekillerin elini Meclis’te sıktı.
Birbirine nefretle bakanların bakışı birden değişti. Sanki bir umut yeniden
filizlendi — hiç beklenmedik anda!
Aşk filmlerinde hiç değişmeyen bir konu vardır: “Tüm aşklar
nefretle başlar.”
O günden bugüne, her iki muhatabın açıklamalarına göre süreç
ilerlemiş gibi görünse de, pratikte hiçbir karşılığını göremiyoruz.
Hissedemiyoruz da. Bizler, bu liderlerin açıklamalarının “yalancısıyız” adeta.
İşte söylüyorum o yalanı: İlerleme oldu!
Kürt sorununun Meclis'te görünür olmasının asıl sebebi,
Suriye'deki iç işlerden başlayıp dış siyasete evrilen gelişmelerdir. Bizim
taraftan bakıldığında, artık Araplarla olan sınır komşuluğumuz ortadan
kalkıyor. Irak ve Suriye sınırının her iki tarafında Kürtler yer alıyor.
İki tarafın da Kürt olması, bu durumu bazılarına göre
Türkiye’nin iç meselesi hâline getiriyor.
İşte zurna burada “zırt” diyor.
Halaya durulmuş, kemençe ve davul-zurna eşliğinde,
mahallenin dedikodusunu anlatan dengbejin sesi yankılanıyor.
Kürt sorununa çözüm arayışına bir de İsrail faktörü
ekleniyor.
Zaten daha önce ABD, Irak işgali sırasında meseleye dahil
olmuştu. Uçuşa yasak bölge ilan etti. Bu bölgede hava operasyonları
yapılmazken, kara operasyonları ile iç cepheye saldırılar arttı. “Terörle
mücadele” adı altında yıllar geçti, yıllar birbirini kovaladı. Ama bitmesi
söylenen, ayakkabı numarasını bile bildiğimiz “terör” bir türlü bitmedi.
Oysa bu işin içinde emperyalizm olduğu söylenmişti. Her Kürt
ayaklanması, içeride hep aynı nakaratla karşılandı:
"Emperyalistlerin maşası olan ayrılıkçılar;
Cumhuriyet’i yıkmak için emperyalizm desteğiyle yürütülen gerici bir
ayaklanmadır. Resmî tarihe göre, tüm isyanlar ülkeyi yıkmak için girişimlerdir;
ülkenin birliği için zor ile bastırılması zaruridir."
Silahı veren, karşılığında istediği ihaleyi alıyordu!
Yıllar geçti. Ölümler arttı. Derelerden kan aktı.
Kimsesizler mezarlıkları genişledi. Yaylalar, dere kenarları adı konmamış,
isimsiz mezarlıklarla doldu. Bu mezarlara taş dikilmedi; üzerleri örtüldü.
Altlarında ise çürüyen bedenler kaldı.
Bir zamanlar “bir iki anarşistin macerası” diye küçümsenen
Kürt sorunu, bugün “Kürt realitesini” tanımakla ülkenin gündemine oturdu. Bu realite
tanındı. “Türkçe konuş vatandaş!” propagandasının yerini, dolmuşlarda Kürtçe
şarkıların çalındığı bir süreç aldı.
Şarkılar çalıyor ama sorun çözülmüyor. Onlara göre şarkı
çalınca sorun çözülecek!
Ama çözülmedi…
Sorun büyümeye devam etti. İnşaatta Kürtçe türkü söyleyen
işçiler aşağı atıldı. Cinayetler eklendi. Bu etki-tepki süreci, batıdaki tatil
bölgelerinde ırkçı dalgaya dönüştü. “Kelebek etkisi” gibi, hem beklenen hem de
yok sayılan bir sürece evrildi.
Kürt sorununu çözmek istediğini söyleyenler, gerçek çözüm
adımları atmak yerine cepheleşmeyi tercih etti. Cenaze törenlerini, ırkçı
dalganın büyümesi için kullandılar. Sonuçta, milliyetçilik varsa, karşı
milliyetçilik de vardır.
Milliyet, ancak karşısıyla var olur.
Suriye’de rejim değişti. İktidara giden yolu İsrail açtı.
Cihatçı, kelle kesen, Ezidi kadınları cariye yapan biri; birden kravat taktı,
ceket giydi ve Suriye devlet başkanı olmak için sahneye çıktı. Önce suçlu oldu,
sonra kader kurbanı. Ardından zamanla “cumhurbaşkanı” oluverdi.
Demokrasi ve fırsat eşitliği dedikleri bu!
İsrail, açtığı kapıdan geçenleri elbette kontrol edecektir.
Ama bu kapının açılmasını kendi propagandasının parçası olarak sunanlar, hemen
surlara Türk bayrağı çekip “Bakın biz yaptık!” dediler. Yiyen oldu mu? Oldu.
Ama çok kısa sürede o yenenler çıkarıldı, inandırıcılığı ortadan kalktı…
Sınırları halklar çizmez. Güçlü olan ve o bölgeye hâkim olan
emperyalistler çizer. Yugoslavya bunun en açık örneğidir. Bir ülkeden, misket
bombası gibi etrafa yayılan küçük devletçikler çıktı. Bugün Balkanlar’da suni
bir barış dengesi sürüyor. Ama emperyalist devletlerin çıkarları orada
çatıştığı an, tekrar savaş bölgesi hâline gelebilir.
Suriye sorunu, “zorunlu açılım”ın anahtarı oldu. Ancak çözüm
üretmeyen, sadece bir “Kürt realitesinin” tanınmasıyla sınırlı bir yere
evrildi. “Kapalı kapılar arkasında ilerleme var” deniyor ama pratikte bu
ilerlemenin karşılığını göremiyoruz. Kayyumlar hâlâ yerli yerinde oturuyor.
Seçilmiş belediye başkanları, görev yaptıkları Kürt yerleşimlerinin altyapı
sorunlarını bile çözememiş durumda, belki onlar için altyapı Kürtlerin
özgürlüğünden geçiyor, “önce özgürlük, sonra hizmet!”
Kürt belediye başkanları elbette güzel işler yapıyor, o güne
kadar yasaklanmış ne kadar Kürt aydını varsa hepsinin adı Kültür Merkezlerinin
önüne ekleniyor, oralarda Kürt diline, kültürüne katkısı olan toplantılar
yapılıyor. TRT ise Kürtçe kanal açarak hem radyodan hem de ekrandan “kendi”
Kürt vatandaşlarına sesleniyor.
Sorun hâlâ var. Bir masaya Kürt belediye başkanını oturtmak,
ne sorunu çözüyor ne de ortadan kaldırıyor.
Bu ülkede “terör”, iyi bir geçim kapısı hâline geldi. Kara
paranın ekonomiye “can suyu” olduğunu söyleyen ekonomistlerin açıklamalarından
bunu anlıyoruz. Gelişmişlik düzeyi ile çözüm yollarının açılması arasında
doğrudan bir bağ var.
Ama gecekondu kurarak şehirler büyümez. Aksine, şehirler
kocaman köylere dönüşür. Ve o köyleri bir deprem silip süpürebilir… Herkes
kendisini tam güvende hissettiği an, gece sabaha dönerken yer birden oynamaya
başlar ve tüm insanlığın birikimi, yapılmış kalelerin geçilmez duvarları
yıkılır. Bu yıkıntı birileri için yeni fırsat kapısıdır, çünkü oluşmakta olanı
üzerine kim ihale veriyorsa, o verenin niyetine uygun yeni yerleşim alanları
yaratılır.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.