Çengellerin Gölgesinde Geçmiş
Mersin’de yapılan bir mitinge, muhalif bir kanalın canlı
yayını sırasında rastladım. (İYİ Parti Mersin mitingi, 27 Eylül 2025) Gözüm
alışmış işte; muhalefet partisinin mitinglerinde sallanan kırlangıçları aradım.
Kırlangıcını göstermek için can havliyle sallayanların olmadığı bir miting,
ilgimi kaybettirdi. Başka kanallara geçtim. Zaten mitinglerde ne konuşulduğu,
ne anlatıldığı hiç ilgimi çekmez; konu bütünlüğü taşıyamam, sadece kuru
kalabalığın bu ülkede hiçbir şeyi değiştirmediğini bilirim.
O mitingde konuşan lider, Fatsa’daki “Nokta Operasyonu”nda
ev adreslerini gösteren maskeli biri değil miydi?
O gösterdiği adreslerdeki gençler, Et-Balık Kurumu’nun
etlerin asılması gereken çengellerine asıldılar...
Maskelilerle birlikte yapılan baskına “Nokta Operasyonu” adı
verildi.
“Nokta Operasyonu” deyip geçmeyin.
O operasyon, darbe yapan generalin anılarında test edilen
bir sol gücü anlatır. Askerler o zaman kendi güçlerine tam güvenemediği için
maskeli gençleri alıp gelmişti. Adı üzerinde, nokta ev baskınlarıyla ilçede
olan sükûnet, operasyon süresi içinde bozuldu; ardından kısa sürede “sükûnet”
sağlandı! O zaman kimsenin aklına gelmezdi bunun bir test olduğu.
O testte, eğer sol direniş göstermiş olsaydı, belki darbenin
tarihi değişecekti.
Ancak beklenen direniş olmayınca, darbe 12 Eylül günü
gerçekleşecekti.
Gerçi o darbenin en güçlü sesi, Nokta Operasyonu ve Kemal
Türkler cinayetiyle — postallar eşliğinde — verilmiş olsa da darbe “12 Eylül”
diye tarihlere geçecektir. Darbe, sokakta ölümleri ortadan kaldırma sözüyle
geldi; işkence merkezleri, hapishanelerin avlusuna kurulan idam sehpalarıyla
devam etti. Ölümleri sokaktan alıp kapalı alana taşıdılar.
Seçilmiş Fikri Sönmez, görevini terk etmediği hâlde, suçsuz
olduğu bile bile tutuklandı.
Hani diyorlar ya “halk/direniş komiteleri”... Peki, o
komitelerde yer alanlardan kaçı onun arkasında durdu? Toplu davanın sanığı
olanlar elbette yanında durdu ama ya dışarıda kalanlar?
O günlerde ve o dönemin anılarını yazanlar, o yenilgi
sürecini gerçekten anlatmadılar; yüzleşemediler. Resmî tarih yazıcılığının
dışına çıkıp gerçekler, ortalıkta konuşulduğu gibi yazıya dökülmüş olsaydı,
fena mı olurdu?
Bir şeyler değişir miydi, sanmıyorum.
Çünkü acı çekenler, o çengellere asılanlar, içeride
dışarıda, bir sığınakta ölenlerin yiğitliği, savundukları yarınlar, ütopyaları
bugün yaşadığımız sonucu doğurmadı. O günden bugüne, geriye sadece “keşke”ler
kaldı.
Yenilgi Fatsa’da başlamadı, sadece orada “görünür” hâle
geldi.
Devlet gücüyle o operasyonda gelenler, daha büyük bir
operasyonla ülkeye el koydular ve bugünkü yaşadığımız “ılımlı İslam” soslu
ülkeyi yarattılar.
Üstelik o günlerden daha fakir, gelecek ütopyası olmayan bir
ülke olduk.
“O günleri özleyenler var mı?” diye sormuyorum bile; o
günleri anımsayanlar da kalmadı.
O günleri özleyenler için “o dönem”, artık sadece rakı
masasında bir konu mezesi oluveriyor.
Anılarda hep anlatılır: sağcısı, solcusu, dincisi... Dönemin
bütün partilerinden insanlar vardı o komitelerde.
Tek yer almayan parti ve taraftarları ise maskeli olarak
askerlerle birlikte gelip operasyon yaptılar.
Ama bir süre sonra o askerler, o maskelileri de alıp
cezaevinde “ağırladılar”.
Halkı için “bir şey yapanı” halk arkasız bıraktı.
O dönemde maske takıp Nokta operasyonu yapanlar dağa çıkıp
uluyup ulumadıklarını bilmiyorum ama bugün CHP içinde vekillik yapanın uluma
sesi ekranlara yansıdı.
Halk hep arkamızdaydı; “Halk için, halkla birlikte...” bir
şeyler yaptığımızı düşündük.
Ama o, bizim yaptıklarımızdan nasiplenenler, işlerine
geldiği an karşı tarafa geçip “ahmak” (saf) diye acıyarak bize baktılar.
Çocuklarını — hatta bizden biri olur diye — “bizim
yaşadıklarımızı” anlatarak korkuttular...
Bazı şeyleri görmezden gelince yok olmuş olmuyor; yıllar
sonra gelir, maskeliler o meydanlarda sizden biriymiş gibi nutuk atarlar.
Gerçeklerin üzerini kapatan resmî tarih yazıcılığı ya da
redaksiyondan geçirilmiş anılar, yaşanmış olanlardan uzaklaştığı anlamına
gelir. Keşke destanlaşan yönlerimiz yanında zaaflarımızı da anlatan anlatılar
geleceğe yazı olarak kalsaydı…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.