Galata Gazete


29 Eylül 2025 Pazartesi

Çengellerin Gölgesinde Geçmiş

Çengellerin Gölgesinde Geçmiş

Mersin’de yapılan bir mitinge, muhalif bir kanalın canlı yayını sırasında rastladım. (İYİ Parti Mersin mitingi, 27 Eylül 2025) Gözüm alışmış işte; muhalefet partisinin mitinglerinde sallanan kırlangıçları aradım. Kırlangıcını göstermek için can havliyle sallayanların olmadığı bir miting, ilgimi kaybettirdi. Başka kanallara geçtim. Zaten mitinglerde ne konuşulduğu, ne anlatıldığı hiç ilgimi çekmez; konu bütünlüğü taşıyamam, sadece kuru kalabalığın bu ülkede hiçbir şeyi değiştirmediğini bilirim.

O mitingde konuşan lider, Fatsa’daki “Nokta Operasyonu”nda ev adreslerini gösteren maskeli biri değil miydi?

O gösterdiği adreslerdeki gençler, Et-Balık Kurumu’nun etlerin asılması gereken çengellerine asıldılar...

Maskelilerle birlikte yapılan baskına “Nokta Operasyonu” adı verildi.

“Nokta Operasyonu” deyip geçmeyin.

O operasyon, darbe yapan generalin anılarında test edilen bir sol gücü anlatır. Askerler o zaman kendi güçlerine tam güvenemediği için maskeli gençleri alıp gelmişti. Adı üzerinde, nokta ev baskınlarıyla ilçede olan sükûnet, operasyon süresi içinde bozuldu; ardından kısa sürede “sükûnet” sağlandı! O zaman kimsenin aklına gelmezdi bunun bir test olduğu.

O testte, eğer sol direniş göstermiş olsaydı, belki darbenin tarihi değişecekti.

Ancak beklenen direniş olmayınca, darbe 12 Eylül günü gerçekleşecekti.

Gerçi o darbenin en güçlü sesi, Nokta Operasyonu ve Kemal Türkler cinayetiyle — postallar eşliğinde — verilmiş olsa da darbe “12 Eylül” diye tarihlere geçecektir. Darbe, sokakta ölümleri ortadan kaldırma sözüyle geldi; işkence merkezleri, hapishanelerin avlusuna kurulan idam sehpalarıyla devam etti. Ölümleri sokaktan alıp kapalı alana taşıdılar.

Seçilmiş Fikri Sönmez, görevini terk etmediği hâlde, suçsuz olduğu bile bile tutuklandı.

Hani diyorlar ya “halk/direniş komiteleri”... Peki, o komitelerde yer alanlardan kaçı onun arkasında durdu? Toplu davanın sanığı olanlar elbette yanında durdu ama ya dışarıda kalanlar?

O günlerde ve o dönemin anılarını yazanlar, o yenilgi sürecini gerçekten anlatmadılar; yüzleşemediler. Resmî tarih yazıcılığının dışına çıkıp gerçekler, ortalıkta konuşulduğu gibi yazıya dökülmüş olsaydı, fena mı olurdu?

Bir şeyler değişir miydi, sanmıyorum.

Çünkü acı çekenler, o çengellere asılanlar, içeride dışarıda, bir sığınakta ölenlerin yiğitliği, savundukları yarınlar, ütopyaları bugün yaşadığımız sonucu doğurmadı. O günden bugüne, geriye sadece “keşke”ler kaldı.

Yenilgi Fatsa’da başlamadı, sadece orada “görünür” hâle geldi.

Devlet gücüyle o operasyonda gelenler, daha büyük bir operasyonla ülkeye el koydular ve bugünkü yaşadığımız “ılımlı İslam” soslu ülkeyi yarattılar.

Üstelik o günlerden daha fakir, gelecek ütopyası olmayan bir ülke olduk.

“O günleri özleyenler var mı?” diye sormuyorum bile; o günleri anımsayanlar da kalmadı.

O günleri özleyenler için “o dönem”, artık sadece rakı masasında bir konu mezesi oluveriyor.

Anılarda hep anlatılır: sağcısı, solcusu, dincisi... Dönemin bütün partilerinden insanlar vardı o komitelerde.

Tek yer almayan parti ve taraftarları ise maskeli olarak askerlerle birlikte gelip operasyon yaptılar.

Ama bir süre sonra o askerler, o maskelileri de alıp cezaevinde “ağırladılar”.

Halkı için “bir şey yapanı” halk arkasız bıraktı.

O dönemde maske takıp Nokta operasyonu yapanlar dağa çıkıp uluyup ulumadıklarını bilmiyorum ama bugün CHP içinde vekillik yapanın uluma sesi ekranlara yansıdı.

Halk hep arkamızdaydı; “Halk için, halkla birlikte...” bir şeyler yaptığımızı düşündük.

Ama o, bizim yaptıklarımızdan nasiplenenler, işlerine geldiği an karşı tarafa geçip “ahmak” (saf) diye acıyarak bize baktılar.

Çocuklarını — hatta bizden biri olur diye — “bizim yaşadıklarımızı” anlatarak korkuttular...

Bazı şeyleri görmezden gelince yok olmuş olmuyor; yıllar sonra gelir, maskeliler o meydanlarda sizden biriymiş gibi nutuk atarlar.

Gerçeklerin üzerini kapatan resmî tarih yazıcılığı ya da redaksiyondan geçirilmiş anılar, yaşanmış olanlardan uzaklaştığı anlamına gelir. Keşke destanlaşan yönlerimiz yanında zaaflarımızı da anlatan anlatılar geleceğe yazı olarak kalsaydı…

İsmail Cem Özkan

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.