Galata Gazete


27 Eylül 2025 Cumartesi

Alevilik, Bektaşiliğin Gölgesinde mi Eriyor?

Alevilik, Bektaşiliğin Gölgesinde mi Eriyor?

Yıllar önce Hacıbektaş Dergâhı'nda, Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen özlü sözler yer alırdı. O dönemde dergâhın müze müdürlüğüne ilk kez Alevi inancına mensup bir kişi atanmıştı. Üstelik bu kişi Kürt kökenliydi. Bu durum, Cumhuriyet’in ilanından sonra bir ilk olma niteliği taşıyordu. Zira Osmanlı döneminden başlayarak dergâhın kapatılıp müzeye dönüştürüldüğü yıllara dek, genellikle Nakşibendi tarikatına mensup kişiler bu tür kurumlara yönetici olarak atanırdı. Bu kişiler aracılığıyla dergâh, Bektaşiliğin merkezî bir yapısı gibi işlev görmeye devam etmişti.

Dışarıda ise Ulusoy ailesine ait, halk arasında “Çelebiler” olarak bilinen evler fiilen dergâhın yerini almıştı. İnananlar o evlerde el alır, dua eder, gönüllerini güvercinin hafifliğiyle, turna kuşu gibi hafifletirlerdi. Turnalar Semahı, Hacıbektaş Semahı’dır. Elbette birçok yörede semah, turna figürüyle özdeşleşmiştir.

Dergâhın en üst duvarında “Türkçe konuş” ifadesi yer alırdı. Bu söz, birçok Alevi kaynağında “Bu yurtta Türkçe konuş, Türkçe sev ve Türkçe yakar” biçiminde geçer. Yıllar sonra Hacıbektaş’a tekrar gittiğimde bu yazının kaldırıldığını fark ettim. “İsabet olmuş,” dedim içimden. Ancak bu değişiklik, Bektaşilik inancında Türkçe ibadet meselesini yeniden gündeme taşıdı.

Bektaşilik, özellikle Balkanlara açılım sürecinde yeniden keşfedildi. Yeni kurulan devletler içinde Bektaşilik, kurumsal olarak varlığını koruyordu. O kurumlara gidip gelmeler başladığında fark edildi ki, ibadet eden birçok kişi dualarını ana dillerinde değil, anlamadıkları bir dilde ettiklerini fark ediyordu. Bektaşi babaları duaları Türkçe ezberden okuyordu; ancak çoğu, Türkçeyi bile anlayamıyordu.

Türkiye’de ise başlarda devlet, şehirleşen Alevilerin ihtiyaç duyduğu Cemevlerini tanımadı. Ancak zamanla bu yapının kendi işine yaradığını fark etti. Türkiye’nin her bölgesinde farklı biçimlerde yaşanan Alevilik, süreç içinde homojenleşmeye başladı. Baskın anlayışlar, daha zayıf olanları sindirmeye başladı. Genel kurallar geçerliydi; ancak farklılıkları ortaya koyan birçok geleneksel davranış ve ibadet biçimi yok olmaya başladı. Her derneğin kendi “bileni” ya da “otoritesi” ortaya çıkıyor, kendisine “dede” diyenler için yeni kapılar aralanıyor, fikirlerini yaymak isteyen bazı kişiler baskı aracına başvuruyordu.

Avrupa’da kurulan Alevi dernekleri bu süreci hızlandırdı. Hangi şehirden gelenler çoğunluktaysa, o dernekte o bölgenin Alevilik anlayışı baskın hâle geldi. Bugün birçok Alevi, hem cuma namazına gider, hem Sünni İslam’ın orucunu tutar, hem de 12 İmam orucunu yerine getirir. Dernekleşme süreci, heterojen olan Aleviliği hem homojenleştirdi hem de giderek Türkleştirmeye başladı.

MHP kökenli Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, bu homojenleştirme sürecinin izlerini Kazakistan’da da bulmuştu. Orada kurulan Ahmet Yesevî Üniversitesi’nin mütevelli heyeti başkanlığını üstlendi. Bakanlığı döneminde Hacı Bektaş Veli ile Hoca Ahmet Yesevî arasında bir bağ kurulmaya çalışıldı. Ona göre Yesevî, Sünniydi ve Alevilikle doğrudan bir ilgisi yoktu. Ancak aynı zamanda onun bir “Türk öğretisi” sunduğu da iddia edildi: özü, sözü Türk’tü. Böylece Mevlânâ, Hacı Bektaş ve Ahi Evran da “Türk” kimliğiyle tanımlanmaya başlandı. Yıllarca Hacıbektaş’a gelip Sünniliği anlatmaya çalıştı; ancak sanırım bu çabalarından sonuç alamadığı için artık o arayıştan vazgeçtiğini düşünüyorum.

Osmanlı dönemindeki Nakşibendi etkisi, bu kez müze statüsündeki Hacıbektaş Dergâhı üzerinden yeniden inşa edilmeye başlandı. Çünkü Hacıbektaş’ı kontrol eden, Bektaşiliği; dolayısıyla Balkanlar’daki Aleviliği de kontrol edebilirdi. Bu stratejik bir hamleydi. Alevileri sadece kontrol etmek değil, bazı yapılar onları tamamen asimile etmek amacıyla hareket etti. Bu hedef doğrultusunda Aleviliği, Bektaşilik içinde eritmek istediler. Bugün bu süreç, Cemevleri ve dernekler aracılığıyla yavaş ama kararlı bir şekilde sürdürülüyor.

Sosyal medyada bir Alevi ozanın yaptığı paylaşım, özellikle Kürt Aleviler arasında hayal kırıklığına yol açtı. Ancak aynı zamanda birçok Alevi’nin özünü ve sözünü de yansıtıyordu:

“Alevilik, 72 milleti içine alan kadim bir gelenektir. ‘Kürt Alevi’ ya da ‘Türk Alevi’ diye bir tabir yoktur; Kürtçe konuşan Alevi, Türkçe konuşan Alevi veya Zazaca konuşan Alevi vardır. Alevilik, ‘lisan-ı hâl’ dilidir; ibadet dili ise Türkçedir.”
— Erdal Erzincan

Bu konu son yıllarda daha sık dillendirilmeye başlandı. Hatta “Çepni, Türkmen dini” diyenler arttı. Kimine göre Kürtler de Türkmen soyundandır. Elbette herkes kendini hangi soydan görüyorsa öyle adlandırıyor. Ancak Kürtçe ibadet neredeyse ya tamamen yok sayılıyor ya da açıkça reddediliyor.

Devlet Bahçeli’nin 16 Ağustos’ta bir Alevi açılımı yapacağı yönünde bir öngörüm vardı. Ancak yaptırdığı Cemevi zamanında yetişmediği için açılımın 29 Ekim’e ertelendiğine dair duyumlar aldım. Fakat 16 Ağustos yaklaşırken Alevi açılımına dair söylemler ciddi biçimde artmıştı.

Devlet bir bütündür, parçalanamaz.

Bu durum kimilerini şaşırtıyor olabilir, ancak bana kalırsa şaşılacak bir şey yok. Zira bu mesele ilk kez konuşulmuyor. Hatta birçok Alevi dergâhında “Cemevinde ibadet dili Türkçedir” denilerek diğer dillerin kullanımı reddediliyor. Bu yaklaşım, Avrupa’da iki ayrı Alevi federasyonunun kurulmasına neden oldu. Çünkü Cemevlerinin kurumsallaşması süreci, bu tür tartışmalarla birlikte başladı.

Öte yandan “Alevi-Bektaşi” kavramı giderek birleşik bir ifade hâline gelmeye başladı. Bektaşilik, doğrudan Alevilik gibi sunuluyor. Sözde Bektaşilik, “şehir Aleviliği” imiş. Bu da zamanla kanıksandı. Bugün neredeyse her Alevi yayını ve söyleminde “Alevi-Bektaşi” ifadesi birlikte kullanılıyor. Birçok Cemevinde Bektaşiliğe ait simgeler daha baskın hâle geldi.

Katıldığım pek çok cenazede, Bektaşi şapkası takan bir dede ya da baba, Sünni inancıyla neredeyse birebir örtüşen söylemlerle sohbet ederken, yalnızca “Hz. Ali” ismini araya serpiştiriyordu. Buna bizzat şahit oldum.

Sonuç olarak, Aleviler kaybolmaya yüz tutmuş inançlarını Bektaşi şapkası altında kurumsal bir yapıya dönüştürerek sürdürmeye çalışıyor. Bu sayede Alevi açılımı başarıya ulaşmış gibi bir algı oluşturuluyor.

 

İsmail Cem Özkan

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.