12 Eylül: Kırmızı Bir Gün
Bugün 12 Eylül, dün 11 Eylül’dü. Şili’den Türkiye’ye uzanan
Amerikan patentli darbenin yıl dönümü. Birbirinden bu kadar uzakta iki ülke,
aynı metot ve yöntemlerle Amerikan güdümünde yeni bir rotaya sokuldu. Ulus
devletin yok edilip yerine ılımlı İslam soslu, küresel firmaların çıkarına
uygun bir liberalizm sürecinin başlangıç ya da sonlanış tarihidir. Kıbrıs
çıkarması adı verilen süreçle başlayan ambargonun resmen sonlandığı gündür...
12 Eylül, bizim için duvarda yazılı olan “Faşizme ölüm, tek
yol devrim!”, “Faşizme ölüm, halka hürriyet!”, “Kurtuluşa kadar savaş!” … sloganlarının
silinmesi anlamına geliyor. Çünkü sabah marşlarla uyandığımız o sabah, elimizi
hemen boya alıp yazıları silmedik; sildirmediler elbette. Ama ekmek alma
dışında sokağa çıkmanın yasak olduğu bir gündü. Çıkmaz sokağımıza gelen
jandarmanın o sokakta silahıyla oturanlara gücünü gösterdiği gündü...
Marşlar çalıyordu. Eğer marş çalınmamış olsaydı, o akşam
büyük olasılıkla bizim eve bomba atılacaktı. Çünkü sözleşmesi olmayan bir
anlaşma vardı iç çatışmada: Kim elini daha yükseltirse, karşı taraf da o kadar
yükseltiyordu. Evimizin arkası “sınır”dı. Sınırları ilk defa orada gördüm;
siyasetin çizdiği, insanların değil. Evimizin arkası faşist, önü devrimciydi...
O sınırdan geçişler olmazdı. Çünkü geçene bir kurşun
gelmeyeceğini kimse söyleyemezdi. Bugün sınırlarda it dalaşı yapan uçaklar
gibi, biz de “it dalaşı” yapardık. Sınırların ötesine geçer, silahlar konuşur,
varsa fırsat duvar yazılarının üzerine biz de yazımızı yazar, geri dönerdik.
Geçiş dediğin, karşı tarafın direnişini kırmaktır. Bir sabah, bu geçişlerin
ortadan kalktığına şahit olduk...
Devrimci istihbarat, karşı tarafın sanatçılarını, ileri
gelenlerini, silah tutan tetikçileri hakkında bilgi toplamakla uğraşırken;
karşı istihbarat ise kendisini devlet istihbaratına teslim etmişti. Onlar güya
devlet adına cinayet işliyor, devletin Türk olması için çatışıyordu. Hiç
akıllarına gelmiyordu ki devlet, zaten Türk kimliği üzerine inşa edilmişti; ama
faşist yapılar bunu yeterli görmüyor, bu kimliği daha da tekleştirici,
dışlayıcı hale getirmek istiyordu. Diğer ırkların bu devlet içinde temsil
edilmesi bile yoktu. Hangi ırktan olursan ol, bu ulus-devlet içinde Türk ırkı
ve “dünyaya bedel” olan Türk halkı için çalışmak, onu büyütmekle yükümlüydün.
Dini, mezhebi söylemeye gerek yok: İslam, Sünni. Yani Osmanlı’dan alındığı gibi
devam ediyordu. Halife yerine Diyanet İşleri Başkanı oturmuştu. O zamanlar
göstermelik bir makamdı; bugünkü gibi lüks araçlar, lüks seyahatlerle anılan,
elinde kılıçla fetva veren bir kurum değildi...
Sonuçta Türk devletini korumak adına yaratılan düşmana
saldırılıyordu. Öteki taraf ise hayatta kalmak için kendini savunuyordu. Bu
çatışmaların neden yapıldığını hissettiğimiz, yaşadığımız gündür 12 Eylül. O
sabah marşlar çaldı, bildiriler okundu. Sivil hayatın yerini yarı askeri yaşam,
sonra da tam askeri yaşama bıraktı.
12 Eylül’e karşı direniş göstermesi beklenenlerin gücü,
darbeciler tarafından daha önce test edilmişti. Nerede, ne kadar direnecekleri,
ellerindeki silahların yapısı ve niteliği hakkında ayrıntılı raporların olduğu;
darbe yapan generalin anılarında var. Sonuçta sağlam bir zeminde, sokak dili
ile söylersek “kılçıksız” bir darbe yapıldı. 27 Mayıs gibi bir ulusçu/ Türk ırkı
üzerine oturan anayasa, daha da ırkçı, daha az özgürlükçü, daha fazla kontrol
mekanizmasının kurulduğu ve daha İslamî bir devlete dönüşümle sonuçlandı.
Bu darbe, liberal ekonomi adı altında devletin mal
varlıklarının yağmalanmasının önünü açtı. İştahı kabaran sermaye, siyasi
iktidarın yetiştirdiği yeni bir sermaye birikimi yapan şirketlerin doğum günüdür
bu gün. Darbe, işçi sınıfını örgütsüz kılmak için yapılmış ve işçi sınıfı buna
karşı direnmeden, Selimiye Kışlası ve diğer teslim olma noktalarında sıraya
girip teslim olmuştur.
Darbe, sınıfsal karakterini bu sayede gizlemiş; her “anarşiste”
(o zamanlar terör kelimesi pek kullanılmazdı.) karşı yapılmış gibi bir izlenim
vermiştir. Faşist militer güçler bu yüzden hayal kırıklığına uğramıştır. Aynı
koğuşta “kaynaştır, birleştir” modeliyle, benzer kaba işkencelere tabi
tutulmuşlardır. Darbeciler “bir onlardan, bir bunlardan” diyerek idamlara
başlamış; liderlerin hepsi tutuklanarak geçmişin üzeri işkence odalarında
tutanaklarla örtülmeye çalışılmıştır.
Darbe, ulus tarihini değiştiren ilk adımı; işkence
odalarında yaratılan yeni tarihle, savcı tutanakları ve mahkeme kararlarıyla
atmıştır. Siyasi savunma yerine kişisel savunma teşvik edilmiş ve o yönde ortam
hazırlanmıştır. Çünkü bir ülkenin tarihe bakışını değiştirirseniz, halkın
DNA’sını bile değiştirirsiniz. Tüm gelenek, görenek ve alışkanlıklar bu
tarihsel bakışla yeniden şekillendirilebilir. Darbeciler bunu büyük bir
başarıyla gerçekleştirmiştir.
Sol, bu süreçte muhataptır. Ancak bu muhataplık, masa
başında değil; işkence odasında oluşmuş yeni tarih söylemi üzerine oturmuştur.
Mağduriyet aslında faşist taraf için söylenebilir ama sol için aynı şeyi
söylemek doğru değildir. Çünkü darbenin muhatabı daha önceden belli edilmiştir:
Kemal Türkler cinayeti, Fatsa nokta operasyonu ile...
Darbenin muhatap tarafı bellidir; ancak bu tarafın gücü,
direnişi örgütlemeye yetecek güçte örgütlü yapısı olmadığını ortaya
çıkarmıştır, zaten bir mahkemede dönemin lideri “tarihi bizi örgüt olamadığımız
için yargılayacaktır” diye belirtmiştir bu durumu. Eğer örgütlü güç olsaydı,
(hep biz var olduğunu düşündük) ülke bugünkü halinden çok daha farklı olurdu.
Sonuçta bugün otokrat bir liderin zemini o gün döşenmiştir...
12 Eylül günü ben kişisel olarak, elimde varsa kırmızı bir
tişört giyerim. O gün dökülen kanları, işkencede hayatını kaybedenleri,
“operasyon var” denilerek infaz edilenleri; sonuçta öldürülen tüm devrimcileri
o kırmızı tişörtümle anarım. Solun tek bayrağı vardır: Kırmızı. İşçi sınıfının
bayrağıdır o; öldürülmüş bir işçinin gömleğidir.
Bugün benim için kırmızıdır.
O kırmızı içinde adı sanı bilinmeyen, unutturulmaya çalışılan
her devrimcinin, her insanın sözü, sloganı, ütopyası, hayalleri vardır.
Bu yüzden bugün, benim için kırmızı bir gündür.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.