Bir İşgalin Gölgesinde Kurulan Cumhuriyet
Türk resmi tarihini yazıcıları, elbette tarihi kırmış,
biçmiş, yeniden anlamlandırmışlardır. Tarihin gerçeklerini, elbette, yeni
kurulan devlet ve o devletin zayıf yönlerini göstermeyecekti: demir yumruk,
demir irade, sarsılmaz yol! “Bir Türk dünyaya bedeldir!”
Modern Türk devleti adı verilen, hâlen içinde yaşadığımız
Cumhuriyet’in kuruluşu üzerine binlerce destanlaştırılmış kitaplar yazıldığı
gibi, içinde doğruların saklandığı dedikoduların da tarih diye anlatıldığına
şahitlik ederiz. Sonuçta tarih, geçmişin dedikodusudur. Kimin anlattığına bağlı
olarak anlamlar değişir. Genelde ulus devletinde tek yönlü anlatım tercih
edilir, karşı anlatımlar yok sayılır ya da düşmanın propagandası olarak
gözükür. Karşılaştırmalı tarih bizde sadece suç olarak kabul edilir ve bu
konuda yazı yazanlara her türlü eziyeti reva görülür. Bizim tarihimiz tarih
kitaplarından değil de o süreci anlatan romanların içinden öğrenmeye çalıştık.
İzmir işgali olmasaydı, modern Türk devleti olabilir miydi?
Elbette olamayacaktı. Çünkü Türkleri bir araya toplayan bu
işgal, aynı zamanda yeni devletin kuruluş adımlarının Samsun'dan atılmasına
sebep olmuştur. Sonuçta işgal öncesi İstanbul’dan çıkanlar, işgalden sonra
Samsun’a çıkmıştır.
Kurucuları Samsun’da karşılayan İngiliz karakolunun memurları
geçiş damgasını basmamış olsaydı, arkasından gelen konferanslar, toplantılar ve
kurulan kongrelerle yeni devletin ya da var olan devletin kuruluş sürecini
gerçekleştirebilirler miydi? Elbette gerçekleştiremezlerdi.
Yeni bir devleti kuracak olan kadrolar açsından sadece nasıl
savaşılacağını bilmek yeterli değildir. Bu savaşı yürütecek maddi kaynak ve
lojistik destek de önemlidir.
Eldeki kıt imkânlar ile bu yeni ülke nasıl kurulacaktı?
I. Dünya Savaşı yenilgisi yaşayan İttihat ve Terakki Partisi
lider kadroları partilerini dağıtmışlardı, fakat hepten devletten ellerini
çekmemiş devletin devamlılığı için yerine yeni oluşumların koşulları
hazırlanmıştı. Kaçan lider kadroların arkasından açılan davalar, savaş suçunu
konu edinen “cadı” avlarının ortaya çıkardığı dağınıklık; ancak ve ancak
Anadolu toprakları (birilerine göre Küçük Asya) üzerinde oluşacak bir işgale
karşı direniş dalgası ile toparlanabilirdi. İzmir işgali tesadüfen olmuş bir
şey değildir, bugün çok dillendirilen projelerden ya da planlardan biri olma
olasılığı yüksektir, çünkü hiçbir toplumsal olay tesadüfen ortaya çıkmaz.
İzmir işgali, öncelikle İstanbul’da başlayan ve Anadolu’ya
yayılan protestolara sebep olmuştur. Yunan askerinin postalı İzmir’de toprağa
değmemiş olsaydı, işgal altındaki İstanbul’da bu kadar geniş protestolar —
üstelik İngiliz askerlerinin izniyle — alanları doldurabilir miydi? Elbette
hayır!
İşgal altındaki İstanbul’da grevler oluyor, protestolar
yapılıyordu ama işgalci güçlerle gerçek anlamda bir çatışma ve yeniden bir
kurtuluş hareketi oluşmuyordu.
İttihat ve Terakki Partisi’nden kalan ve yer altı örgütü
olan Teşkilât-ı Mahsusa’nın elemanları işgal altındaki topraklarda beklenildiği
kadar fazla etkili değildi. Anadolu’da oluşan hareketlilik üzerine İstanbul
Meclisi’nden alınan kararlar ve oradaki vekillerin Ankara’ya taşınmasıyla
etkisini göstermiştir.
Peki, modern Türk devleti için en önemli olan bu işgal nasıl
gerçekleşti?
Bu konu bizde fazla anlatılmaz. Sonuçta bu, “Yunan
tarihidir!”
Oysa Yunan tarihi içinde yaşananlar aslında bizim iç
işimizdir.
Venizelos’un hayatı, bizim tarihimizin başka bir yönünü
anlatır. İzmir işgali öncesine kadar birçok olayın içinde yer alır ve Yunan
halkı içinde popülerdir. Hatta kraldan daha çok adı geçer. Doğal olarak siyaset
içinde bu popülarite, çatışmayı kaçınılmaz kılar. Sürgüne gider, iktidara
gelir… Yani iktidar mücadelesinin her alanında onun ismini görmek şaşırtıcı
değildir. Sonuçta sürgüne gitmek ve sürgünden güçlenerek dönmek, onun hayatının
özeti gibidir.
Bizi ilgilendiren işgal öncesi yakın tarihe geldiğimizde
ise:
Venizelos, İtilaf Devletleri’nin desteğiyle (Özellikle
İngiliz) krala karşı bir darbe gerçekleştirerek 1917’de tekrar başbakan oldu.
Kral, tahtını oğlu Aleksander’a bırakmak zorunda kaldı. Venizelos, Kral
Konstantin ve Genelkurmay Başkanı Metaksas’ı Haziran 1917’de İsviçre’ye sürgüne
gönderir. Bir ay sonra da Osmanlı Devleti, Almanya, Avusturya-Macaristan ve
Bulgaristan’a savaş açar. Kasım ayında Trakya’ya Yunan askerlerini gönderdi.
Ardından 15 Mayıs 1919’da İzmir’e Yunan askerlerini çıkararak Anadolu
topraklarını çıkararak "Büyük Yunanistan" (Megali Idea) hayalini
gerçekleştirmeye girişir.
İşgalden sonra Venizelos, kendine o denli güveniyordu ki,
parlamentodaki tüm sandalyeleri kazanmak için 7 Eylül 1920’de meclisi
feshederek erken seçime gitti. Kasım ayında yapılan seçimlerde Venizelos
kaybetti. Bu seçimi kaybetmesi elbette sadece iç işlerindeki olaylar etkili
olmamıştı, o sırada işgal topraklarda gelişmeler ve o gelişmelere karşısından
emperyalist devletlerin özellikle İngilizlerin çıkarı da değişmişti. Yerine
gelen kral, var olan işgalden faydalanmak istedi ama artık İngilizlerin çıkarı
bu işgale karşı tutumunu da değiştirmişti.
Mudanya Mütarekesi (3-11 Ekim 1922)olarak tarihe geçen
anlaşmayla, Yunanlıların Anadolu’daki varlığı sona erdi.
Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti, imzaların atıldığı gün
Osmanlı devleti fiilen ortadan kalkarken yerine Ankara merkezli devlet
(tanınmış olarak) fiilen kurulmuş oldu.
Venizelos’un iktidarı, Yunanistan’ın Anadolu’ya asker
çıkarması, İngiliz desteği, ardından bu desteğin çekilmesi ve iktidar
değişimi... Tüm bu gelişmeler olmasaydı, savaşın seyri çok farklı olabilirdi.
Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi, doğrudan Yunan iç siyasetiyle ve İngiliz
çıkarları ile bağlantılıdır.
Bu da bize gösteriyor ki, tarih sadece bizim ne yaptığımızla
değil, aynı zamanda karşımızdakilerin ne yaptığıyla da şekillenir. Resmî tarih
anlatılarında bu karşılıklı ilişki çoğunlukla ihmal edilir.
Tarih, sadece bizim hikâyemiz değil; aynı zamanda
başkalarının bizim üzerimizde kurduğu hikâyelerdir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.