Hakan Tosun’a Dair Birkaç Satır…
Hakan ile Taksim bölgesinde gazetecilik yapan, doğayı seven
herkesin bir anısı vardır.
Benim onunla ilk tanışıklığım İstiklal Caddesinde Galata
Gazete çıkardığım dönemde başlar ve sonrası Gezi Direnişi sırasında gelişti ve
zamanla derinleşen bir dostluğa dönüştü.
O da, diğer gazeteciler ve amatör fotoğrafçılar gibi o
günleri fotoğraflıyordu. Ben ise Taksim Meydanı’ndaki metro duvarına
hazırladığım afişleri asarak korsan bir sergi açmıştım.
Geldi, serginin fotoğraflarını çekti ama bu kareler bana
hiçbir zaman ulaşmadı.
Gezi’den sonra karşılaştığımızda, “Dosyaların arasında
kayboldu, bulamıyorum,” dedi gülerek. Sorun etmedik.
Çünkü zaten çektiğimiz kaç kareye dönüp bakıyoruz ki?
Yıllar içinde her olayda, her etkinlikte yollarımız kesişti.
Zaten bir süre sonra, sokaklarda fotoğraf çekenler birbirini
gözle tanır; sonra dost olur ve o dostlukla yürümeye devam eder.
O dönem, doğa katliamlarına karşı direnişlerin en yoğun
yaşandığı zamanlardı.
Bu süreçte şirketlerin önünde protestolar düzenler,
katliamın yaşandığı yerlere gider, nasıl destek olabileceğimizi konuşur,
araştırmalar yapardık.
Hakan, bu mücadelenin içinde kendini adeta sorumlu hissetti.
Nerede bir çığlık varsa, o oradaydı; o çığlığın görüntüsünü
çekiyor, yaşananları belgeliyordu.
Dağdan dağa, ovadan ovaya; geceleri gündüze çevirerek,
soğuğu sıcağa eyleyerek direnişin tam kalbinde olmaya devam etti.
Ve her zaman yerini korudu.
Benim yolum Gezi’den sonra başka bir yöne saptı belki; ama
Hakan’la olan yoldaşlığımız, dostluğumuz hiç eksilmedi.
Ne zaman karşılaşsak, sanki dün ayrılmışız gibi içten, sıcak
bir sohbete devam ederdik.
Ne gariptir ki, hiç birbirimizin fotoğrafını çekmedik.
Ancak bir karede tesadüfen, arka planda kalmışsak vardır.
Ama belki de bu, en gerçek tanıklığın haliydi.
Hakan sadece bir fotoğrafçı değil; hafızamızın bir
taşıyıcısıydı.
Görünenin ötesine geçen bir bakışın, sessiz ama kararlı bir
direnişin izini süren bir yol arkadaşımızdı.
Bu kararlı duruş, elbette birilerinin işine gelmiyordu.
Yaşanan hak ihlallerinin fotoğraflanması, belgelenmesi;
devlet ihalesiyle toprakları parselleyenlerin, altın arayanların, zeytinlikleri
yok edip yerine maden sahaları kuranların, ormanları yakıp yerine oteller
dikenlerin, bereketli toprakları kazıp içine beton dikenlerin işine gelmiyordu.
O, doğanın sesi; sessiz bir ağacın haykırışı olmuştu.
Direnen bir annenin gözyaşı, öksüz bırakılan köylülerin
seslerine ses oluyordu.
Çadırda yattı; depremin vurduğu yıkıntılar arasında bir
umudun sesi olmak için sessizce bekledi.
O, fazla söze gerek bırakmayan insanlardandı.
Ötekiler gibi katil değil; “Yaşamak için yaşatalım” sözüne
sadık biriydi.
Hakan’la en son Haydarpaşa Dayanışması’nın 700. Buluşmasında
(15 Haziran 2025) karşılaştık.
Ayaküstü sohbet ettik; o eylemin sonuna kadar kaldı, ben ise
erkenden ayrıldım.
Arkamda sessizce fotoğraf çeken bir arkadaşımı son kez
göreceğim aklımın ucundan bile geçmemişti.
Onun kaybolduğuna dair paylaşımlar elime ulaştığında ne
düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemedim.
Sadece, elimden geldiğince daha fazla kişiye ulaşsın diye
afişini yaptım ve “yalnız değildir” diyerek onun yanında olduğumu ilan ettim.
Ölüm saçan şirketlerin çetelerinin neler yapabileceğini
biliyordu belki; ama bir gün kendi bedenine bir sopa gibi ineceğini
düşünmemişti.
Başına aldığı darbeler sonucu beyin ölümü gerçekleşti.
Anısı sadece fotoğraflarda değil; birlikte yürüdüğümüz
sokaklarda, astığımız afişlerde, gece nöbetlerinde, dağlarda ve meydanlardadır.
O hep yüzü gülerken, sıcak sohbetleri ile aramızda hep
yaşayacaktır...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.