Galata Gazete


13 Ekim 2025 Pazartesi

Hakan Tosun’a Dair Birkaç Satır…

Hakan Tosun’a Dair Birkaç Satır…

Hakan ile Taksim bölgesinde gazetecilik yapan, doğayı seven herkesin bir anısı vardır.

Benim onunla ilk tanışıklığım İstiklal Caddesinde Galata Gazete çıkardığım dönemde başlar ve sonrası Gezi Direnişi sırasında gelişti ve zamanla derinleşen bir dostluğa dönüştü.

O da, diğer gazeteciler ve amatör fotoğrafçılar gibi o günleri fotoğraflıyordu. Ben ise Taksim Meydanı’ndaki metro duvarına hazırladığım afişleri asarak korsan bir sergi açmıştım.

Geldi, serginin fotoğraflarını çekti ama bu kareler bana hiçbir zaman ulaşmadı.

Gezi’den sonra karşılaştığımızda, “Dosyaların arasında kayboldu, bulamıyorum,” dedi gülerek. Sorun etmedik.

Çünkü zaten çektiğimiz kaç kareye dönüp bakıyoruz ki?

Yıllar içinde her olayda, her etkinlikte yollarımız kesişti.

Zaten bir süre sonra, sokaklarda fotoğraf çekenler birbirini gözle tanır; sonra dost olur ve o dostlukla yürümeye devam eder.

O dönem, doğa katliamlarına karşı direnişlerin en yoğun yaşandığı zamanlardı.

Bu süreçte şirketlerin önünde protestolar düzenler, katliamın yaşandığı yerlere gider, nasıl destek olabileceğimizi konuşur, araştırmalar yapardık.

Hakan, bu mücadelenin içinde kendini adeta sorumlu hissetti.

Nerede bir çığlık varsa, o oradaydı; o çığlığın görüntüsünü çekiyor, yaşananları belgeliyordu.

Dağdan dağa, ovadan ovaya; geceleri gündüze çevirerek, soğuğu sıcağa eyleyerek direnişin tam kalbinde olmaya devam etti.

Ve her zaman yerini korudu.

Benim yolum Gezi’den sonra başka bir yöne saptı belki; ama Hakan’la olan yoldaşlığımız, dostluğumuz hiç eksilmedi.

Ne zaman karşılaşsak, sanki dün ayrılmışız gibi içten, sıcak bir sohbete devam ederdik.

Ne gariptir ki, hiç birbirimizin fotoğrafını çekmedik.

Ancak bir karede tesadüfen, arka planda kalmışsak vardır.

Ama belki de bu, en gerçek tanıklığın haliydi.

Hakan sadece bir fotoğrafçı değil; hafızamızın bir taşıyıcısıydı.

Görünenin ötesine geçen bir bakışın, sessiz ama kararlı bir direnişin izini süren bir yol arkadaşımızdı.

Bu kararlı duruş, elbette birilerinin işine gelmiyordu.

Yaşanan hak ihlallerinin fotoğraflanması, belgelenmesi; devlet ihalesiyle toprakları parselleyenlerin, altın arayanların, zeytinlikleri yok edip yerine maden sahaları kuranların, ormanları yakıp yerine oteller dikenlerin, bereketli toprakları kazıp içine beton dikenlerin işine gelmiyordu.

O, doğanın sesi; sessiz bir ağacın haykırışı olmuştu.

Direnen bir annenin gözyaşı, öksüz bırakılan köylülerin seslerine ses oluyordu.

Çadırda yattı; depremin vurduğu yıkıntılar arasında bir umudun sesi olmak için sessizce bekledi.

O, fazla söze gerek bırakmayan insanlardandı.

Ötekiler gibi katil değil; “Yaşamak için yaşatalım” sözüne sadık biriydi.

Hakan’la en son Haydarpaşa Dayanışması’nın 700. Buluşmasında (15 Haziran 2025) karşılaştık.

Ayaküstü sohbet ettik; o eylemin sonuna kadar kaldı, ben ise erkenden ayrıldım.

Arkamda sessizce fotoğraf çeken bir arkadaşımı son kez göreceğim aklımın ucundan bile geçmemişti.

Onun kaybolduğuna dair paylaşımlar elime ulaştığında ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemedim.

Sadece, elimden geldiğince daha fazla kişiye ulaşsın diye afişini yaptım ve “yalnız değildir” diyerek onun yanında olduğumu ilan ettim.

Ölüm saçan şirketlerin çetelerinin neler yapabileceğini biliyordu belki; ama bir gün kendi bedenine bir sopa gibi ineceğini düşünmemişti.

Başına aldığı darbeler sonucu beyin ölümü gerçekleşti.

Anısı sadece fotoğraflarda değil; birlikte yürüdüğümüz sokaklarda, astığımız afişlerde, gece nöbetlerinde, dağlarda ve meydanlardadır.

O hep yüzü gülerken, sıcak sohbetleri ile aramızda hep yaşayacaktır...

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.