Galata Gazete


20 Kasım 2025 Perşembe

Doğadan Kopan İnsan ve Zehirle Kurulan Yeni Dünya

Doğadan Kopan İnsan ve Zehirle Kurulan Yeni Dünya

Alüminyum fosfat bir aileyi ortadan kaldırdı… İnsan, kendi dışında canlıların aynı ortamda yaşamasını kendisine tehdit olarak görmüş ve onları yok etmek için her türlü aracı, silahı ve zehri geliştirmiştir.

İnsan, kendisini doğadan koparırken, doğada var olanların kendi yaşam alanında bulunmasını bir biyolojik silah gibi algılıyor; onlara karşı düşmanca bir hukuk, daha doğrusu hukuksuzluk, işletiyor: “Olanı imha et, bir daha bulunmasın” diyerek bir tür soykırıma girişiyor.

Doğadan kopuş yalnızca fiziki değil; insanın kendisini bütün canlılardan üstün gören zihinsel bir evrilişidir. Bu zihinsel kopuş, sonraki tüm şiddetin temelini oluşturur.

İnsanların böcekler, fareler, akreplerle savaşı yeni değildir. Orta Çağ’ın büyük salgınlarının hayvanlardan bulaştığına inanılan dönemlerinde, vebalılar için adalar oluşturulmuş; toplumdan dışlanan bu insanlar için ayrı mezarlıklar yapılmıştır. Ölüme terk edilen bu kitleler, savaş zamanlarında karşı tarafın kale surlarını aşmak için bile kullanılmış; su kaynaklarına atılarak vebanın korunaklı şehir içine yayılması amaçlanmıştır.

Böcekler ve hastalıklar hem korku hem de savaş aracı olarak kullanıla gelmiştir.

Tarih boyunca korku, çoğu zaman bilginin yerine geçti; hastalıkların kaynağı anlaşılmadıkça her canlı potansiyel düşman sayıldı.

Bugün laboratuvarlarda biyolojik silah çeşitliliği artmakta; barış zamanında bile bu silahların toplum içinde ne kadar sürede, ne kadar alanı etkilediği üzerine testler yapılmaktadır. Bir anda, hiç bağlantısı olmayan bir coğrafyada ölümler artabiliyor. Ölümlerin Allah’tan geldiğine inananlar için tek çare dua etmek gibi görünürken, bu ölümleri silah olarak kullananlar için her ölüm bir veri, bir ölçüm, bir deney niteliği taşıyor.

Böcekler bir anlamda silahtır; çünkü doğadan kopan insan, kendi ölümünü yine doğadan kopararak yok ettiği canlılardan devşirdiği yöntemlerle hazırlamaktadır.

Modern dünyada ölüm bile rastlantı olmaktan çıktı; hesaplanan, ölçülen, izlenen bir olguya dönüştü. Bu da insanı yalnızca kurban değil, aynı zamanda veri hâline getiriyor.

Büyük şehirlerde böceklerden kurtulmak için kontrolsüz bir savaş yürütülüyor. Geçmişte ülkemizde satışı serbest olan, ancak Amerika’da yasaklanan fare zehirleri uzun süre yaygın biçimde kullanıldı. Bu kullanımın ardından Alzheimer hastalığının ülkemizde belirgin biçimde arttığını bugün yaşayarak görüyoruz. Söz konusu zehirlerin ciddi yan etkileri vardı; ancak yakın zamana kadar evlerin salonlarına, odalarına, mutfaklarına, kilerlerine bırakılarak solunması kaçınılmaz hâle getirildi. Hepimiz farkında olmadan o gazların kurbanı olduk.

İnsan, kendisini koruduğunu sandığı her müdahalede aslında görünmez bir bedel ödüyor; bu bedelin ne olduğunu ise çoğu zaman yıllar sonra fark ediyor.

Yaz aylarında bizi sinir eden sivrisinek vızıltısı, birçok salgın hastalığın da habercisi olabilir. Steril ortamda üretilmiş sivrisineklerin barış zamanında bile insanları öldürmek için kullanılabildiği bilinirken, sivrisineği yok etmek için üretilen ilaçlar devasa bir pazar oluşturmaktadır. İlaç firmaları ürettikleri zehirleri “etkisiz hâle getirmek” bahanesiyle oda spreyi ya da vücut spreyi şeklinde tüketiciye sunmaya devam ediyor.

Piyasa, tehdidi yok etmeye değil; tehdidi sürekli kılarak kârı büyütmeye odaklanır. Sorun çözülmez, yalnızca satın alınabilir hâle getirilir.

Kapitalist dünyada hayvanlara ya da insanın hoşuna gitmeyen diğer canlılara karşı kullanılan her araç bir piyasa ürünüdür. Bu rahatsızlıklar, birilerinin kasasını dolduran bir ürüne, bir pazarlama stratejisine ve bir PR çalışmasına dönüşüyor.

Doğadan kopan insan, doğanın canlılarını kendisinden uzaklaştırırken; onların yokluğuyla şekillenen yeni ekosistemde, yine o canlılara karşı geliştirilen ürünlerle yeni bir tüketici kitlesi yaratıyor. Bu kitleyi sürekli ve istikrarlı biçimde hasta ederek yeni ilaçlara ihtiyaç duyar hâle getiriyor; depolardaki üretilmiş ilaçlar tükenene kadar da insanların çaresizliğini izleyerek para kazanmaya devam ediyorlar.

Böylece insan, hem av hem avcı, hem üretici hem tüketilen hâline gelir; modern düzenin en büyük ironisi budur.

Alüminyum fosfat, Nazi rejimi döneminde insanların duş odalarına alınıp suyla karıştırılarak Yahudileri, Çingeneleri, komünistleri ve ötekileştirilen tüm grupları boğmak için kullanıldı. Duş yaptığını sanan insanlar, bu karışım nedeniyle nefessiz kalarak hayatlarını kaybettiler. Bugün Naziler yok belki, ama onların mirasını devralanlar hâlâ görev başında.

Bir insanın ya da bir böceğin ölmesi arasında onlar için fark yok; sonuçta öldürmek amacıyla üretilmiş bir zehir işlevini yerine getiriyor. Bizler ise ya ölerek ya da muhtaç hâle getirilip sağlık sistemine bağımlı bırakılarak, sahip olduğumuz tüm birikimlerin elimizden alınmasını gözyaşlarıyla izliyoruz.

Belki de en acı soru şudur: İnsan kendi yarattığı zehirden kaçabileceğine gerçekten inanıyor mu?

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.