Doğadan Kopan İnsan ve Zehirle Kurulan Yeni Dünya
Alüminyum fosfat bir aileyi ortadan kaldırdı… İnsan, kendi
dışında canlıların aynı ortamda yaşamasını kendisine tehdit olarak görmüş ve
onları yok etmek için her türlü aracı, silahı ve zehri geliştirmiştir.
İnsan, kendisini doğadan koparırken, doğada var olanların
kendi yaşam alanında bulunmasını bir biyolojik silah gibi algılıyor; onlara
karşı düşmanca bir hukuk, daha doğrusu hukuksuzluk, işletiyor: “Olanı imha et,
bir daha bulunmasın” diyerek bir tür soykırıma girişiyor.
Doğadan kopuş yalnızca fiziki değil; insanın kendisini bütün
canlılardan üstün gören zihinsel bir evrilişidir. Bu zihinsel kopuş, sonraki
tüm şiddetin temelini oluşturur.
İnsanların böcekler, fareler, akreplerle savaşı yeni
değildir. Orta Çağ’ın büyük salgınlarının hayvanlardan bulaştığına inanılan
dönemlerinde, vebalılar için adalar oluşturulmuş; toplumdan dışlanan bu
insanlar için ayrı mezarlıklar yapılmıştır. Ölüme terk edilen bu kitleler,
savaş zamanlarında karşı tarafın kale surlarını aşmak için bile kullanılmış; su
kaynaklarına atılarak vebanın korunaklı şehir içine yayılması amaçlanmıştır.
Böcekler ve hastalıklar hem korku hem de savaş aracı olarak
kullanıla gelmiştir.
Tarih boyunca korku, çoğu zaman bilginin yerine geçti;
hastalıkların kaynağı anlaşılmadıkça her canlı potansiyel düşman sayıldı.
Bugün laboratuvarlarda biyolojik silah çeşitliliği artmakta;
barış zamanında bile bu silahların toplum içinde ne kadar sürede, ne kadar
alanı etkilediği üzerine testler yapılmaktadır. Bir anda, hiç bağlantısı
olmayan bir coğrafyada ölümler artabiliyor. Ölümlerin Allah’tan geldiğine
inananlar için tek çare dua etmek gibi görünürken, bu ölümleri silah olarak
kullananlar için her ölüm bir veri, bir ölçüm, bir deney niteliği taşıyor.
Böcekler bir anlamda silahtır; çünkü doğadan kopan insan,
kendi ölümünü yine doğadan kopararak yok ettiği canlılardan devşirdiği
yöntemlerle hazırlamaktadır.
Modern dünyada ölüm bile rastlantı olmaktan çıktı;
hesaplanan, ölçülen, izlenen bir olguya dönüştü. Bu da insanı yalnızca kurban
değil, aynı zamanda veri hâline getiriyor.
Büyük şehirlerde böceklerden kurtulmak için kontrolsüz bir
savaş yürütülüyor. Geçmişte ülkemizde satışı serbest olan, ancak Amerika’da
yasaklanan fare zehirleri uzun süre yaygın biçimde kullanıldı. Bu kullanımın
ardından Alzheimer hastalığının ülkemizde belirgin biçimde arttığını bugün
yaşayarak görüyoruz. Söz konusu zehirlerin ciddi yan etkileri vardı; ancak
yakın zamana kadar evlerin salonlarına, odalarına, mutfaklarına, kilerlerine
bırakılarak solunması kaçınılmaz hâle getirildi. Hepimiz farkında olmadan o
gazların kurbanı olduk.
İnsan, kendisini koruduğunu sandığı her müdahalede aslında
görünmez bir bedel ödüyor; bu bedelin ne olduğunu ise çoğu zaman yıllar sonra
fark ediyor.
Yaz aylarında bizi sinir eden sivrisinek vızıltısı, birçok
salgın hastalığın da habercisi olabilir. Steril ortamda üretilmiş
sivrisineklerin barış zamanında bile insanları öldürmek için kullanılabildiği
bilinirken, sivrisineği yok etmek için üretilen ilaçlar devasa bir pazar
oluşturmaktadır. İlaç firmaları ürettikleri zehirleri “etkisiz hâle getirmek”
bahanesiyle oda spreyi ya da vücut spreyi şeklinde tüketiciye sunmaya devam
ediyor.
Piyasa, tehdidi yok etmeye değil; tehdidi sürekli kılarak
kârı büyütmeye odaklanır. Sorun çözülmez, yalnızca satın alınabilir hâle
getirilir.
Kapitalist dünyada hayvanlara ya da insanın hoşuna gitmeyen
diğer canlılara karşı kullanılan her araç bir piyasa ürünüdür. Bu
rahatsızlıklar, birilerinin kasasını dolduran bir ürüne, bir pazarlama
stratejisine ve bir PR çalışmasına dönüşüyor.
Doğadan kopan insan, doğanın canlılarını kendisinden
uzaklaştırırken; onların yokluğuyla şekillenen yeni ekosistemde, yine o
canlılara karşı geliştirilen ürünlerle yeni bir tüketici kitlesi yaratıyor. Bu
kitleyi sürekli ve istikrarlı biçimde hasta ederek yeni ilaçlara ihtiyaç duyar
hâle getiriyor; depolardaki üretilmiş ilaçlar tükenene kadar da insanların
çaresizliğini izleyerek para kazanmaya devam ediyorlar.
Böylece insan, hem av hem avcı, hem üretici hem tüketilen
hâline gelir; modern düzenin en büyük ironisi budur.
Alüminyum fosfat, Nazi rejimi döneminde insanların duş
odalarına alınıp suyla karıştırılarak Yahudileri, Çingeneleri, komünistleri ve
ötekileştirilen tüm grupları boğmak için kullanıldı. Duş yaptığını sanan
insanlar, bu karışım nedeniyle nefessiz kalarak hayatlarını kaybettiler. Bugün
Naziler yok belki, ama onların mirasını devralanlar hâlâ görev başında.
Bir insanın ya da bir böceğin ölmesi arasında onlar için
fark yok; sonuçta öldürmek amacıyla üretilmiş bir zehir işlevini yerine
getiriyor. Bizler ise ya ölerek ya da muhtaç hâle getirilip sağlık sistemine
bağımlı bırakılarak, sahip olduğumuz tüm birikimlerin elimizden alınmasını
gözyaşlarıyla izliyoruz.
Belki de en acı soru şudur: İnsan kendi yarattığı zehirden
kaçabileceğine gerçekten inanıyor mu?
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.