Galata Gazete


15 Kasım 2025 Cumartesi

Tüketilen Bir Kuşağın Sessiz Çığlığı

 Tüketilen Bir Kuşağın Sessiz Çığlığı


Haberlere bakıyorum; yandaş, candaş, muhalif ya da değil… Hepsinin ana teması belli: Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılık ve ekonomideki krizin neden olduğu, sonuçları ölüme kadar varan bir saldırganlık. Kendini ifade edemeyen erkeğin kadını öldürmesi, kendi ayakları üzerinde duran kadına yönelik şiddet sarmalı… Tüm bunlar, sistemin yaşadığı çöküşün aileye ve bireye kadar inmiş hali.

Solcu geçmişe sahip ailelerin çocuklarının çetelere karışması, uyuşturucuya yönelmesi ya da torbacılık yapması… Bunların hiçbiri tesadüf değil; hepsi, gerçeğin üzerini Instagram filtresiyle örter gibi parlatılmış haber bültenlerinin gölgesinde büyüyor. Bir yandan “Sokağa çıkmayın, çete gelir vurur” korkusu pompalanıyor, diğer yandan yağmur gibi yağan zamlarla alım gücü eriyor. İnsanlar mücadele etmek yerine “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” kolaycılığına teslim ediliyor. Bütün bunların “ülkenin bekası” adına yapıldığı söyleniyor. Devletin çıkarı varsa gerisi teferruat!

Toplumsal şiddet, aile içi mesele gibi sunuluyor; medya gerçekliği uyuşturuyor. Sosyal medyaya sığınan gençler ise yaşadıklarını değil hayallerini sergiliyor; görünürlük için yarışırken algoritmanın kölesi hâline geliyorlar. “Kaç kişi beğendi, hangi açı daha seksi, hangi saat daha çok izlenir” gibi sorular hayatlarının merkezine yerleşiyor.

Ey hayattan kopmuş birey… Birinci vazifen tüketmek. İkinci vazifen yok. Korkuyu büyütmek için erkeksin silah, kadınsan bedenin üzerinden değer biçiyorlar. Sana sunulan düzen, hayallerin yerine bedenini satmanı öneriyor; başka sermaye bırakmadıkları için…

Ama yetmiyor. Sana bir de başkasının gemisinin güvertesinde seksi poz vermeni söylüyorlar. Çünkü seni asıl beğenecek olanlar o gemilerin sahipleri; parası, gücü, medya araçları elinde olanlar… Sokakta çöp toplayan, atölyede sabahlayan, plazalarda getir-götür yapan milyonlar beğense ne olacak? Sana ulaşmaları mümkün değil; çünkü kendini onlara değil, zenginliğin ışığında poz veren efendilere sunman isteniyor.

Dünyanın her yerinde servet elitleri, şöhreti ve güzelliği bir yatırım aracı gibi görür. Zamanında gençliklerini sömürenler de, bugün sosyal medya üzerinden aynı düzeni yeniden üretiyor. Gücü elinde tutanların iştahının, genç bedenler üzerinde nasıl bir pazar yarattığını anlamak için komplo aramaya gerek yok; ortada işleyen dev bir endüstri var.

Ey parası olmayan milyonlar…
Ey çocuklarına anne babalık yapamayan, yapmasına izin verilmeyen ebeveynler…
Eskiden evlatlarınızı “vatan için” ölmeye gönderirdiniz; şimdi “gelecek kurmak için” yurtdışına gönderiyorsunuz.

Ama hiç düşündünüz mü?
Hangi sorundan kaçırırsanız kaçırın, onları daha büyük bir kaosun içine attığınız anlar da olabilir. Gittiği yerde yalnızlaşan, kimliksizleşen, köksüzleşen bir genç… Bu da başka bir kırılma, başka bir kayboluş değil midir?

Bugün toplumun yaşadığı çürüme, bireyin ahlaki kusuru değil; sistemin ürettiği bir sonuçtur. Gençler bozulduğu için düzen çökmüyor; düzen çöktüğü için gençler savruluyor. Ve biz, ışıkları parlayan ekranlarda sunulan hayallerin içinde kaybolurken, gerçeklik en sessiz yerlerde kanamaya devam ediyor.

Ama yine de…
Her çürümenin içinde bir filiz saklıdır. Toplumu ayakta tutan şey, ekranlarda parlayan sahte hayatlar değil; görünmezce süren küçük direnişlerdir. Bir genç kendi bedenini değil, aklını ve emeğini değerli kıldığında; bir anne korkuya teslim olmayıp çocuğuna adalet duygusunu aşıladığında; bir baba susmak yerine gerçeği söylediğinde; bir öğretmen, bir işçi, bir öğrenci “ben böyle yaşamak zorunda değilim” dediğinde sistemin çarkı bir kez daha tökezler.

İnsanı çürüten de sistemdir, iyileştiren de insanın kendisidir.
Ve insan, umudu en derin karanlıklarda bile üretebilen tek varlıktır.

Belki bir gün, tüketilen bu kuşak kendi sesini geri alacak;
belki bir gün sahte parıltılar yerine gerçeğin ışığı değer kazanacak;
belki de değişim, hiç beklemediğimiz bir yerden filizlenecek.

Çünkü umut, en çok çaresiz görünenlerde büyür.
Ve bugün “sessiz çığlık” dediğimiz şey, yarın bir toplumun uyanışına dönüşebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.