Galata Gazete


10 Kasım 2025 Pazartesi

Hilafetten Komünizme: Devlet, Karşıtlık ve Tarihsel İzler

Hilafetten Komünizme: Devlet, Karşıtlık ve Tarihsel İzler

Türkiye’nin modernleşme süreci, çoğu zaman karşıtlıklar üzerinden şekillenmiş bir tarihsel yapıyı yansıtır. Kemalizm, kendini tanımlarken “karşıt”ları referans noktası olarak belirlemiş; bu karşıtlıklar hem devletin sınırlarını hem de güvenlik reflekslerini şekillendirmiştir. Devletin bu yaklaşımı, yalnızca siyasi bir strateji değil, aynı zamanda toplumsal düzeni ve kimlik sınırlarını belirleme çabasıdır.

Hilafetin yeniden canlanması korkusu, modern ulus-devletin kurumsal temellerini güvence altına alma stratejisinin bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, dinin toplumsal bir fenomen olmaktan çıkarılarak devlet mekanizmasının bir parçası hâline getirilmesini sağlamış ve dini toplumsal etkilerden bağımsız biçimde denetim altına almayı amaçlamıştır. Ancak uzun vadede bu strateji, bağımsız dini-siyasal odakların güçlenmesine ve günümüzde süregelen laik–anti laik gerilimlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Hilafetin tarihsel deneyimi, günümüz çağrılarını anlamak açısından kritik bir gösterge sunar. Geçmişte güç mücadeleleri, mezhep ayrılıkları ve baskıcı yönetimler sıradan uygulamalardı. Bugün bazı kesimlerde dile getirilen hilafet çağrıları, sadece tarihsel bilgisizlik değil; Ortadoğu’da hâlâ yaşanan baskıcı yönetimler, mezhep çatışmaları ve toplumsal karanlık, hilafetin bugünkü en korkunç senaryosunu oluşturmaktadır. IŞİD ve El Kaide örnekleri, bu tehdidin somut sonuçlarını göstermektedir. Böylece hilafet çağrıları, tarihsel bir merak değil, modern dünyada hâlâ ciddi sonuçlar doğurabilecek bir tehlike olarak okunmalıdır.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında devlet, bir diğer karşıtlık ekseni olarak komünizmi hedef aldı. 1920’lerde bile komünizm “rejim için tehlikeli fikir” olarak tanımlanmıştı. Devlet, bu tehdidi yalnızca siyasal düzlemde değil, toplumsal yapının ideolojik biçimlenişinde de kontrol altına almak istedi. Bu noktada dini çevreler ve tarikatlar, komünizme karşı stratejik araçlar olarak devreye sokuldu. Komünizm, özellikle tarikatların etkili olduğu bölgelerde dini bir sadakat göstergesi hâline getirildi; çoğu zaman içeriği anlaşılmasa da, “dine ve millete düşmanlık” biçiminde temsil edildi. Bu süreç, tarihsel olarak var olan kimlik temelli önyargıların – özellikle Kürt ve Alevi topluluklarına yönelik mesafelerin – yeniden üretilmesine olanak sağladı.

Hilafet ve komünizm karşıtlığı, aslında devletin kendini tanımlama ve toplum üzerinde kontrol kurma stratejisinin iki boyutu olarak görülebilir. Modern ulus-devletlerin kimlik inşası genellikle “Biz kimiz?” sorusuna cevap ararken “Biz kim değiliz?” sorusunu merkeze alır. Kemalizm’in bu iki karşıtlık üzerinden kendini konumlandırması, hem ideolojik sınırlarını belirlemiş hem de toplumda sürekli bir “öteki” üretme ihtiyacını doğurmuştur. Devlet, ideolojik tehditleri dengelemek için dini çevreleri kontrollü biçimde kullanmış olsa da, bu stratejinin uzun vadeli etkisi kalıcı toplumsal kutuplaşmalar yaratmıştır.

Tarih boyunca devlet-toplum ilişkisi çoğu zaman “denetim” ve “korku” üzerine inşa edilmiştir. Bugün hilafet çağrıları, komünizm karşıtlığı veya dini-siyasal kutuplaşmalar yalnızca bireysel hatalar ya da belirli grupların tepkisi olarak açıklanamaz; bunlar, uzun tarihsel süreçlerin ve stratejik planlamaların güncel tezahürleridir. Geçmişi doğru okumak, bugünün toplumsal ve bölgesel dinamiklerini anlamak için hâlâ en güvenilir yoldur. Ve belki de en önemlisi, tarih bize gösteriyor ki bir toplum kendi kimliğini sürekli karşıtlar üzerinden tanımladığında, ötekinin varlığı her zaman bir gölge gibi peşinden gelir.

İsmail Cem Özakn

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.