Sessizliğin Tarihi: İtaat ve Korku
“Kelebeklerin Dili” (La lengua de las mariposas) adlı filmi
izledim.
Hikâye, sıradan bir İspanyol kasabasında geçiyor; okul
çağındaki çocukların ilk gün heyecanı, bir terzinin en küçük oğlunun gözünden
anlatılıyor. O küçük çocuğun dayak korkusu vardır, ancak okulda bunun tam
tersiyle karşılaşır: Öğretmeninin ilgisi ve sabrı sayesinde, ilk günün heyecanı
kısa sürede alışkanlığa dönüşür.
Ailenin iç yapısı da ayrı bir çatışmayı yansıtır: Annesi
koyu Katolik, babası Cumhuriyetçidir. Küçük kasabalarda herkes birbirini tanır;
parası olan öndedir, sesi daha çok çıkar. Burjuva kültürünü içselleştirmemiş,
ama parayla bir sınıfa yaklaşmış insanlar vardır. Zaman, faşizmin ayak
seslerinin duyulduğu dönemdir.
İspanya henüz iç savaşa girmemiştir; ancak cepheler
ayrılmaya başlamış, farklı düşüncelere sahip olanlar örgütlenmiştir. Öğretmen
Don Gregorio, Köy Enstitüsü veya öğretmen okulu mezunu idealistlerimizi
hatırlatan bir figürdür. Dayağa karşıdır, bilimin ışığında öğrencilerine
yaklaşır.
Kasabanın meyhanesi, siyasi tartışmaların ve radyodan gelen
haberlerin merkezi halindedir. Gelmekte olan büyük çatışmanın izlenebildiği bir
süreçtir bu. Cumhuriyetçiler darbeyi izler; ancak engel olabilecek bir konumda
değildirler. Halk, Cumhuriyetçi olsa da, faşistlerin güç karşısında sessizce
taraf değiştirir. Darbe günü ve sonrasındaki gecelerde insanlar evlerinden
alınır, işkencelerden geçirilir.
Düşman bellidir: Cumhuriyetçiler. Monarşi, İspanya’da
yeniden iktidardadır ve bu darbe, ülkenin en uzun sürecek diktatörlüğünü
başlatacaktır. Ancak darbeci lider öldükten sonra Cumhuriyet yeniden kurulacak,
mezarı devlet mezarlığından çıkarılacaktır.
Küçük kasabada, öğretmeninin tutuklanması sırasında ailesi
çocuktan aleyhine bağırmasını ister. Bağırırsa “özgürce” yaşayacaktır. Kitaplar
yakılmış, niyetler değişmiş, Cumhuriyet’i savunan hiçbir şey kalmamıştır.
Düzenin insanı gibi görünen ama gönlü başka, çıkarı başka olanların oluşturduğu
bir kasaba…
Toplumlar çoğu zaman faşizmi yalnızca politik bir olay
sanır; oysa faşizm, gündelik hayata ve bireysel vicdanlara kadar sızan bir
korku rejimidir. Bir çocuk bile, korkuyla doğru bildiğinden vazgeçebilir.
Film, İspanya’nın iç savaşına giden süreci anlatırken
hikâyesi evrenseldir; çünkü faşizm yalnızca bir yönetim biçimi değil, insanın
ruhuna işleyen bir korkudur. Türkiye’de de benzer kasabalar, öğretmenler ve
korkular yaşandı.
12 Eylül öncesinde pek çok yerde insanlar kendi küçük
“cumhuriyetlerini” kurmuştu: okullarda, derneklerde, köylerde, mahallelerde.
Devrimciler, idealistler, öğretmenler halkla iç içeydi. Ancak darbe ve darbe
öncesi “Nokta Operasyon” geldiğinde bu umut bir gecede susturuldu. Dün “halkın
öğretmeni” olarak sahip çıkılan insanlar, ertesi gün “sakıncalı” oldu. Evler
basıldı, kitaplar yakıldı, kelimeler bile suç sayıldı. Tıpkı İspanya’da olduğu
gibi, okunmuş kitaplar sakıncalı diye yakıldı. Kitapların yanması, sessizce
korkuya teslim olmanın bir göstergesiydi.
İspanya’da küçük bir çocuk öğretmenine bağırarak kurtulmaya
çalıştıysa, Türkiye’de de birçok insan susarak hayatta kalmaya çalıştı. Korku,
her ülkede farklı biçimlerde aynı sonucu doğurdu: İtaat edenler “özgür”
sayıldı.
Filmin en büyük başarısı, ideolojiyi değil insanı
anlatmasıdır: bir öğretmenin vicdanı, bir çocuğun masumiyeti, bir toplumun
sessizliği… Film, yalnızca İspanya’nın tarihine değil, baskı görmüş tüm toplumların
kalbine dokunur. Faşizm, savaş meydanlarında değil, insanların içinde başlar.
Ve o sessizlik, bir kez yerleştiğinde kuşaklar boyunca sürer. İnsanlar
“özgürce” yaşarlar — ancak yalnızca itaat ettikleri sürece.
İsmail Cem Özkan
Film Bilgileri
Orijinal Adı: La lengua de las mariposas
Ülke: İspanya
Yapım Yılı: 1999
Yönetmen: José Luis Cuerda
Senaryo: Rafael Azcona, José Luis Cuerda (Manuel Rivas’ın
öyküsünden uyarlanmıştır)
Oyuncular: Fernando Fernán Gómez, Manuel Lozano, Uxía
Blanco, Gonzalo Martín Uriarte, Alexis de los Santos
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.