Eşeğin Gölgesi – Bir Absürdün Bugüne Düşen Gölgesi
Bakırköy Belediye Tiyatrosu, Eşeğin Gölgesi oyunu ile
seyircisine prömiyerle merhaba dedi. Oyunu nasıl yazacağım konusunda kafamda
birçok alternatif dolaştırdım; ancak en sonunda, oyunu izleme şansı olmayanlara
yönelik yazmayı tercih ettim. Sonuçta oyunu izleme şansı olanlar, kendi
fikirlerini oluşturacaktır. Önemli olan, gitme imkânı olmayan ve okumayı
sevenlere doyurucu bilgi vermek. Nasıl olsa teknik ve akademik tarafını mutlaka
birileri yazacaktır…
Oyunun sahnelendiği Bakırköy Belediye Tiyatroları Leyla
Gencer Sahnesi (tam adıyla Leyla Gencer Opera Sanat Merkezi), Bakırköy
Adliyesi’nin arkasında yer alıyor. Çok güzel, modern bir bina. Beklediğimden
daha etkileyici geldi. Binanın yüzünde dev bir ekran karşıladı. İçeri girip
salonu görünce daha da şaşırdım. Akustiğe özen gösterilmiş ve sahnenin
derinliği gerçekten etkileyiciydi. Sahne adeta salonu kucaklıyordu.
Haldun Taner’in 1965 yılında yazdığı Eşeğin Gölgesi adlı
oyunu izleyecektim. Salonda Haldun Taner’in eşinin bulunması, metne ve biçime
ne kadar dikkat edildiğini gösteriyordu.
Eşeğin Gölgesi, Türk tiyatrosunda epik tiyatronun ilk
örneklerinden biridir. Taner, Samsatlı Lukianos’un bir masalından yola çıkarak
batı epik geleneğini Türk ortaoyunu unsurlarıyla buluşturur. Bu nedenle oyun
hem yerli hem evrensel bir dile sahiptir. İlk sahnelenişinde “komünizm
propagandası” gerekçesiyle soruşturmaya uğramış olması bile, oyunun düzenle ve
güç ilişkileriyle kurduğu bağın tarihsel göstergesidir.
Mizah ölmez; zamansızdır ve tüm coğrafyalarda yaşar. Bu oyun
da her sahnelendiğinde benzer tepkiler alacaktır. Sonuçta ezen ile ezilen
arasındaki dengeler mahkemeler aracılığıyla kategorize edilir ve zamanla absürt
davalara dönüşür. Birileri bu durumu kendi lehine çevirir ve aptalların
üzerinden günü kurtarır. Para el değiştirir; fakir daha da fakir olur…
Murat Karasu’nun rejisi ve Irmak Bahçeci’nin dramaturgisi,
oyunu bugünün siyasal ve toplumsal diline başarıyla taşımış. Metindeki eskimiş
kısımlar yerine yerleştirilen yeni dokunuşlar oyunu sanki bugün yazılmış gibi
güncel kılıyor. Bu “yenileme”, Taner’in absürd mizahını incitmeden yapılmış.
Oyunun akışında çok doğal bir karşılığı var.
Sahnede dönen platformlar yalnızca dekoru değil, zamanı da
dönüştürüyor. Her gölge, yeni bir sahnenin ve yeni bir ihtilafın başlangıcına
dönüşüyor. Kaos ile düzenin aynı anda var olduğu bu yapı, koreografi ve hareket
düzeniyle desteklenmiş. Oyuncuların bedenleri, mimikleri ve ritimleri metnin
absürd dünyasını somutlaştırıyor.
Canlı müzik sahnenin iki tarafına yerleştirilmiş. Seyirciden
uzak ama gölge altında tamamen kaybolmamışlar. Oyunun akışına uygun, yeniden
yazılmış sözlere notalarıyla katkı sunuyorlar.
Sahnenin ortasındaki platform dönüyor; dönmediğinde ise
perdelerin hareketi aynı duyguyu veriyor. Perdelere yansıyan ışık gölge
oluşturuyor ve her gölge başka bir bölümün hikâyesine atılan ilk adım oluyor.
Gölgeler üzerine kurulan olayların saçmalığı, oyuncuların bedenlerinde,
mimiklerinde, seslerinde ve hareketlerinde can buluyor. Kaosun olduğu yerde
düzenin ne kadar ince düşünüldüğü, hareket ve dans düzeninde açıkça görülüyor.
Oyuncuyu görünür kılan kostümünden dekoruna, sesten ışığa kadar her unsur
özenle uygulanmış.
Oyunun sonunda gelen alkışlar ve yükselen kahkahalardaki acı
gülüşler bunun göstergesi. Yaşadığımız çağın gölgesi sahnede. Sahneden bize ise
absürtlük, aradan geçen onca yıla rağmen taze ve dokunaklı biçimde ulaşıyor.
Dramaturg, eskimiş olanın yerine öyle parçalar monte etmiş ki, sanki bugün
yazılmış gibi duruyor. Geçmişin absürt öyküsü, bugün olmayan bir eşeğin
gölgesinde yeniden canlanıyor. Çünkü eşeklerin kökünü kurutan insanlık yerine
hiç yorulmayan teknolojiyi koymuş. Ama insanlar için hiçbir zaman “eşek” eksik
olmayacak. Eşekler hep bizimle yaşayacaktır.
Oyuncuların hepsi mikrofon taşımakta, ancak bu oyunda akışı
bozmaz. Çıplak sesleri sahnede ve en arka koltuğa rahatça ulaşabiliyor.
Mikrofon kullanımı yerinde; şarkılarda koro olarak ses çıkışıyla birlikte
çalışıyor. Ses efektlerinde kullanılmış ve hiç bir fazlalık yoktu. Gözümü
kapatıp oyunu ses ile izlediğimde, sahneden gelen sesi hissettim.
Her çırağın rüyasıdır ustasının rolünü çalıp işyerinin
sahibi olmak. Birden zengin olup, kendisine rakip gördüğü ama işbirliği içinde
olduğu esnafa caka satmak ister. Berber çırağı Şaban, panayıra gitmek için
eşekçi çırağı Mestan’dan bir eşek kiralar. Yolda sıcaktan bunalınca Şaban
eşeğin gölgesinde dinlenmek ister. Olacak iş midir peki? Hiç bedelini ödemeden
gölgede sefa sürülür mü?
Mestan, Şaban’dan bir akçe gölge bedeli isteyince iki çırak
kendilerini mahkeme kapısında bulur. Ama burası Abdalya! Her iş parayla yürür.
Mahkeme masrafı dağ gibidir. Kadılar meseleyi uzattıkça uzatır. Mahkemelerin
önünde bekleyen avukatlar ve mahkemede görevli olanlar, açılacak davaların
peşindedir. Sonuçta onların çorbası bu bürokratik kağıtların üzerinden kaynar…
Eşek davası sermaye sahiplerinin isteğiyle büyüdükçe büyür;
yayıldıkça yayılır. Yüksek mahkemeler, medya ve siyasi partiler işe karışır.
Koca ülke karpuz gibi ortadan ikiye ayrılır. Yarısı Eşekçi, yarısı Gölgeci
Abdalya halkı. Tarafsız olmak mümkün değildir. Halk işi gücü bırakıp kavgaya
tutuşur. Asıl önemli mevzular unutulur.
Sonunda Şaban’ın haklı olduğunu söyleyenlerle Mestan’ın
haklı olduğunu savunanlar arasındaki kutuplaşma Abdalya’yı ikiye böler. Siyasi
partilerin adı bile “Eşekçiler” ve “Gölgeciler” olarak değişir. Oyundaki tek
mantıklı kişi olan ve kırmızı atkısıyla dikkat çeken karakter, akla uygun
cümleleri yüzünden tepki çeker. Her zaman olduğu gibi “vatan haini” ilan edilir
ve toplumdan dışlanır.
Reji, Taner’in taşlamasının bugünkü Türkiye’ye nasıl kolayca
oturduğunu seyircinin yüzüne çarpıyor. Kutuplaşma, adaletin ticarileşmesi,
absürd davaların büyütülmesi, medyanın manipülasyonu ve siyasetin toplumu ikiye
ayırma iştahı… Tüm bunlar oyunun bugün hâlâ neden canlı olduğunu açıklıyor.
Salonun Bakırköy Adliyesi’nin hemen arkasında bulunması,
tesadüf değilse zekice bir ironi. Tesadüfse bile hayatın mizah anlayışı
Taner’inkiyle aynı!
Eşeğin Gölgesi, zamansızlığını koruyan bir klasik. Bakırköy
Belediye Tiyatrosu’nun bu sahnelemesi metnin politik mizahını bugüne yeniden
kazandırmış. Hem teknik hem yorumsal olarak güçlü bir iş ortaya koymuş.
Seyircinin kahkahalarının altındaki acı gülümseme, oyunun her dönem taze
kalmasının en net göstergesi.
Eşek ölürse gölgesi olmaz. Gölgesi olmayanın davası da
olmaz… Ama görünen o ki, biz gölgelerle kavga etmeye devam edeceğiz.
İsmail Cem Özkan
Eşeğin Gölgesi
Yazan: Haldun Taner
Yöneten: Murat Karasu
Dramaturg: Irmak Bahçeci
Yönetmen Yardımcısı: Ercan Koçak, Özge Çatak
Dekor Tasarımı: Ali Yenel
Kostüm Tasarımı: Ayçin Tar
Müzik: Tolga Çebi
Hareket Düzeni: Cihan Yöntem
Yardımcı Hareket Düzeni: Utku Demirkaya
Işık Tasarım: Cem Yılmazer
Söz Yazarı: Faruk Üstün
Reji Asistanı: Arda Güleryüz
Teknik Ekip:
Sahne Amiri: Seval Özdemir
Sahne Tekniği: İsmail Hakkı Alev, Faruk Sayın, Bekir Çakıcı
Aksesuar: Orhan Yıldız/ Muhammed Ali Alışkan
Kostüm: Filiz Kaplan/ Burak Kayık
Işık: Güner Şen/ Bahadır Veznedar/ Hüsamettin Özdemir
Ses Efekt: Erdal Tok, Hakan Gületınmaz, Hakan Barut, Fahri
Karaca
Orkestra: Uğur Çerkezoğlu, Melih Yüzer, Aykut Yıldırım,
Ersin Toz, Adem Elkaya, Ebru Mine Sonakın
Oyuncular: Alper Altuner, Ali Kil, Arda Akyüz, Ayşe Demirel,
Bulut Akkale, Burak Dur, Can Esmeray, Doğuş Can Uzun, Eda Özdemir, Emre Koç,
Ercan Koçak, Gözde Ayar, Kadir Hasman, Murat Şenol, Nazan Koçak, Özge Çatak,
Sevda Karabulut, Zeyno Eracar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.