İlia’nın Bostanı*
Bir yerden bahsetmeye başlayınca bizim son yıllarda geleneğimiz haline
gelen Evliya Çelebi’nin sözleri ile başlar olduk. Onun anlatımlarını doğru
olarak kabul eder ve sonra kendi hikayemizi yazarız. Kuzguncuk’tan bahsetmeye
başlarken geleneğe uyayım dedim. Evliya Çelebiye göre; buranın adı II. Mehmed
(Fatih) zamanında (1451-1481)buraya yerleşmiş “Kuzgun Baba” adlı bir veliden
kaynaklanmıştır. Ama elbette ondan öncede bir yerleşim yeridir, çünkü çok nadir
kalan anıtlar ve o anıtların duvarlarından bize yansıyanlara göre İstanbul
fethinden öncede bu köy vardır ve köyde İstanbul’un sahipleri olan Rumlar
yaşarmış. “Altın Kiremit” anlamına gelen “Hrisokeramos” ismini kullanmışlar
önceleri zaman içinde değişerek “Kosinitza” adına dönüşmüş ve bizlerin son
dokunuşları ile “Kuzguncuk” şekilde telaffuz etmeye başlamışız.
Bir yere kendimizin telaffuz edebileceği bir isim taktığımızda /
değiştirdiğimizde, kaçınılmaz olarak oraya yerleşmenin, var olan kültürün içine
kaynaştığımızın da haberini vermiş oluyoruz.
Kuzguncuk çok kültürlü yapısına kavuşurken göçlerin ve ekonomik düzeninde
etkisi büyüktür. Yahudiler için kutsal bir yer olma özelliğini de 17. Yüzyılda
kavuşmuş, ama Yahudilerin ne zaman buraya yerleştiği konusunda kesin bilgiler
kaynaklara göre yok. Demek ki önce Rumlar vardı, sonra Yahudiler, Yahudileri
izleyen Ermeniler 18. Yüzyılda bu güzel köye yerleşmiş ve dokusunun daha da
renklenmesine sebep olmuş. Türkler, Üsküdar şehri içinde yaşarken, Kuzguncuk'u
bir safiye yeri gibi algılamış, gayr-ı Müslimler ile iç içe yaşamaktansa
Paşalimanı çevresinde yerleşmiş ve komşu olarak yaşamayı tercih etmiş. Düşmanca
değil, bir hoşgörü, dayanışma ve kapılarda kilit olmayan bir güven yerleşkesi.
Her yerleşen de kendi ibadet merkezini açmış, üstelik bir birine düşman değil,
bir arada, sırt sırta açmış. Bir yanı sinagog, diğer yanı kilise, öte yanı cami
şeklinde ve bugünde ayakta duran yapıları görebilirsiniz.
Gerek Osmanlı gerek cumhuriyet dönemi içinde her kargaşa, her siyasi
çalkantı azınlıkların üzerine nefret, düşmanlık, cinayet olarak dönmüş.
Kuzguncuk’ta bundan etkilenmiş ve şehrin uzağında, zaman durmuş gibi
sakin yaşanırken; savaşlar, göçler, yıkımlardan etkilenmiş, buranın yerli
gayr-ı Müslim halkı elindekini avucundakini satmak zorunda kalmış, terk etmiş,
bir daha dönüşü olmadan…
Nüfus yapısı değişirken, dokusu da değişmiş. Ağaçlar içinde ağaçlardan
yapılmış, davlumbazı olan evler, sırt sırta ve dar sokaklarında çocuk
çığlıklarının, oyunlarının ve bayram sevinçlerinin sesleri duvarlarda kalarak
zaman içinde sessizleşmiş, artık kimse ne Rumca, ne İbranice ne de Ermenice
isim bağırmaz olmuş. Sessizlik Kuzguncuk sokaklarına hakim olurken, varlık
vergisinin soğuk rüzgarı burada fırtınaya sebep olmuş. Para el değiştirirken,
elbette para sahiplerinin konakları da, evleri de yeni sahiplerinin olmuş. Yeni
rejim, yeni sermayederleri ile ülkeyi kucaklamaya başlamış. Tarih ve dokusu
para karşısında ne kadar dayanabilir ki? Ağaçlar kesilmiş, yerlerine beton
binalar dikilmiş. Şehre yeni gelenlere beton binalarda daireler satılmış, yeni
zenginler boğazın eşiz görüntüsü içinde alışmaya çalışmış. Beton ile ağaç ne
kadar anlaşırsa onlarda o kadar anlaşabilmişler. Yeni gelenler buraya yabancı,
kalanlarda yeni gelenlere…
Kuzguncuk yağmalanmış, gecekondu evlerine dayar olmuş sırtını. Eşsiz boğaz
bir yanda, arkada gecekondu, araya sıkmış kalanlarda. Küçülmüş gayr-ı
Müslimler, Müslüman ahali ise çoğalmış. Değişmiş. Ama gözden uzak binalar
kendilerini arada korumuş. Kilise, sinagog yerinde durmuş ama cemaati gün
geçtikçe azalmış.
Gün gelmiş, devran dönmüş darbe üzerine darbeler yaşamış ve liberal
ekonominin çılgın tüketim çağının başladığı günlerde özel televizyon
kanallarının dizi furyası üzerine burası da dikkatleri üzerine çekmiş. Doğal olarak
şehri yağmalamaya heveslilerin de iştahını kabarttı. Kalan Rum, Yahudi, Ermeni
vatandaşlar teker teker göç etmeye zorlandılar. Şimdilerde, elde avuçta
kalanlar ise, Kuzguncuk kültürünü benimsemiş sonradan gelenler; Kuzguncuk’a
sahip çıkmaya çalışıyor. Bunun somut mücadele alanı bostan olmuş. Dizi filmlere
artık kiralık ev vermiyorlar, çünkü yeni yağmalamanın kapısını açtığının
farkına varmışlar.
Kuzguncuk’un bostanı yıllar içinde direniş ve sokak gösterileri ile gündeme
gelmeye başladı. Rengarenk kuklalar ağaçlara asıldı, sokaklar boyunca bostanın
yağmalanma girişimi karşısında duyarlı olmaya çağrılar yapıldı. Kuzguncukta
oturan sanatçılar toplantılar yaptı, nöbetler tutuldu. “Elimizde bir bostan
kaldı, bu bir kültürdür yaşaması gerek” diyenler bostanı yok edip yerine özel
okul yaptırmak isteyenlere karşı direndi.
1992 yılında ilk direniş başladı, dernekleştiler, kurumsal kimlik ile
bürokratik mücadele yerlerini aldılar. En sonunda başarıya imza attılar
“bostanın üzerine yapılması planlanan özel okul projesinden vazgeçildiğini”
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü Komisyonu derneğe resmi bir yazı göndererek
bildirdi.
Elbette, başarı kazanılmış olması bostan alanın tehlikelere karşı
kalmayacağı anlamına gelmez, en son belediye yetkileri budama adına bostanın tarihi
dokusunda yer alan (24 Nisan günü, günün anlamına uygun olarak sanırım) ‘Nar’
ağacını kesmiş. Bunu gören Kuzguncuklular direnişe geçti ve budama
sonlandırıldı.
Kuzguncuk direniyor, bostanına sahip çıkmaya devam ediyor. Yağmalanan
Kuzguncuk elde kalanları korumaya çalışıyor. Çok kültürlü, bir arada yaşama
kültürünü geliştirmek için yapılan mücadele ile yeniden bir canlılık
kazandığını ve ‘Kuzguncuk Kültürü’nün yeniden oluşturulduğuna şahitlik
ediyoruz. Gezi Direnişin yaratmış olduğu yeni düşünce/ yaşam yapısı ve
dayanışma ruhu İlia’nın Bostanı üzerinde… Ne mutlu orada mücadele edenlere, ne
mutlu yarınlara çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir alan
bırakanlara…
İsmail Cem Özkan
• Sultan Mehmet Reşat döneminden kalan 16 bin 445 metrekarelik yeşil alan,
uzun yıllar bostan olarak kullanılmıştı. Bostan son sahibi Rum İspiro Şoro'dan
1977’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmişti. Bostana, İspiro Şoro’nun oğlu
İlia Şoro’dan dolayı Kuzguncuklular İlia’nın Bostanı da diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.