Kelimeler sizi
etkilemeye devam ediyor…
İkinci dünya
savaşı sırasında yaşanmış ama her savaşta yaşanabilecek bir savaş görüntüsü.
Bir manastırda Almanlar tarafından esir alınmış Sovyet askerleri. Sovyet
ordularının geldiğini ve savaşı kaybedeceğini gören Alman askerleri manastırı
terk etmesi ile başlar Yüzbaşı Vukhov’un gerçeği.
Manastırda bir
oda hücreye dönderilmiş, sorgulanmayı bekleyen yedi kişi, çırılçıplak olarak
sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Ortalık birden anlamsız şekilde
sessizleşmesi… Hücrede kalanlar savaş esiridir ve sorgulanmak için sırayı
beklerken, bir de alman askerlerinin onları terk ettiklerini hissederler, o
hissin ne kadar doğru olduğunu anlayabilmek için hücrenin yukarıda kalan
penceresine ulaşmak isterler. Rubin jimnastikçidir ve insan bedeninden bir kule
yapmayı önerir ve yaparlar. Üst üste oluşturulan kulede pencereye yaklaşırken
kule devrilir, Rubin anlık olarak gördüğü manzarayı arkadaşları ile paylaşır.
Alman askerleri çekilmektedir ama onları hücrede unutmuşlardır ya da bilerek
bırakmışlardır. Terk edilmiş bir manastır ve manastırın hücreye dönderilmiş
odasında yedi mahkum!
Yedi çıplak
mahkum, terk edilmiş manastırda bir hücrede kaderleri ile baş başadır. Onların
sesini duyacak ve kapıyı açacak ne biri vardır, ne de ellerinde bir alet, çünkü
sorgulanmak için çırılçıplak bırakılmış ve elleri dışında başka aletleri
olmayan yedi insan. Dört duvar içinde sağlam bir kilitli kapının arkasındadır.
Ne suları vardır ne de yemekleri. Yedi insan beklemekten başka olasılıkları yoktur,
birisi görecek ve gelecek onların kapısını açmasının dışında olasılıkları yok!
Manastırlar
şehirlerin dışındadır, dağların eteklerinde ve ulaşılması zor yerlerdedir.
İnzivaya çekilen rahiplerin çilehaneleridir. Aynı zamanda eğitim yerleridir. O
yüzden saldırıya ve rahatsız edilmeye karşı savunması ulaşımın en zor olduğu
alan seçilir. Gözden uzakta ve sessizliğin içinde kale gibi korunaklı ama
askeri olmayan, mahkumu olan bir yerdir. Yedi savaş tutsağı, bir hücrede,
çırılçıplaktırlar. Ne suları vardır, ne da aşları. Yedi insan bir birine bakar,
birbirinden güç alırlar ama onunda sınırı vardır. Çünkü susuzluk, açlık;
dayanışma ve bir arada olmanın da sınırını çizer.
İçlerinden biri
komutandır, o bu çaresiz duruma bir öneri sunar, çünkü toplu ölmek yerine içlerinden
biri çekiliş ile hayatından vazgeçip arkadaşları için yemek ve su olursa daha
uzun yaşama ve hayatta kalma ihtimali vardır. O ihtimal ortak akıl ile karar
alınmış ve saç kıllarından oluşan bir çekiliş yaparlar. En son kalan kıl ilk
kurbanın adını açıklayacaktır. Bu seçime katılanlar bunu bilerek ve eşit
şartlar içinde seçimini yapacaktır. Kısaca hayatta kalmak için bir kumara evet
demişler. İlk çekilişte öneriyi getiren çıkmıştır, o artık ölmek için hazırdır
ve son isteği olarak uyumaktır. Köşeye çekilir ve bitkin bir şekilde uykuya
dalar ve o uyuduktan sonra Rubin sallanarak ve trans olmuş şekilde ilk
cinayetini (!) işler. Elbette savaşta cinayet işlenir ama kimse cinayet demez,
çünkü vatanı için adam öldürür ve ölür. Doğaldır aslında. Binlerce yıldır böyle
gelmiş ve kimse bunu sorgulamamıştır. Şimdi daha uç bir durum söz konusudur ve
içlerinden biri kurtulsun diye biri gönüllü olarak kurban olacaktır, kanı ve
eti ile arkadaşlarının yaşaması için yaşamını ve son nefesini verecektir.
İçlerinden birinin kurtulması bile önemlidir, çünkü o biri onların yaşamı, kanı
ve eti ile özgürlüğüne kavuşacaktır.
Özgürlük!
Özgürlük uğruna
ve yaşam uğruna hayatından vazgeçmek!
Arkadaşının
yaşaması için özveride bulunmak!
Arkadaşı /
sevdiği yaşasın diye gelen kurşunun önüne atlayan bir erin duygusu gibi!
Arkadaşları
yaşasın diye ilk kurban olan yine o birliğin komutanıdır. Savaşta cephe
gerisinde kalan değil, cephede ön sırada olan kahraman komutanların ruhunun
hayat bulması gibidir. Aldığı karara hiç itiraz etmeden boyun eğen ve uyumaya
yatan komutanın öldürülmesi ve etinin parçalanması hiç kolay değildir. O en zor
adım ilk adımdır ve o ilk adımı Rubin yapar. Göğsün üzerinde eti parçalar ve
yer!
Diğerleri de
teker teker gelir ve komutanların etini yer, kanını içer!
Bu olay hücrede
unutulduklarının on birinci gününde gerçekleşmiştir. On birinci günün akşamında
hücrede sağ kalan on kişidir. Etini yedikleri komutanın kafası onlara anlamsız
bakmaktadır.
Ölüm,
arkadaşlarının yaşaması anlamına gelmektedir. Doğal ve kura sonucunda ölümler
birbirini izlerken, kan ve arkadaşının eti ile yaşam kurtulacakları güne kadar
sürer. Kurtarıldıkları altmışıncı günde geriye sağ kalan yalnızca iki kişi...
Bilincini yitirmiş Binbaşı Rubin ve Yüzbaşı Vukhov...
Bilincini yitirmiş Binbaşı Rubin ve Yüzbaşı Vukhov...
Vukhov
özgürlüğüne kavuştuğuna inandığı gün, iki Sovyet arkadaşının kollarında yaşama
merhaba derken, aslında bu yaşadıklarından dolayı sorgulanacağını ve
yargılanacağını anlamıştır. Çünkü aklı başında kalan sadece kendisidir ve
yaşananlardan tek sağlıklı kalan kendisi olduğu için yargılanacak ve suçlu
bulunacaktır. Çünkü normal şartlar içinde bu yaşananlar olmuş olsa yamyam diye
suçlanır ve en ağır ceza alması için toplum onu mahkum eder. Ama şimdiki durum
çok farklıdır ve savaş koşullarında gerçekleşmiştir.
Vukhov ;“Ben
normal değil miyim? Normal bir yamyam.. Bütün klasikleri okumuş bir yamyam..
Mühendis olmak üzere yetiştirilmiş, atomu tanıyan, yediğim etin bir şey
olmadığını, kardeşlerimin ruhlarının hiçbir şekilde tatlarının olmadığını bilen
akıllı vahşi değil miyim?” diye yargılandığı mahkemeye haykırır! “ya ceza
verin, ya tedavi edin… Ama benim suçumun niteliğini söyleyin!” diye devam eder
yargılayanlara karşı… Sormakta kendisince haklıdır, çünkü suçun niteliği
yaşanan gerçeğin anlatıldığı kelimelerdir, yaşanan gerçek ise Vuhhov’un
bilincindedir ve henüz tazedir. Yargılayanlara der ki; “Sizler, yargılayanlar,
hiçbir şey görmediniz.. Sizi ürküten sözcükler yalnızca!”
Gerçek; kelimeler
midir, yaşanan mıdır?
Sorular sorar,
cevaplar bekler gibi. Ama yargılayanlar cevap veremez, bilinç bunu algılayamaz.
Cevaplar daha çok soruları ortaya çıkarır… Hiçbir değer; ne din, ne ahlak ne de
bilim yaşanan gerçeği sorgulayamaz, sadece kelimeler ile anlatılan gerçeği
algılamaya çalışır ve kendi kafasından başka gerçekler yaratır.
Midesi bulanan,
başı ağrıyan, nefes alırken nefes düzeni bozulan bir şeyleri hisseder ama…
Vukhov
arkadaşlarının etini yemek ve kanını içmekten dolayı yargılanmak istemektedir.
İşlediği suçun onulmaz acısını ceza çekmenin acısıyla dindirmek için değil,
işlenen cinayetlerin bireysel bir suç olmadığını, ortak bir sorumluluğun sonucu
olduğunu kendisini yargılayacaklara anlatmak istemektedir. Hatta görev talep
eder, “ben bir askerim” der, “ölmek ve öldürmek benim görevim, arkadaşım için
canımı vermek de!”
Savaşı ve
yaşananları sorgular.
Algıları ve
gerçekleri mahkum eder!
Savaş suçu
işleyen ve onları orada çırılçıplak bırakanlar mı, yoksa onları savaş cephesine
sürenler mi?
Onları hücrede
kaderleri ile baş başa bırakan ve uzun süre o hücrenin olduğu manastıra
gelmeyen kendi ülkesinin askerleri mi?
Kader çizgisini
yazdığına inandığı tanrı mı?
Suçlu kim?
Arkadaşının etini
yiyen ve şansından dolayı hayatta kalan Vukhov mu?
Mahkeme önünde o
da olmayabilirdi, şanslar eşitti, o değil de başkası da yaşayabilirdi ve
savunma yapmaya çalışabilirdi. Tek suçu yaşamak mı?
Vücudunda
organlarının normal olarak çalışması ve sağlıklı olduğu kanaatini tıp bilim
adamlarının söylemesi mi onu suçlu kılıyor? Ya kelimeler ile anlatılmayan
gerçekler?
Vukhov suç işledi
mi, yoksa arkadaşlarının bilinçli bir tercihi sonucu yaşamaya mahkum olmuş olan
bir kader suçlusu mu?
Tarihin karanlık
sayfalarında kalan ve kelimelerin gerçekleri bugünde yaşamaya devam ediyor. O
kelimeler sahne tozunun üstüne alın teri olarak düşmekte. Zafer Diper muhteşem
bir performans ile kelimelere hayat vermekte ve o kelimelerin gücü ile
yargılayan bizleri yargılamakta ve geleneğimizi, birikimlerimizi ve hayata
bakışımızı sorgulamaktadır.
Zafer Diper, bu
oyuna hayat verirken mimiklerinden, ses tonundan, kırılan ve ezilen kelimelerin
bilinçli vurgusundan ve de elleri ile gerilimi, arkadaşının son nefesinin
verilişini canlandıran eller birden yargılayanların boğazına gitmekte ve nefes
alışınız hızlanmaktadır. Oyun sahnededir ama oyun değildir, yargılayan ve
yargılananlar bir sahnenin önünde buluşmuş ve rahatsız eden kelimelerin
gerçekleri ve yaşananların çatışmasına şahitlik ediyoruz. Bizler seyirci olarak
yargıcız, midemiz bulanmakta, başımız ağrımak da ve nefes düzenimiz
bozulmaktadır. Gerilim oyunun konusu anlaşılmaya başlandıktan sonra ince ince
Zafer Diper’in sesi ile bilincimize işlenmektedir. Mimikler, el hareketleri,
vücut dili bizi o manastır hücresine götürmekte ve fısıldamaktadır. Savaş işte
böyle bir şeydir… Savaş sadece cephede ölüm ve yaşam mücadelesi değil, bir de
mahkum olmak ve bir manastırda unutulmaktır.
Siz eğer o
hücrede olsaydınız ne yapardınız?
Toplu intihar mı,
yoksa arkadaşınızın etini yiyerek, kanını içerek yaşamak mı?
Komutanınız size
ölün derken ölümü göze alıp gelen kurşunun önüne atlayan mı, daha kahraman,
arkadaşının etini yiyerek hayatta kalan mı daha kahraman?
Komutanınız size
öl ya da düşmana inat yaşa derken, emir verirken ona uymak mı daha ahlakı, ret
etmek mi?
Savaşa kimse
gönüllü gitmez, elbette istisnalar olabilir ama fakir, fukaranın çocuğu savaşa
gönüllü gitmez, yasalar ve töreler öyle dediği için gider ve orada vahşeti,
insanlık dışı her şeyi yaşar ve görür. Şansı varsa eve döner, yoksa savaşa
katıldığı tarafın kahramanı ve şehidi olarak ailesine tebligat olarak ulaşır. Toplu
mezarların içinde tanınamaz halde bir metal kolye olarak adı kalır. Toplu
ölümlerde ölen bireyleri kimse anımsamaz ama yaşayanlar zaman içinde anılarını
toplamaya çalışanlar için kahraman bile olabilir. Savaş, kelimelere sığar ve
yaşanan gerçeği ortadan kaldırır, kazanan tarafın kahramanlıklarını tarih
kitaplarına altın harfler ile yazarlar. Ya gerçek??
Yazılmayan ve
mahkum edilen gerçekler?!
Arkadaşlarının
etini yediği bilinen ve yediğini saklamayan Vukhov, sizce savaş suçlusu mu?
Vukhov der ki;
“Sizler, yargılayanlar, hiçbir şey görmediniz.. Sizi ürküten sözcükler
yalnızca!”
İsmail Cem Özkan
Yazan Barry
Collins
Çeviren Enver
Özen
Yöneten Zafer
Diper
Oynayan: Yüzbaşı
Andrei Vukhov / Zafer Diper
(Avni Dilligil
Tiyatro Ödülü - OYÇED Sürekli Başarı Ödülü)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.