Galata Gazete


30 Nisan 2014 Çarşamba

Yoldaydım…

Yoldaydım…

Yoldaydım, haberi geldi. Necati Özdemir hayata son nefesini bırakmış. Son nefesini bırakmış ama bir de anılarını, iyileştirdiği hastalarını, yakınlarını ve dostlarını… Ömür bir nefestir, nefes içinde anılar, sevinçler, özlemler… 
Necati Özdemir, benim son yıllar içinde saygı duyduğum, dostluğunu kazandığım bir candı. Gerçek bir can! Umudunu hep koruyan, sürekli yeni şeyler deneyen, yani arayışlar içinde olan bir doktor, müzisyendi, bir de onur belgesi alıp durduğu fotoğrafçılık öğrencisiydi. Son yılıydı, mezun olmasına aylar kalmış, muayenehanesine fotoğraf stüdyosu kurma hayali içindeydi.  Hayali vardı, yaşayacaktı ve hiçbir zaman son nefesini vereceğini düşünmedim… Düşünmediğim başıma yolda geldi, haberi geç geldi. Meğer son nefesini vereli günler olmuş… Son nefesini hissedemedik, günlük koşturmacalar ve telaşlar içinde…
Bu dünyada bir nefes daha eksildi, bir yerde yenileri eklendi. İnsanlık tarihi içinde bir nokta ama önemli bir noktaydı Necati Özdemir. Doktorluk eğitimi için gittiği Almanya’da saz ile tanıştı, kulağındaki ezgileri saza işledi, üretti, üretti ve cd’ler üst üste bindi. Ekranlara çıktı, Alevi gecelerinde türküler söyledi, doktorluğu ile gurur duyardı ama vaktinin çoğunu saz başında geçirir olmuştu, efelerin diyarının türkülerine hayat vermek için, onların şivelerini öğrenmişti, onların vurgusu ile türküler söylüyor, yeni çıkaracağı cd için hazırlık yapıyordu. Zeybek türküleri, söylenmesi öyle kolay şey değil, söyleyen bilir. Üstelik Erzincan’dan kalkıp, ülke sınırlarını aşmış birinin yeniden Anadolu topraklarında ezgilerin peşine düşmesi ve onlara hayat vermesi kolay iş değil. O kolay olanı ve denenmiş olanın peşinden koşmak yerine, kendinden bir şeyler vermeyi ve yeni tınılar katmak için uğraşırdı. Yeni tını katacağım diye de orijinalini bozmadan küçük dokunuşları dener ve onların farkına varılmasını beklerdi.  Saza gösterdiği özeni doktorluğuna da gösterir, hastalarına bir şeyi önerirken, önereceği yöntemi kimseye söylemeden kendinde bir dener ve sonucunu görmek isterdi. Kimseye de bunu söylemez, gizli gizli yapar, yeter ki hastası boşuna zaman ve boşuna acı çekmesin diye…  Son yıllarda ünlü olmaya başlamıştı doktorluğundan dolayı, gangren olan hastaların gangrenlerini ortadan kaldırır, geleni sağlıklı bir şekilde gönderirdi, başka hastanelerde ayağı kesilecek birine ayağını armağan eder, gözünde bunun sevincini taşırdı. O sevincini hep içinden yaşamış, neşesini bile yüzüne vurmaktan çekinirdi. 
Köy Enstitülerin mezunu bir babanın oğluydu. Erzincanlıydılar. Babası çok çocuklu bir ailenin çocuğuydu, nereden biliyorsun dersen Köy Enstitülerinde okuyan tüm çocuklar fakir ve çok çocuklu ailelerin çocuklarıydı.  Ailesinden gönül rızası ile alınıp yatılı okullarda okutup hem ülkeye hem de aileye iyi insan olması öğretilmiş bir babanın çocuğuydu. Köy Enstitülerin yetiştirdiği her birey bugün dahi elle gösterilen örnek insanlardır. Onlar Türkiye'nin aydınlık yüzleriydi. Disiplinli, düzenli ve hedefi net olan bireyler olarak bu ülkeye ve bu ülkenin çocuklarına örnek oldular, onlara yol gösterdiler. Köy Enstitüleri mezunu bir babanın çocuğu olmak disiplinli olmak anlamına gelir. Necati Özdemir, hedefi olan, yardım etmenin bir insanlık görevi olduğunun bilincinde davranan biriydi. Gösterişten uzak duran, alçak gönüllü, yüreğini insan sevgisi ile doldurmuş, paylaşmayı seven bir insan, ancak böyle bir babanın evladı olur demiştim ilk tanıdığım anda ve bugünde…  
İlk defa babası ile birlikte gördüm, ilk defa bir arkadaşımın acısı ile tanıdım. Son defa görmedim, göremem, çünkü benim nefesim olduğu sürece son olmayacak, o hep anılarımda yaşayacak.  İyi bir dostu, iyi bir doktoru, iyi bir müzisyeni, iyi bir yaşam sevincini içinde doya doya yaşatan bir dostumun son nefes verdiği haberini duydum, anılarımda yaşayacak!
Ölüm onu genç yaşta yakaladı, o hep orta yaşta olacak…
Güle güle dostum, yolun ezgiler ile aydınlansın… 

İsmail Cem Özkan 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.