Yoldaydım…
Yoldaydım, haberi geldi. Necati Özdemir hayata son nefesini bırakmış. Son
nefesini bırakmış ama bir de anılarını, iyileştirdiği hastalarını, yakınlarını
ve dostlarını… Ömür bir nefestir, nefes içinde anılar, sevinçler,
özlemler…
Necati Özdemir, benim son yıllar içinde saygı duyduğum, dostluğunu
kazandığım bir candı. Gerçek bir can! Umudunu hep koruyan, sürekli yeni şeyler
deneyen, yani arayışlar içinde olan bir doktor, müzisyendi, bir de onur belgesi
alıp durduğu fotoğrafçılık öğrencisiydi. Son yılıydı, mezun olmasına aylar
kalmış, muayenehanesine fotoğraf stüdyosu kurma hayali içindeydi. Hayali
vardı, yaşayacaktı ve hiçbir zaman son nefesini vereceğini düşünmedim…
Düşünmediğim başıma yolda geldi, haberi geç geldi. Meğer son nefesini vereli
günler olmuş… Son nefesini hissedemedik, günlük koşturmacalar ve telaşlar
içinde…
Bu dünyada bir nefes daha eksildi, bir yerde yenileri eklendi. İnsanlık
tarihi içinde bir nokta ama önemli bir noktaydı Necati Özdemir. Doktorluk
eğitimi için gittiği Almanya’da saz ile tanıştı, kulağındaki ezgileri saza
işledi, üretti, üretti ve cd’ler üst üste bindi. Ekranlara çıktı, Alevi
gecelerinde türküler söyledi, doktorluğu ile gurur duyardı ama vaktinin çoğunu
saz başında geçirir olmuştu, efelerin diyarının türkülerine hayat vermek için,
onların şivelerini öğrenmişti, onların vurgusu ile türküler söylüyor, yeni
çıkaracağı cd için hazırlık yapıyordu. Zeybek türküleri, söylenmesi öyle kolay
şey değil, söyleyen bilir. Üstelik Erzincan’dan kalkıp, ülke sınırlarını aşmış
birinin yeniden Anadolu topraklarında ezgilerin peşine düşmesi ve onlara hayat
vermesi kolay iş değil. O kolay olanı ve denenmiş olanın peşinden koşmak
yerine, kendinden bir şeyler vermeyi ve yeni tınılar katmak için uğraşırdı.
Yeni tını katacağım diye de orijinalini bozmadan küçük dokunuşları dener ve
onların farkına varılmasını beklerdi. Saza gösterdiği özeni doktorluğuna
da gösterir, hastalarına bir şeyi önerirken, önereceği yöntemi kimseye
söylemeden kendinde bir dener ve sonucunu görmek isterdi. Kimseye de bunu
söylemez, gizli gizli yapar, yeter ki hastası boşuna zaman ve boşuna acı
çekmesin diye… Son yıllarda ünlü olmaya başlamıştı doktorluğundan dolayı,
gangren olan hastaların gangrenlerini ortadan kaldırır, geleni sağlıklı bir
şekilde gönderirdi, başka hastanelerde ayağı kesilecek birine ayağını armağan
eder, gözünde bunun sevincini taşırdı. O sevincini hep içinden yaşamış,
neşesini bile yüzüne vurmaktan çekinirdi.
Köy Enstitülerin mezunu bir babanın oğluydu. Erzincanlıydılar. Babası çok çocuklu
bir ailenin çocuğuydu, nereden biliyorsun dersen Köy Enstitülerinde okuyan tüm
çocuklar fakir ve çok çocuklu ailelerin çocuklarıydı. Ailesinden gönül
rızası ile alınıp yatılı okullarda okutup hem ülkeye hem de aileye iyi insan
olması öğretilmiş bir babanın çocuğuydu. Köy Enstitülerin yetiştirdiği her
birey bugün dahi elle gösterilen örnek insanlardır. Onlar Türkiye'nin aydınlık
yüzleriydi. Disiplinli, düzenli ve hedefi net olan bireyler olarak bu ülkeye ve
bu ülkenin çocuklarına örnek oldular, onlara yol gösterdiler. Köy Enstitüleri
mezunu bir babanın çocuğu olmak disiplinli olmak anlamına gelir. Necati
Özdemir, hedefi olan, yardım etmenin bir insanlık görevi olduğunun bilincinde
davranan biriydi. Gösterişten uzak duran, alçak gönüllü, yüreğini insan sevgisi
ile doldurmuş, paylaşmayı seven bir insan, ancak böyle bir babanın evladı olur
demiştim ilk tanıdığım anda ve bugünde…
İlk defa babası ile birlikte gördüm, ilk defa bir arkadaşımın acısı ile
tanıdım. Son defa görmedim, göremem, çünkü benim nefesim olduğu sürece son
olmayacak, o hep anılarımda yaşayacak. İyi bir dostu, iyi bir doktoru,
iyi bir müzisyeni, iyi bir yaşam sevincini içinde doya doya yaşatan bir
dostumun son nefes verdiği haberini duydum, anılarımda yaşayacak!
Ölüm onu genç yaşta yakaladı, o hep orta yaşta olacak…
Güle güle dostum, yolun ezgiler ile aydınlansın…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.