Galata Gazete


5 Mayıs 2014 Pazartesi

Kötülükler uzata değil!

Kötülükler uzata değil!

Bütün kötülükleri bizden uzakta yaşadığına inanırız, fakat kötülerin hakim olduğu bir sistemde yaşamaya devam ederiz. Kötülerin hakim olduğu yerde ise kötülükler, nefret söylemleri, cinayetler, katliamlar ve her gün şahit olduğumuz ama kanıksadığımız her türlü olumsuz şeyler içinde yaşarız. Yaşadığımız yerin kötülüklerini düşünmeyiz, başka yerde yaşanan kötülüklere bakıp halimize şükrederiz.
Kendimizden kötülükleri uzak tuttuğumuza inanırız; çevremizde katil yoktur, kötü yoktur, hırsız yoktur, onursuz yoktur ama hepsi tarafından çevrelendiğimiz, o kötülüklerin içinde yaşadığımız ve kötülüklerin bizi esir aldığının farkına dahi varamayız.
Dünya sürekli kendi etrafında dönerken, güneşin de etrafında dönüyordur. Hiç birimiz, bu hareketin ve hareketin yaratmış olduğu değişimin farkına dahi varamayız. Sanki her şey stabil ve değişmez gibi. Aristoteles mantığı ile bakarsak; aniden bir şeyler olur ve taştan sinek çıkabilir. Bugün ki bilgilerimiz ile baktığımızda ise Aristoteles’in mantığı çoktan çökmüş ve aniden diye gördüklerimizin bile evrimi olduğunu biliriz.
Farkına varamadığımız ve bizim hayatımızı etkileyen ani değişimler, alıştığımız, kanıksadığımız hareketler sürecidir. Çocukluğumuzda yaşadığımız ve hiç değişmeyecek olan o saf dünya, biz büyüdükçe yok olduğuna ve kirlendiğine şahitlik ederiz.
Korkularımız, biz büyüdükçe büyümeye ve bizi yönetmeye başlar.
Korkunun bizi yönettiğinin farkında olamayız.
Korkan insanın nefesi düzensizdir. Düzensiz nefes alırız ama hiç birimiz, bu düzensiz nefesin bile farkına varmaz, çünkü etrafımızda bulunanların hepsi düzensiz nefes almaya ve vermeye devam eder. Nefesin ritm bozukluğunu sorun olarak görmeyiz. Konuştuğumuz kelimelerin ağzımızdan ne hızla çıktığının farkına dahi varamayız. Bizim için var olan her şey doğaldır.
Yakın tarihimiz kanlar ile yazılmıştır ama buna inanmayız. Dünyanın en refah, en demokrat, en özgür olmasa da göreceli olarak ortalarda olan bir ülkede yaşadığımızı düşünürüz. Kendi kendine yeten, başkaları müdahale etmese barış ve huzur içinde yaşayan ülkenin evladı olmaktan gurur duyarız. Kendi gerçekliğimiz ile yüzleşemeyiz, tarihçilerin işi deriz yaşanan siyasi tercihlerin sonucuna. Başkalarının tercihi, bizim kara alın yazımız olur ama alnımıza sürünen kanın izine farkına dahi varmayız.
Bu topraklarda kelle kesildi, canlı canlı insanlar yakıldı, derisi yüzüldü… Belki insan derisinden abajur bile yapılmış olabilir...
Bizim ülkemizde idam ettikleri adamın mezarı yok, nerede diye soruyorsunuz bilen yok! Mezarsız idam mahkumu olan bir ülkeyiz.
Ne yazık ki vahşiliği hep uzakta ararız ama burnumuzun dibinde olanı görmez ve inanmayız...
Nefret söyleminden medet umanlar var olan düzenin devamından yanadır. Korkuyu ve kötülükleri besler. Nefret, sonuçta ölümü çağırır ve ölürsün, öldürürsün; başkalarının refahı için...
Bizim ülkemizin topraklarının her karışı kan ile sulandı, her sözcük içinde bir nefret söylemini bulabilirsiniz. Bunlar boşuna olmadı, bir iki adam rahat etsin diye, tarihe isim yazdırayım diye binlerce insanı; bitten, çöl sıcaklığında, dağın kışın soğunda telef ettiler. Sırf siyasi irade de olan birilerin egosu tatmin olsun diye…
Hepsi boşuna, hepsi anlamsız; ulaştığımız ana bakarak söyleyebiliriz. O kadar insan bir çakıl taşı vermemek için öldü, ne oldu? Ne o cephe kaldı, ne devlet, ne komutan, ne de siyasetçi... Ölen, öldü ve unutuldu. Yenileni zaten tarih yazmaz, ya kazanan. Kazananın çocukları yaşıyor mu? Hepsi yok oldu, hepsi silindi!
Kim farkında yüzyıl önce büyük ve değişmez siyasetçilerin unutulduğunun.
Ölümler, acılar, çıkmaz sokaklara yapılan seferler, cinayetler, katliamlar, çölde unutulan askerler, karın içinde yazlık kıyafetler ile sefere çıkanlar, bitlerin yediği, farelerin bulaştırdığı hummalı insanlar, cüzamlılar, veremli insanlar, kızamıktan, boğmacadan ölen çocuklar… Çok mu uzak şimdi bunlar. Ayakkabısı olmayan çarık ile dolaşan, çıra ışığı altında gece karanlığında yol arayanlar çok mu uzakta…
İşkencehanelerde işkence yapan polisler, kendilerini tanrı olarak tanıtanlar, benim dilimde konuş diyenler, kıpırdamadan tek ayakta durmaya zorlayan disiplin kuralları çok mu uzakta?
Korkularımız ile bizi yönettiler. Korkularımız ile nasıl, nerede, hangi sınırlar içinde yaşayacağımız bize sorulmadan, düşüncemiz alınmadan karar verdiler ve bizi zorladılar. Zorladılar ama farkına dahi varmadık, kaybettiğimiz haklarımızı gördükçe homurdandık, sonra yeni dar alanda yaşamaya alıştık…
Bütün bunların dışında Gezi Direnişini yaşadık. Tarihimiz ile yüzleşemedik ama ilk adımını kendiliğinden attık. Yürümeye başlayan çocuk gibi heyecanlı, amatörce, düzensiz yürüdük. İlk adım daha sonra atılacak ve dengeli adımlarımızın ilk habercisidir. Adım atma korkusunu yendik, üzerimize serpilen ölü toprağı silkeledik, tam üzerimizde atamadık ama doğru nefes alacak hava ile buluştuk.
Alnımıza sürülen kanı sildik! O kan bizim alnımızda değil, o kanı dökenlerin ellerinde kaldı.
Nefret söylemine karşı bir arada yaşamanın, mücadele etmenin, paylaşmanın, dayanışmanın nimetlerini yeniden öğrendik. İlk defa Gezi Direnişi sırasında doğru nefes aldık, bize korkuyla öğretilen nefes ritm bozukluğunu bıraktık.  
Korkuyu yendik.
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.