Gezi Direnişi!
Bundan yaklaşık bir yıl önce Gezi Direnişi yaşandı ve
tarihimiz içinde ilk defa özgürlük söylem olmaktan çıktı yaşanan bir süreç
oldu. Devletin olmadığı, halkın kendi kendini yönettiği, gönüllü olarak gelen
baskılara karşı kendisini barikat olarak koyan bir süreci yaşadık.
31 Mayıs günü sabahın ilk ışıkları henüz tam yeryüzüne
ulaşmadan yapılan baskın ile Gezi Direnişi başlamış ve özgürlük isteminin,
istem olmaktan çıktığı ve yaşandığı süreçtir... O tarihten sonra öldürülen
gençlerimiz bir ekoloji direnişi yaptıkları için öldürülmediler, aksine onlar
özgürlük istedikleri için öldürdüler... Özgürlük istemi olduğu için iktidar
olağanüstü bir şekilde orantısız güç ile saldırdı. O yüzden ülkenin her yerinde
direniş oldu, özgürlük türküsü söylendi.
Devrimi örgütleyebilecek bir siyasi yapı olmuş olsaydı;
devrim olmuş olacaktı, fakat o ani ve beklenmeyen devrim koşulları
değerlendirilememiş, olağanüstü koşullar zaman içinde erimiştir.
Solun güçsüz olduğunu, devrim isteyenlerin devrim için
gerekli yapıları kuramadığını çıplak olarak yaşanan süreçte gördük.
“Her yer Taksim, her yer direniş!” derken ekoloji mücadelesi
olmadığını özgürlük isteminin bir sloganı olduğunu anlamayanlar bir daha
kendilerini gezi ruhunu anlamak için ruh çağırmadan, somut olaylara bakarak
düşünmelerini salık veririm.
Gezi Direnişi, bütün ülkenin her alanına yayılmış, her yerde
direniş bir şekilde kendiliğinden örgütlenmiş ve toplum içinde baskı altında
olduğunu ve özgür olmadığını hissedenler; meydanlara, sokaklara, caddelere
çıkmış ve devletin olağanüstü gücüne karşı mücadele etmiş, yer yer devleti
meydanlardan, sokaklardan, caddelerde uzaklaştırmış ve özgür alanlar
yaratmıştır. Özgür alanlar içinde hiçbir şekilde olay olmaması, halkın kendi
kendine yönettiğine yaşan süreçte şahitlik ettik. Türkiye’de başlayan bu dalga
bir kelebek kanadı etkisi yaratmış ve dünyanın her hangi bir yerinde dahi “Her
yer Taksim, her yer direniş!” sloganın atıldığına şahitlik ettik. Birbirine
benzer görüntüler ekranlara düşmüş, aynı şekilde devlet güçlerine karşı halk özgürlük
mücadelesi vermiştir.
Gezi, bir direniştir, her ne kadar “isyaaan!” diye bağırmış
olsak da ortada isyan yoktur, tersine bir direniş vardır ve bu direnişin sahibi
sokağa çıkan halktır.
İsyan ile direnişi karıştıranlar için kısa bir not yazayım; İsyan,
planlı ve belirli hazırlık süreci ile oluşur. Kısaca isyan için zaman
önemlidir, isyan için bilinçli bir istek ve hazırlık vardır. Direniş ise, ani
bir baskın karşısında baskına uğrayanların içgüdüsel olarak verdiği tepkidir,
zaman içinde bu tepki sistemli, düzenli ve barikat veya genel olarak
değişebilir ve gelişebilir... 31 Mayıs günü yapılan şey halk isyanı değil,
orada bulunan ve özgürlük istemi ile birlikte genel olarak halkın (ülke
çapında) direnişidir. İsyan için, isyanı yönlendirecek bir iradenin varlığından
söz edilirken, direniş için o irade olmadan da olurluğunu yaklaşık bir sene
önce yaşayarak gördük...
Direnişe isyan derseniz, o zaman isyan yapmaktan dolayı
toplu davaların açılması ve sonucuna katlanmak anlamına gelir... Direniş ise
meşrudur ve hakkında dava açılamaz... Gezi davalarında beraat ile
sonuçlanmasının temelinde bu vardır... Hiçbir hukuk kuralı, hiçbir yasa
direnişi meşru dışı ilan edemez, ona karşı söylem geliştirmez. Eğer geliştirirse
o zaman halk içinde direnişin hukuk kurallarının oluşumuna hizmet eder ve halk
kendi kuralları içinde oluşacak sorunlara çözüm arayışına girer.
Direniş süreklilik gösterdiği ve sistemli halde toplumun her
katmanı içinde yaygınlaşmaya başladığında, sistem eleştiri konusu yapılır ve
onun değişimi için yeni sistem arayışları ve denemelerine şahitlik
edebileceğimiz tarihin dehlizlerinde yaşanan deneylere bakarak
söyleyebiliriz. Kapitalist sisteminin
şimdiki liberal yorumu toplum içinde sınıflar arasında uçurumu derinleştirmiş,
sınıf çatışmasını görünür hale getirmiştir. Sistem bireyi yalnızlaştırırken, en
yakının üstüne basarak sınıf atlamaya çalışanların olduğu bir ortamda, büyük
çoğunluk içinde rahatsızlık yaratmış ve içgüdüsel olarak direnişin tohumları
ekilmiştir. Gezi Direnişinde ki gibi bir parkta orantısız şekilde sabah namaz
sonrası din için canını verecek kadar dindar olduğunu söyleyenlerin emir ve
komutasında korumasız insanlara saldırması vicdanlarda ve içten içe gelişen
direnişi ortaya çıkarmış ve o saldırıya karşı halk önce Gezi Park’ına akın
etmiş, daha sonra tüm meydanları Gezi ilan etmiştir. Gezi Direnişi, var olan
iktidar sözcülerinin söylemlerine ve her türlü korkutmasına karşı bir
başkaldırı ve özgürlük söyleminin açıkça haykırıldığı anı oluşturmuştur. Barikatlar,
barikat arkasında oluşturulan yeni yaşam biçimi, paranın geçersiz olduğu bir
özgürlük alanın oluşturulması tesadüfi değildir. Var olan ve para üzerine
kurulu olan anlayışı tersine çevirmiş ve insana yakışır sitemin o özgür
günlerde yaşanan olduğu tüm dünyaya gösterilmiştir. Var olan tüm anlayışları ve
örgütleniş biçimini parçalayan ve yok eden işte bu yaşanan süreçtir. Sol,
kendisi ile yüzleşmesi gerektiği sürekli vurgulanmış olmasına rağmen, yaşan
süreçten bugüne kadar gerçek anlamda yüzleşme yaşayamamış, hiçbir şey olmamış
gibi park formlarında yeni yandaş ve afişlerini sergileme için imkan olarak
görmüştür. Sol içinde Gezi Direnişi öncesinde yönetici olanlar, bugünde hala
yönetici olması şaşırtıcı değildir, çünkü onların yaşanan süreci gerçek anlamda
okuyamadıklarının kanıtıdır. Sol ve devrimci yapılar bu süreçte ödevlerini
yeteri kadar yerine getirmemiş ve halk içinde kitlesel anlamda örgütlülük
kuramamışlardır.
Bugün dahi solun bu kadar başarısızlığına rağmen insanlar
hala sokaklarda, caddelerde, meydanlarda bir şeyler yapıyorsa sola rağmen
yapıyor olduklarının kanıtıdır.
Gezi Direnişi, hiçbir örgütsel dar kalıbın içine sığamayacak
kadar geniş alan yarattığı için belki sol yapıları parçalamış ama onların cemaat
ilişkisi içinde olan ilişkilerini kıramamıştır.
Gezi direnişinde ölen canlar bizimdir, o çocukların bir
bildiği vardı...
O çocukların bildiğini dar bakış açısı içinde değerlendirip,
belirli bir sol söylem içinde sıkıştırmamak gereklidir. Gezi Direnişi çünkü var
olan tüm alışkanlıkları ortadan kaldıran, kadınlı erkekli, çocuklu, gençlerle,
ebeveynli bir direniştir. Tüm azınlıkları içinde barındıran, her inancı içinde
koruyan, işçi sınıfının ve sistemin yarattığı ortamdan rahatsızlık duyanların
her birini kucaklayan bir süreçtir. Koç ailesi ile Aliağa inşaatlarında çalışan
işçileri bir alanda ve söylemde birleştiren bir süreç yaşandı. Soma cinayeti ve
ona karşı geliştirilen dayanışma ruhunu da Gezi Direnişi kültürü belirlemiştir.
Roboski’den, Gezi Direnişine kadar ölen tüm canlar bizimdir, Soma’da öldürülen
her işçi bizimdir, cinayetlere kurban giden her bir bireyin bir bildiği vardı,
onu sesli olarak açıkça seslendiremedik ama içsel olarak o sesi duyuyoruz!
O ses bize özgürlük demekte!
Daha fazla özgürlük!
Yaşadık, yaşadığımız özgürlüğü istiyoruz!
Yarın yanağından gayrı her yerde hep beraber olduk!
Şeyh Bedrettin’in düşünü gerçekleştirdik, Börklüce Mustafa’nın
başardığını yeniden yarattık!
Tarih bize yüklediği görevi yerine getirecek kadar şanslı
bir zaman diliminde yaşadık, şimdi onu daha da geliştirmek ve yaygınlaşmasını
sağlamak bizim ellerimizde, yüreğimizdedir.
Yaşasın Gezi Direnişi ve o direnişe katılan her omuzdaşım!
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.