Yeni Türkiye derken…
AKP iktidar dönemi, yakın tarihimiz içinde ders alınması
gereken zaman dilimini içeriyor. Aydınların liberalleşmesi ve kendilerince öç
alma duygusu ile iktidarın yedeğine düşmesi sürecinin sonucunu yaşadık. Geçmişten
öç alma derdine girenlerin en ilginç tarafı 12 Eylül faşist darbesinden dolaylı
etkilenmiş ve o ortamın getirmiş olduğu koşullarda kariyer yapmış insanlar
olmasıdır. 12 Eylül faşizmde ezilen, panzer altında kalanlar o karanlık
dönemden ders almış ve iktidarın yedeğinde olmayacaklarını içselleştirmişlerdi.
İktidarı desteklemek demek; başka bir dünya ve yaşam
hayalinden vazgeçmek olduğunu ve sistemin içinde yedeklenmek olduğunu geçmişten
ders çıkaranlar bilir. Bir kere iktidar ile işbirliği yapan, sözde her ne kadar
kendisini başka bir dünya özlemi olduğunu söylemiş ise de, gerçekte kolay kolay
eski haline dönemez, çıkar ilişkileri yeni tercihler yapmayı ve yeni ilişkiler
kurmayı getirir. Geçmiş ilişkilerini kullanarak, iktidar için gerekli
ilişkileri kuranlarda bu döneme özgü olmasa da daha görünür oldular. Özelikle geçmişte hasbi kader şimdilerde
sembol olmuş insanlar ile arkadaşlığı olanlar, o arkadaşlığını her fırsatta dillendirip,
anılarını pazarlayanalar bu sayede hem başka dünya ve yaşam özlemi olanların
kalbinde yer edinme çabası, hem de iktidara bak hala birilerini etkiliyorum,
ben boş biri değilim, beni değerlendirin mesajını vermekten de geri duramaz.
Bugün yaşadığımız süreci iyi anlayabilmek için elbette yakın
tarihimize göz atmamız kaçınılmazdır. Yaşadığımız tarih çizgisinin kırılma
noktası 1980 yıllarına kadar gider. Özal, daha doğrusu Amerika’nın istemleri
doğrultusunda ve ihtiyacı gereği kararlar alınmış ve devlet denen mekanizmasının
değişimini ve sosyal olarak toplumun ihtiyaçlarının ve beğenilerinin yeniden
oluşması için tarihsel kırılma noktasının başlangıç tarihi olarak 24 Ocak 1980
temsil eder. 24 Ocak kararlarını uygulanabilmesi için ülkenin askeri bir rejim
içinde olması gerekliydi ve o da uzun olmayan bir süre sonra gerçekleşmiş ve
değişime karşı olabilecek olan tüm sosyal katmanlar pasifize edilmiş, direnme
potansiyelinde olanlar ve direnenler ise cezaevleri duvarları arasında yerlerini
almıştır. Özal’ın başlattığı ve kontrolünde geliştirdiği “yeni Türkiye” rotası,
o güne kadar gelmiş olan devletin baba rolünü değiştirmiş, Avrupa ve çağdaş
ülkeler hedefinde devletin her beş yılda planladığı ve uyguladığı yarı liberal politikanın
da hepten değişmesi ve yeni rota; tipik Ortadoğu ülkesi konumuna getirecek
çizgisine oturtmuştur. Bugün yaşadığımız süreç Özal’ın almış olduğu 24 Ocak
karalarının sonucudur. AKP bir anlamda; hem Özal hem de o politikaların
uygulanması için ülkeye çeki düzen veren Askeri darbe yapanların ve onlara
komuta edenlerin istemlerinin sonucudur.
Türkiye ne zaman planlanan çizgiden dışarıya düşme tehlikesi
yaşasa, dış etkenler ile ülke yeniden planlanan çizgiye çekilmiştir. Bu müdahalelerin
yakın tarihimizdeki en somut örneği ise, Türk solunu tarihin çöplüğüne bırakan
Kemal Derviş’tir. Var olan ve değişime tam ayak uyduramamış, istenen
ihtiyaçları “tam” kavrayamamış iktidar partilerine çeki düzen vermek ve
çalkantıda olan ve tipik Ortadoğu ülkesi gibi reaksiyon göstermeyen eski
anlayışı çöpe süpürme görevi o dönemde başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir.
Kemal Derviş, AKP iktidarını yaratacak ortamı hazırlamış bir şekilde bu ülkedeki
görevini tamamlayarak, geldiği yere; eski görevine dönmüştür.
AKP önceleri çok amatör bir lamba sembolü ile kuruldu, gelecekteki
iktidarın güçlü insanları yeni liderlerini tanıtırken mahcup ve çekingen
tavırlarını kısa sürede atacaklar ve sağlam bir iktidar çizgisini hayata
geçireceklerdir. Onlara yapılan her hareket, onları daha da güçlendirmiş, daha
doğrusu işlerini kolaylaştırmıştır.
Mağduriyet gösterileri, halkın gözünde kahraman olanların
birden “seçilmiş iktidarın” arkasında iş çevirenler olarak algılanmasını
sağlamıştır. Sözde Kemalizm ideolojisini savunur gibi olanlar iktidarın yedeğinde,
kendilerini iktidara hizmet ederken bulmuşlardır.
Liberal ekonomide Kemalizm yaşayamazdı, zaten askeri
darbenin ilk yıllarında yani Atatürk’ün yüzüncü doğum yılı kutlamalarında o ideolojinin
kırpıntıları dahi tamamen ortadan yok edilmiştir. Altı ok, kapatılan ve ileride
açılan siyasi partinin bayrağında sadece bir sembol olarak kalmış, altı
boşaltılmıştır. Bugün o bayrak geçmişte yaşanan her türlü kanlı tarihin tek
sorumlusu gibi algılanmaktadır. Ama şimdi kimse düşünmüyor ki, var olan tüm
partiler o partiden ayrılmalar ile oluştur. (İttihat ve Terakki partisinin
mirasını taşıyan partiler bugün nefret söylemlerine bakarak yaşadığını
söyleyebiliriz.)
AKP döneminin en göze çarpan özelliği; toplumun dincileştirilmesinin
derinleştirilmesi ve dinin siyasetin ve ticaretin görünür bir aracı hale
getirilmesidir. Din göreceli olarak camiden çıkmış, yaşamın içinde ve her
alanında kendisini hissettirmekte ve “mahalle baskısı” adı altında ülke
topraklarının en küçük birimine kadar yayılması sürecini yaşadık. AKP döneminde
din yeniden yorumlanmış ve yeni yorumuna uygun yaşam ve kıyafet kültürü
gelişmiştir. Görüntüsel olarak homojen “yeni din / mezhep” yaratılmış;
okullarda, camilerde bu yeni görüntüye uygun bilgiler yeni kuşağa aktarılmaktadır.
O güne kadar gizli olarak kendi özgünlüğünü yaşatanlar, homojenleşirken, bir
anda popüler kültürün bir parçası olmuş turistlik etkinlikte kullanılır
olmuştur. Geleneksel ve belli bir özgünlüğü olan inanç ritüelleri yeni yaşam
tarzının eğlence aracına dönüştürülmesi rahatsızlık yaratmış olsa da, bir süre
sonra kanıksanmış ve doğal bir propaganda aracı işlevi görmeye başlamıştır.
Yeni yaşam alışkanlıkları içinde Arap sermayesi yeni
Türkiye’nin oluşumunda önemli bir araç olmuş olsa da belirleyici ve düzenleyici
konumuna erişememiştir. Bunun en önemli nedeni Arap dünyasının Türklere ve
Türkiye’ye bakışında aramak gereklidir. Radikal İslam’ı temsil eden El Kaide
gibi örgütlerin yerel liderleri Türkiye’yi İslam ülkesi görmeyip, batı
dünyasının parçası olarak görmekte ve ülke liderine açıkça “tövbe et ve gel”
diyebilmektedirler. Arap sermaye akışı siyasi beklentiler ile orantılı bir
şekilde seyir izlemektedir.
AKP dönemi siyasi çalkantıların da yoğun olarak yaşandığı yıllardır.
Tarihimizde ilk defa kendiliğinden ve siyasi iradenin yangına körükle gitmesi
ile Gezi Direnişi tüm ülkeye bir anda sarmış ve iktidar bu kriz yönetiminden
gaz ve toma baskısı ile çıkmaya çalışmıştır. Bugün dahi bu konuda göreceli
olarak gösterdiği başarılı yöntemi katıksız bir şekilde her toplumsal olaylarda
kullanarak; korku, düşman ve toplum içinde cephe yaratarak kendisinin iktidar
olması gereken seçmen sayısını korumaya çalışmaktadır. İktidar sürekli olarak
kendi seçmenine mesaj vermekte, “bakın biz iktidardan gidersek kazandığımız tüm
mevzileri kaybederiz, eskisi gibi baskı altında kalırsınız”. İktidar gücünün kazandırmış
olduğu “rant paylaşımının olmayacağı” vurgusu yaparak, yeni zenginlerin gözünü
korkutmakta ve kendi arkasında durması için bir baskı aracına dönüştürmüştür.
Korku, bu ülkenin iktidarının kullandığı sürekli bir
araçtır. Her iktidar korkuyu, kendi gücü için kullanmış ve kullanmaya da devam
etmektedir. AKP iktidarı döneminde kontrolsüz bir şekilde yaratılan rant
alanları, devlete ait olanların özelleştirilmesi ya da kiraya verilmesi, yap
işlet modeli gibi projeler, daha çok kar amaçlı ve para odaklı olduğunda, insan
yaşamının hiçe sayılmasının sonucunu Soma Maden Ocağında oluşan patlama ile
ortaya serilmiştir.
HES projeleri ile enerji borsasının yaratılması için ve
dışardan etki ile oluşturulan enerji firmalarının büyümesi ve kendilerini
borsada ifade edecek kadar gelişmeleri bu iktidar döneminde olmuştur. Henüz enerji
borsası oluşturulamamıştır, eğer oluşmuş olsaydı; uluslar üstü firmalar
ülkemizde faaliyet göstermeye başlamış olurlardı. HES Projeleri doğayı yok
etmekte, HES projelerinin olduğu yerlerde halkın doğadan kopması anlamına
gelmekte olduğunu projelerin sonucu ile ortaya çıkmıştır. Bu konuda da bir
direniş ile karşılaşmış, direnişi aşabilmek için yasalarda sürekli
değişiklikler yapılmaktadır.
AKP iktidarı döneminde en göze çarpan bir başka unsurda,
uluslararası mahkemelerin almış olduğu kararları işine geldiği gibi
yorumlamakta ve işine gelmeyenleri yok saymaktadır. Bu konuda ceza ödemeyi göze
almakta ve “parasını veririm ama ülkede onu uygulamam” anlayışını oturtmuştur. En
tipik örneği Alevilerin çocukların eğitiminde din eğitimi konusunda alınmış
karardır.
Hukuk, iktidarın etkisi altında, iktidardaki siyasi iradenin
beklentilerine uygun kararlar alabilmekte ve sürekli değişen yasalar ile hangi
olayda nasıl karar alacağı konusu da tartışmaya açık hale gelmiştir. Hakimlerin
birbirinden bağımsız ve çelişkili kararları bu döneme damgasını vurmaya devam
etmektedir. Savcıların almış olduğu kararlar ve sınırsız yetkiler bu dönemde de
verilmiş ve geri alınmıştır.
İktidara darbe girişimi sözünün en çok duyulduğu dönem
olmuştur, somut olarak darbeciler ortaya çıkarılamamış, darbe girişimleri
konusunda mahkeme kararları, başka darbe girişimi gerekçesi ile yeniden gözden
geçirilmiş, darbe girişimde bulunan başka gücün etkisi ile o davaların açıldığı
vurgusu yapıldığı süreci yaşamaktayız. Savunma hakkının yerine daha çok savcı/
hakim haklarının konuşulduğu bir süreci yaşadık. Uzun tutukluluk gibi bir
kavram ile muhalefet olan suçlu suçsuz bir çok kişinin çuvala konulup
cezalandırıldığı süreci yaşadık.
Medyaya bir dönem yön veren bir gazeteci; "Devlet,
bugün Türkiye'de yaşadığımız gibi, iki şey ister. Bir 'benim sırlarımı
duyurma', iki 'benim propagandamı yap'. Gerçekler başka gösterilerek bu
dönemin yeni medyası yaratılmıştır. Medya patronları çıkar ilişkileri iktidar
ile bağlantılı olduğu için, ana medya bir anlamda propaganda aracına
dönderilmiştir.
AKP dönemi açılım sözlerinin bol olduğu ama açılım için
gerekli adımların atılmadığı, atılıyormuş gibi yapılıp, sözde toplantılar ve
propaganda için ‘akil adamlar’ gibi uygulamaların konulduğu dönemi yaşadık. Dersim
olayı ile ilgili özür dilemiş ama ‘özür ’ün gerekleri yerine getirilmemiştir. İşin
özünden daha çok görünümü açılım için daha önemli olarak algılanmış ve
propaganda amaçlı; gerekli dönemlerde muhalefetin yükselen sesini parçalanması
ve yeni ittifakların kurulması için kullanılmıştır. İç siyaset için “düşman
yok, müttefik adayları var” anlayışı etkili olmuş ve AKP döneminde girilen her
seçimi iktidar kazanmıştır. Kriz dönemlerinde krizi başarılı bir şekilde
yönetememiş olsa da, ortada ‘krizi yönetecek muhalefet’ olmadığı için yaralı
atlatabilmiştir. Her kriz başka krizlerin oluşması içinde zemin hazırlamaya
devam etmektedir, henüz başarılı bir şekilde ortadan kaldırılmış kriz süreci
yoktur.
Yeni Türkiye vurgusu sürekli yapan iktidar, asında yeni Türkiye
çizgisinin (24 Ocak kararlarının) devamcısıdır. Kendisinin yaratmış olduğu
somut bir Türkiye’den bahsedemeyiz. Her ne kadar görsel olarak ülke dincileşmiş
olsa da (tipik Ortadoğu ülkesi refleksi) bu ekonomi çarklarının kriz yönetimi
sırasında hepten kaybedeceği ve öfkeyi üzerine her an çekebilecek bir konumda
olduğunu Soma’da yaşanan tepkiler kanıtlamaktadır.
Bu ülkede belirleyici olan bireylerin ve sosyal katmanların
çıkarlarıdır. İç dinamikler kadar dış dinamiklerde çok önemlidir, hatta dış
güçler iç güçlerden daha fazla etkili ve ülkenin kader çizgisini
değiştirebilmektedirler. Çıkar çatışmasında kimlerin öne çıkarılacağı, kimlerin
çöpe atılacağını tarih bize anlatacaktır. Her yaşanan gün, ders alınması
gerekenler not edilmektedir, önemli olan o notları doğru okuyup, dersler
çıkarmaktır. Propaganda ve toplum mühendisliği bir yere kadar başarılı olur,
bir yerden sonra “her yer Taksim, her yer direniş” olabilir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.