Galata Gazete


22 Mayıs 2014 Perşembe

Yeni Türkiye derken…

Yeni Türkiye derken…

AKP iktidar dönemi, yakın tarihimiz içinde ders alınması gereken zaman dilimini içeriyor. Aydınların liberalleşmesi ve kendilerince öç alma duygusu ile iktidarın yedeğine düşmesi sürecinin sonucunu yaşadık. Geçmişten öç alma derdine girenlerin en ilginç tarafı 12 Eylül faşist darbesinden dolaylı etkilenmiş ve o ortamın getirmiş olduğu koşullarda kariyer yapmış insanlar olmasıdır. 12 Eylül faşizmde ezilen, panzer altında kalanlar o karanlık dönemden ders almış ve iktidarın yedeğinde olmayacaklarını içselleştirmişlerdi.

İktidarı desteklemek demek; başka bir dünya ve yaşam hayalinden vazgeçmek olduğunu ve sistemin içinde yedeklenmek olduğunu geçmişten ders çıkaranlar bilir. Bir kere iktidar ile işbirliği yapan, sözde her ne kadar kendisini başka bir dünya özlemi olduğunu söylemiş ise de, gerçekte kolay kolay eski haline dönemez, çıkar ilişkileri yeni tercihler yapmayı ve yeni ilişkiler kurmayı getirir. Geçmiş ilişkilerini kullanarak, iktidar için gerekli ilişkileri kuranlarda bu döneme özgü olmasa da daha görünür oldular.  Özelikle geçmişte hasbi kader şimdilerde sembol olmuş insanlar ile arkadaşlığı olanlar, o arkadaşlığını her fırsatta dillendirip, anılarını pazarlayanalar bu sayede hem başka dünya ve yaşam özlemi olanların kalbinde yer edinme çabası, hem de iktidara bak hala birilerini etkiliyorum, ben boş biri değilim, beni değerlendirin mesajını vermekten de geri duramaz.

Bugün yaşadığımız süreci iyi anlayabilmek için elbette yakın tarihimize göz atmamız kaçınılmazdır. Yaşadığımız tarih çizgisinin kırılma noktası 1980 yıllarına kadar gider. Özal, daha doğrusu Amerika’nın istemleri doğrultusunda ve ihtiyacı gereği kararlar alınmış ve devlet denen mekanizmasının değişimini ve sosyal olarak toplumun ihtiyaçlarının ve beğenilerinin yeniden oluşması için tarihsel kırılma noktasının başlangıç tarihi olarak 24 Ocak 1980 temsil eder. 24 Ocak kararlarını uygulanabilmesi için ülkenin askeri bir rejim içinde olması gerekliydi ve o da uzun olmayan bir süre sonra gerçekleşmiş ve değişime karşı olabilecek olan tüm sosyal katmanlar pasifize edilmiş, direnme potansiyelinde olanlar ve direnenler ise cezaevleri duvarları arasında yerlerini almıştır. Özal’ın başlattığı ve kontrolünde geliştirdiği “yeni Türkiye” rotası, o güne kadar gelmiş olan devletin baba rolünü değiştirmiş, Avrupa ve çağdaş ülkeler hedefinde devletin her beş yılda planladığı ve uyguladığı yarı liberal politikanın da hepten değişmesi ve yeni rota; tipik Ortadoğu ülkesi konumuna getirecek çizgisine oturtmuştur. Bugün yaşadığımız süreç Özal’ın almış olduğu 24 Ocak karalarının sonucudur. AKP bir anlamda; hem Özal hem de o politikaların uygulanması için ülkeye çeki düzen veren Askeri darbe yapanların ve onlara komuta edenlerin istemlerinin sonucudur.

Türkiye ne zaman planlanan çizgiden dışarıya düşme tehlikesi yaşasa, dış etkenler ile ülke yeniden planlanan çizgiye çekilmiştir. Bu müdahalelerin yakın tarihimizdeki en somut örneği ise, Türk solunu tarihin çöplüğüne bırakan Kemal Derviş’tir. Var olan ve değişime tam ayak uyduramamış, istenen ihtiyaçları “tam” kavrayamamış iktidar partilerine çeki düzen vermek ve çalkantıda olan ve tipik Ortadoğu ülkesi gibi reaksiyon göstermeyen eski anlayışı çöpe süpürme görevi o dönemde başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Kemal Derviş, AKP iktidarını yaratacak ortamı hazırlamış bir şekilde bu ülkedeki görevini tamamlayarak, geldiği yere; eski görevine dönmüştür.

AKP önceleri çok amatör bir lamba sembolü ile kuruldu, gelecekteki iktidarın güçlü insanları yeni liderlerini tanıtırken mahcup ve çekingen tavırlarını kısa sürede atacaklar ve sağlam bir iktidar çizgisini hayata geçireceklerdir. Onlara yapılan her hareket, onları daha da güçlendirmiş, daha doğrusu işlerini kolaylaştırmıştır.

Mağduriyet gösterileri, halkın gözünde kahraman olanların birden “seçilmiş iktidarın” arkasında iş çevirenler olarak algılanmasını sağlamıştır. Sözde Kemalizm ideolojisini savunur gibi olanlar iktidarın yedeğinde, kendilerini iktidara hizmet ederken bulmuşlardır.

Liberal ekonomide Kemalizm yaşayamazdı, zaten askeri darbenin ilk yıllarında yani Atatürk’ün yüzüncü doğum yılı kutlamalarında o ideolojinin kırpıntıları dahi tamamen ortadan yok edilmiştir. Altı ok, kapatılan ve ileride açılan siyasi partinin bayrağında sadece bir sembol olarak kalmış, altı boşaltılmıştır. Bugün o bayrak geçmişte yaşanan her türlü kanlı tarihin tek sorumlusu gibi algılanmaktadır. Ama şimdi kimse düşünmüyor ki, var olan tüm partiler o partiden ayrılmalar ile oluştur. (İttihat ve Terakki partisinin mirasını taşıyan partiler bugün nefret söylemlerine bakarak yaşadığını söyleyebiliriz.)

AKP döneminin en göze çarpan özelliği; toplumun dincileştirilmesinin derinleştirilmesi ve dinin siyasetin ve ticaretin görünür bir aracı hale getirilmesidir. Din göreceli olarak camiden çıkmış, yaşamın içinde ve her alanında kendisini hissettirmekte ve “mahalle baskısı” adı altında ülke topraklarının en küçük birimine kadar yayılması sürecini yaşadık. AKP döneminde din yeniden yorumlanmış ve yeni yorumuna uygun yaşam ve kıyafet kültürü gelişmiştir. Görüntüsel olarak homojen “yeni din / mezhep” yaratılmış; okullarda, camilerde bu yeni görüntüye uygun bilgiler yeni kuşağa aktarılmaktadır. O güne kadar gizli olarak kendi özgünlüğünü yaşatanlar, homojenleşirken, bir anda popüler kültürün bir parçası olmuş turistlik etkinlikte kullanılır olmuştur. Geleneksel ve belli bir özgünlüğü olan inanç ritüelleri yeni yaşam tarzının eğlence aracına dönüştürülmesi rahatsızlık yaratmış olsa da, bir süre sonra kanıksanmış ve doğal bir propaganda aracı işlevi görmeye başlamıştır.

Yeni yaşam alışkanlıkları içinde Arap sermayesi yeni Türkiye’nin oluşumunda önemli bir araç olmuş olsa da belirleyici ve düzenleyici konumuna erişememiştir. Bunun en önemli nedeni Arap dünyasının Türklere ve Türkiye’ye bakışında aramak gereklidir. Radikal İslam’ı temsil eden El Kaide gibi örgütlerin yerel liderleri Türkiye’yi İslam ülkesi görmeyip, batı dünyasının parçası olarak görmekte ve ülke liderine açıkça “tövbe et ve gel” diyebilmektedirler. Arap sermaye akışı siyasi beklentiler ile orantılı bir şekilde seyir izlemektedir.

AKP dönemi siyasi çalkantıların da yoğun olarak yaşandığı yıllardır. Tarihimizde ilk defa kendiliğinden ve siyasi iradenin yangına körükle gitmesi ile Gezi Direnişi tüm ülkeye bir anda sarmış ve iktidar bu kriz yönetiminden gaz ve toma baskısı ile çıkmaya çalışmıştır. Bugün dahi bu konuda göreceli olarak gösterdiği başarılı yöntemi katıksız bir şekilde her toplumsal olaylarda kullanarak; korku, düşman ve toplum içinde cephe yaratarak kendisinin iktidar olması gereken seçmen sayısını korumaya çalışmaktadır. İktidar sürekli olarak kendi seçmenine mesaj vermekte, “bakın biz iktidardan gidersek kazandığımız tüm mevzileri kaybederiz, eskisi gibi baskı altında kalırsınız”. İktidar gücünün kazandırmış olduğu “rant paylaşımının olmayacağı” vurgusu yaparak, yeni zenginlerin gözünü korkutmakta ve kendi arkasında durması için bir baskı aracına dönüştürmüştür.

Korku, bu ülkenin iktidarının kullandığı sürekli bir araçtır. Her iktidar korkuyu, kendi gücü için kullanmış ve kullanmaya da devam etmektedir. AKP iktidarı döneminde kontrolsüz bir şekilde yaratılan rant alanları, devlete ait olanların özelleştirilmesi ya da kiraya verilmesi, yap işlet modeli gibi projeler, daha çok kar amaçlı ve para odaklı olduğunda, insan yaşamının hiçe sayılmasının sonucunu Soma Maden Ocağında oluşan patlama ile ortaya serilmiştir.

HES projeleri ile enerji borsasının yaratılması için ve dışardan etki ile oluşturulan enerji firmalarının büyümesi ve kendilerini borsada ifade edecek kadar gelişmeleri bu iktidar döneminde olmuştur. Henüz enerji borsası oluşturulamamıştır, eğer oluşmuş olsaydı; uluslar üstü firmalar ülkemizde faaliyet göstermeye başlamış olurlardı. HES Projeleri doğayı yok etmekte, HES projelerinin olduğu yerlerde halkın doğadan kopması anlamına gelmekte olduğunu projelerin sonucu ile ortaya çıkmıştır. Bu konuda da bir direniş ile karşılaşmış, direnişi aşabilmek için yasalarda sürekli değişiklikler yapılmaktadır.

AKP iktidarı döneminde en göze çarpan bir başka unsurda, uluslararası mahkemelerin almış olduğu kararları işine geldiği gibi yorumlamakta ve işine gelmeyenleri yok saymaktadır. Bu konuda ceza ödemeyi göze almakta ve “parasını veririm ama ülkede onu uygulamam” anlayışını oturtmuştur. En tipik örneği Alevilerin çocukların eğitiminde din eğitimi konusunda alınmış karardır.

Hukuk, iktidarın etkisi altında, iktidardaki siyasi iradenin beklentilerine uygun kararlar alabilmekte ve sürekli değişen yasalar ile hangi olayda nasıl karar alacağı konusu da tartışmaya açık hale gelmiştir. Hakimlerin birbirinden bağımsız ve çelişkili kararları bu döneme damgasını vurmaya devam etmektedir. Savcıların almış olduğu kararlar ve sınırsız yetkiler bu dönemde de verilmiş ve geri alınmıştır.

İktidara darbe girişimi sözünün en çok duyulduğu dönem olmuştur, somut olarak darbeciler ortaya çıkarılamamış, darbe girişimleri konusunda mahkeme kararları, başka darbe girişimi gerekçesi ile yeniden gözden geçirilmiş, darbe girişimde bulunan başka gücün etkisi ile o davaların açıldığı vurgusu yapıldığı süreci yaşamaktayız. Savunma hakkının yerine daha çok savcı/ hakim haklarının konuşulduğu bir süreci yaşadık. Uzun tutukluluk gibi bir kavram ile muhalefet olan suçlu suçsuz bir çok kişinin çuvala konulup cezalandırıldığı süreci yaşadık.

Medyaya bir dönem yön veren bir gazeteci; "Devlet, bugün Türkiye'de yaşadığımız gibi, iki şey ister. Bir 'benim sırlarımı duyurma', iki 'benim propagandamı yap'. Gerçekler başka gösterilerek bu dönemin yeni medyası yaratılmıştır. Medya patronları çıkar ilişkileri iktidar ile bağlantılı olduğu için, ana medya bir anlamda propaganda aracına dönderilmiştir.

AKP dönemi açılım sözlerinin bol olduğu ama açılım için gerekli adımların atılmadığı, atılıyormuş gibi yapılıp, sözde toplantılar ve propaganda için ‘akil adamlar’ gibi uygulamaların konulduğu dönemi yaşadık. Dersim olayı ile ilgili özür dilemiş ama ‘özür ’ün gerekleri yerine getirilmemiştir. İşin özünden daha çok görünümü açılım için daha önemli olarak algılanmış ve propaganda amaçlı; gerekli dönemlerde muhalefetin yükselen sesini parçalanması ve yeni ittifakların kurulması için kullanılmıştır. İç siyaset için “düşman yok, müttefik adayları var” anlayışı etkili olmuş ve AKP döneminde girilen her seçimi iktidar kazanmıştır. Kriz dönemlerinde krizi başarılı bir şekilde yönetememiş olsa da, ortada ‘krizi yönetecek muhalefet’ olmadığı için yaralı atlatabilmiştir. Her kriz başka krizlerin oluşması içinde zemin hazırlamaya devam etmektedir, henüz başarılı bir şekilde ortadan kaldırılmış kriz süreci yoktur.

Yeni Türkiye vurgusu sürekli yapan iktidar, asında yeni Türkiye çizgisinin (24 Ocak kararlarının) devamcısıdır. Kendisinin yaratmış olduğu somut bir Türkiye’den bahsedemeyiz. Her ne kadar görsel olarak ülke dincileşmiş olsa da (tipik Ortadoğu ülkesi refleksi) bu ekonomi çarklarının kriz yönetimi sırasında hepten kaybedeceği ve öfkeyi üzerine her an çekebilecek bir konumda olduğunu Soma’da yaşanan tepkiler kanıtlamaktadır.

Bu ülkede belirleyici olan bireylerin ve sosyal katmanların çıkarlarıdır. İç dinamikler kadar dış dinamiklerde çok önemlidir, hatta dış güçler iç güçlerden daha fazla etkili ve ülkenin kader çizgisini değiştirebilmektedirler. Çıkar çatışmasında kimlerin öne çıkarılacağı, kimlerin çöpe atılacağını tarih bize anlatacaktır. Her yaşanan gün, ders alınması gerekenler not edilmektedir, önemli olan o notları doğru okuyup, dersler çıkarmaktır. Propaganda ve toplum mühendisliği bir yere kadar başarılı olur, bir yerden sonra “her yer Taksim, her yer direniş” olabilir.


İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.