Acı çekenler bilir…
Acı çekenler doğruları bilir, sessizce resmi doğruyu ret
eder.
Durduğumuz noktalar farklı olunca, kullandığımız cümleler de
farklı oluyor, seçtiğimiz kelimeler de! Duruş noktasıdır insanın dünyaya
bakışını belirleyen!
Hayat içinde neyi farz etmiyoruz ki, gerçeklik ile kafamızda
ki gerçeklik ile karıştırmayalım… Aynı olaya bakanlar kafalarında ki gerçeklik
ile anlatmaya başladığında o olgunun bir çok anlamı olduğu ve her birey
tarafından başka anlamlar yüklendiğine şahitlik edebilirsiniz. Sanki her
birimiz farklı bir kültürde yaşıyormuşuz gibidir, şaşırtıcı olan içimizden
konuştuğumuz ile dışarıya bıraktığımız sesler arasında ki farktır, çünkü
bulunduğumuz toplumun doğrularına inanmadığımız halde katılıyormuş gibi onun
dili ile konuştuğumuza kulağımız bir çok kere şahitlik etmiş, beynimiz bunu kabul
etmese de güvenlik için sineye çektiğini unutmayalım! Bireyler kendi güvenliğini
bulunduğu toplumun düşünce ve hareketine uyum sağlayarak sağlamış, farklı
olmanın ve öteki olmamanın ne kadar kötü bir şey olduğunu kendi yaptığımız
ötekileştirme ve farklılaştırma sonucunda oluşturduğumuz kanaatlerdir.
Bizler toplumun içinde, toplumun rengini, dokusunu ve
biçimini üzerimizde taşıyan ama aslında üzerimize yapışmış olan bir asalak
sürüsünün kelimeler veya fısıltılara dökülmüş cisme bürünmüş bireyleriyiz. Toplumun
tüm hastalıklarını eğitim ile üzerimize alırız ve ömür boyu o toplumun yanlış
davranış biçimini normal ve olağan görerek yaşarız. Ne zaman başka topluma
çıkarsak o normal olanların aslında normal olmadığını gelen tepkilerden
öğreniriz. Örneğin sizin toplumda çocuk nikahı normal olurken, başka toplumda
bir hastalık olarak kabul edilir. Ya da
ölen abinizin eşini eş olarak almak zorunda olduğunuz kültür içinde yaşarken
normal gözükürken, başka toplumlar içinde başka bir adlandırmaya ve dışlanmaya
sebep olabilir. Sonuçta bireyler bulundukları topluma göre davranmak ve onların
genel doğrularını kendi doğrusu kabul etmek ile yükümlüdür, aksi halde batı
toplumuna oluşan bir meslek grubunun ilgi alanı oluverirsiniz ve size zor ile
ilaç tedavisi dahi yaptırabilirler.
Yine farz edelim ki, bir insan suç işlemiş. Suç dediğinde
toplum normlarının gerici, tutucu yapısına karşı bireysel isyan olsun. Yine
farz edelim ki silah kullansın ve birini öldürsün. Siyasi cinayet desinler bu
suça. Bir süre kaçak yaşasın ve bir gün tesadüfen bir yerde yakalansın. Bu arada
suç işlemeden önce işleyeceği suç hakkında yazılar yazsın, dergilerde görüşlerini
de açıklasın. Bugün tipik anarşist, terörist dediklerinizden biri olsun.
Devlet suç işleyeni bulur ve ceza almasını sağlar. Bu suç
işleyenin ceza alması doğal değil mi? Çünkü suç belli, kurban belli, fail
belli... Normal koşullar altında bu bireyin cezalandırılması gereklidir değil
mi, ama devlet öyle olağan üstü zamanlar yaşar ki suç işleyen ile birlikte en
yakınları da ceza verir olur. İşte bu olağanüstü koşullar devlet için hiçbir zaman
bitmez, sürekli olağanüstü koşul oluşturacak ortam vardır. Sürekli adları
değişse de olağan üstü koşullara uygun mahkemeler kurulur ve bu mahkemeler hukuk
kurallarını erk sahibinin ihtiyacına yönelik kısa sürede kara vermesi ve uygulamasını
sağlamak ile yükümlüdür, çünkü suçu kanıtlamak işkencecilerin görevidir,
mahkeme oradan geleni onaylar!
Bazı olağanüstü koşullar altında devlet ne yapmış, fail ile
birlikte ailesini, sülalesini, hatta hiç alakası olmayan ama sadece aynı
kültürden olanı da cezalandırmış. Ortada suç ve niteliğinin üstünde daha büyük
bir suçlu ve cezalandırılan kesim var. Burada adalet elbette bulunduğu topluma
ve zamanın ruhuna göre anlamlandırılacaktır.
Zaman geçecek, üzerinden hadi yüzyıl geçirelim. Ortada ne
suçlanmış ve cezalandırılmışlar, ne de suça ceza veren devlet ve adalet vardır.
Ortada kimse yok ama mahkeme tutanakları devletin güvenliğini tehdit etmiyorsa yayınlanma
ve incelenme hakkına sahip olsun… Tutanaklar elbette tek başına bir şey
anlatmaz ama devletin tavrını haklı görenler orada yazılanları doğru görecek ve
görmeyenler üzerine
baskı kuracaktır… Haklı görenler; devlet kendisine karşı geleni yok eder, ama
ya kökünü?
Elbette soykırım işte
böyle bir şey...
Bu bir insanlık suçu
mu?
Devleti katil olarak
görmeyenler “hayır” diyecek, “katil öteki” diyecekler... Birini öldürmüş…
“Ama sülalesini, kökünü
yok etmişler” diyorsun, “olabilir” diyor, “bir daha olmasın diye yok etti.” ama
zaman içinde yine aynı devlet bu sefer başkalarını bulmuş yine yok etmiş...
Katliam, sürgün o
topraklarda hiç eksik olmamış...
Peki, devleti
savunanlar, “devlet haklı demişler, üstelik devletin hapishanesinde tek tip
kıyafet giydikleri halde dayak yemekten kurtulamamış olmalarına rağmen...
Sonuç ne mi olmuş,
devlet dilini kullanan kendi haklılığını ispatlamak için resmi tarih belgelerini
doğru görür olmuş, mahkeme tutanakları arasında kanıt bulmuş karşısında ki ikna
olsun diye.
Öteki acı çekmiş,
acının kendisine öğrettiği gerçeklikten bakmış ve’ bir daha olmasın!’ diye onun
doğrusunu ret etmiş.
Acı çekenler doğruları bilir, sessizce resmi doğruyu ret
eder.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.