Tarih kullanılarak yalan söylenmeye devam ediliyor!
Sosyal - siyasi gelişmeler de tarih bilinmeden üzerine
konuşmak ve yorumlamak eksiktir, öncelikle bugünü anlamak için geçmişte
yaşananları iyi bilmekten geçiyor. Bugüne bakabilmek içinde gerçek anlamda
belgelere ve karşılaştırmalı tarihe bakmaktan geçer, çünkü belgeler çoğu zaman
devletin ya da erk sahibinin lehine sonuç çıkaracak şekilde düzenlenir ve
yorumlanması sağlanır. Resmi tarih söylemi boşuna söylenmiş bir söz değildir,
çünkü resmi tarih o anlık iktidarın ihtiyacına yanıt verecek tarih bilgisinin
kuşaklarına aktarılmasını sağlar. Kısaca yalan söyler. Belgeler ile yalan
söylenebilinir mi, elbette. İşine gelen belgeleri görüp, tek yönlü olarak olaya
bakarsanız yalana ortak olmuş olursunuz. Örneğin 12 Eylül mahkemelerinin
tutanaklarını bile incelerseniz, büyük bir yalanın nasıl örgütlendiğine
şahitlik edersiniz. O örgütlülük içinde masumların işkence altında hayatında
hiç gitmediği mekanda işlenen bir cinayetin katili, faili olarak mahkum
edildiğini bugünden bakarak bulabilirsiniz. Kısa sürede suçu ortadan kaldırmak
adına, failler bulunmuş, idama mahkum edilmiş ve ceza uygulanarak o suç
aydınlatılmıştır! Faili bulunan suçun defteri de kapanmıştır.
Her şey anlatıldığı ve okullarda öğretildiği gibi
değildir. Tarih resmi yalan söylemek için uydurulmuş bir bilim dalı oldu...
Ermeni tehciri adı verilen ama bugün bir çok devlette
soykırım olarak tanınan 1915’de yaşanan olayların sonuçlarını yaşamaktayız.
Uzun süreden beri devam eden ve kuşaktan kuşağa aktarılan resmi tarih
söyleminin de sonuna doğru gelmekteyiz, çünkü sadece Osmanlı belgelerine
bakarak incelerseniz dahi resmi söylemin dışına düşebilirsiniz. Resmi tarih;
ihtiyaçlara göre değiştir ve yeniden yorumlanır. O yüzden okullarda öğretilen
tarih kitapları iktidarların değişiminde yeniden gözden geçirilmesine sebep
olur. Bir ülkede okullarda öğretilen tarih kitapları sürekli yeniden
düzenleniyorsa, o ülkede oturmamış, sürekli değişen bir sistem sorunun
varlığını ve toplum içinde çatışmanın derinliğini de keşfedersiniz.
Ermeni sorununda kimse öldürülen ve ölen Ermenileri
yok saymıyor, ölümlerin devlet eli ile yapıldığını da kimse tartışmıyor, tartışma
konusu bu devlet politikasının önceden planlanmış, sistemli bir şekilde
uygulanıp uygulanmadığıdır. Çünkü planlı ve sistemli bir şekilde yapılan
cinayetlere verilen isim soykırımdır. Katliam ile soykırım arasında ki en büyük
fark işte bu iki kelimede yatıyor. Katliam kısa sürede gelişen olaylar
sonucunda toprağın kan ile bulaşmasını tanımlanırken, sistemli, planlı olarak
belli bir süre içinde uygulanan yöntem soykırım tanımı içindedir.
Resmi söylem ile tehcir denilen şey; çöle insanları
sürülmesidir. O sürülme emrini veren diyor ki, “orada (sürgün olan yerde)
Hristiyan nüfus Müslüman nüfusun %10’nu geçmeyecek.” Sürgün edilen yerde nüfus
belli, ülke sathında hareket ettirilen Ermeni nüfusu belli… Kısaca bıyık
altından bu sorunu bir halledin, nüfusa dikkat diyor, Talat Paşa. Bunun belgesi
yok mu, var... Peki, bu telgraflar ortadayken hala belirsiz olan ne var ki? Bir
plan dahilinde, sistemli, düzenli olarak toplama kamplarında biriktirip, topluca
çöl topraklarına insanları göndermenin başka bir adı var mı? Toplama kamplarına
yapılan baskınlar, kadın, kız, çocuk kaçırmalar, ellerinde malların
yağmalanması gibi olayların olması ve bu olayların önlenememesi acaba bu
“nüfusa dikkat” kelimesi içinde daha iyi anlaşılmıyor mu? Bu büyük göç içinde
Hristiyan ve diğer dinden olan haklarında bu vahşi cinayetten pay almasını kim
nasıl açıklıyor? Süryaniler, Ezidiler… cinayeti kimin işlediği mi önemli, kimin
planladığı ve yönettiği mi? Suç ortaktır ama soykırım konusuna gelince işte o
iki kelime önem kazanıyor… Sistemli, planlı!
Devlet erkini elinde bulunduranlar soykırım kelimesi
ile karşılaşır, devlet erkini elinde bulundurmayanalar katliam kelimesi ile
işledikleri cinayetlere yüzleşir...
Ermeni konusunda gözden uzak tutulan ama sürekli
fısıldanan bir gerçek vardır, çünkü Ermeni tehciri ile boşaltılan yerlere
yerleşenlere kulaklarına fısıldanan gerçek, “bakın onlar dönerse size verilmiş
topraklar ellerinizden gider. Sizin olan her şeyi Ermeniler alır. Onların
geriye dönmesi sizin atalarınızın katil olduğu gerçeği ile karşılaşırsınız.
Eğer atanıza, isminize bir şey gelmesini istemiyorsanız bu olayların üstünü
kapatalım ya da birlikte karşı koyalım.
‘Devlet yalan söylemez, o yüzden onun tarihi tek doğrudur
ve o doğruya kimse karşı koyamaz!’ Bu anlayış devleti savunan her bireyin
zihnine işlendi. O devlet eğitim sisteminden geçen her birey Ermeni olayını bir
“yalan” olarak algılamaya ve o yalanı tüm dünyaya yaymak için kendisinde misyon
edinmiş birileri hep vardır ve var olmaya da devam edecektir.
Eğer soykırım kabul edilirse, soykırım yapan ülkenin
mirasını taşıyan ülke doğal olarak tazminat ödeyecek. Türkiye Osmanlı mirasını
devam ettiren ve borçlarını da yakın zamanda bitiren bir ülkedir. Bir çok devlet
kurumu Osmanlı’da kurulduğu günü kabul eder ve her sene o günlerde toplantılar
düzenler.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden öncede sonra da
Osmanlı döneminde yaşanmış olaydan haberi vardır, sonuçlarını ne olacağını
bilmektedir. Zamana yayarak bu işi unutturmaya çalışmış ama zaman içinde
unutacak yerde daha fazla tartışılır olmuştur. Gelinen zaman diliminde artık bu
işi hasıraltı edilemeyecek konumuna gelmiştir. Şimdiki iktidar, olayın daha da
çıplak olarak gün yüzüne çıkması için ellerinde olan bütün belgeleri ortaya
sermek ile yükümlüdür. Kapalı bırakılan her belge zaman aşımına uymayacak ve
her daim önümüzde engel olarak duracaktır. Olaylar çıplak olarak ortaya serilir
ve kamuoyu bilgilendirilirse komşu devletler ile olan sorunlu ilişkilerimizin ortadan
kalkması için yeni fırsatlar ortaya çıkabilir. Komşusunu düşman gösteren resmi
tarih anlayışı artık çöpe atılmak zorundadır.
Tarih yeniden yazılacak, yeni yazılan tarih de
tarafların mutabık olacağı yeni bir resmi tarih olacaktır. Bu yeni tarih elbette
yönetenlerin çıkarlarına uygun şekilde bir pazarlık sonucunda ortaya çıkacak ve
tarih yazıcılarına bu yeni tarih sınırları belli bir şekilde yazılması için
sipariş edilecektir.
Devleti idare edenlerin işlediği günahları ve suçları
ne yazık ki o ülkede yaşayan her birey ödedikleri vergiler ve alınlarına
yazılan kara yazı ile birlikte yaşamak ve kabul etmekten geçiyor. Kısaca her
türlü şey bizim mirasımızdır ve üstümüze düşen yükü istesek de istemesek de
kaldıracağız... Sadece Ermeniler mi, elbette değil... Geçmişte bir çok olay
oldu, yüzümüze kara leke gibi çakıldı. 6-7 Eylül, Varlık Vergisi... uzayıp
giden yüz karalarımız var... ama bu yüz karaları işleyenler tarih önünde mahkum
edilirse bu yüz karası bizim değil, suçu işleyenlerin olur.
Ermeni tehcir olayı olmasaydı, acaba 6-7 Eylül olur
muydu, cesaret edebilirler miydi?
“Bir daha asla!” demek gerek. Bir daha asla demek
içinde geçmişin ve bizim katılmadığımız ve parmak izimizin olmadığı olaylar ile
yüzleşmek gereklidir ki, yüz kızartan suçların bedeli var, o bedel yüzünden
kolay kolay kimse suç işleyemez konuma gelmelidir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.