Galata Gazete


21 Nisan 2015 Salı

Tarih kullanılarak yalan söylenmeye devam ediliyor!

Tarih kullanılarak yalan söylenmeye devam ediliyor!

Sosyal - siyasi gelişmeler de tarih bilinmeden üzerine konuşmak ve yorumlamak eksiktir, öncelikle bugünü anlamak için geçmişte yaşananları iyi bilmekten geçiyor. Bugüne bakabilmek içinde gerçek anlamda belgelere ve karşılaştırmalı tarihe bakmaktan geçer, çünkü belgeler çoğu zaman devletin ya da erk sahibinin lehine sonuç çıkaracak şekilde düzenlenir ve yorumlanması sağlanır. Resmi tarih söylemi boşuna söylenmiş bir söz değildir, çünkü resmi tarih o anlık iktidarın ihtiyacına yanıt verecek tarih bilgisinin kuşaklarına aktarılmasını sağlar. Kısaca yalan söyler. Belgeler ile yalan söylenebilinir mi, elbette. İşine gelen belgeleri görüp, tek yönlü olarak olaya bakarsanız yalana ortak olmuş olursunuz. Örneğin 12 Eylül mahkemelerinin tutanaklarını bile incelerseniz, büyük bir yalanın nasıl örgütlendiğine şahitlik edersiniz. O örgütlülük içinde masumların işkence altında hayatında hiç gitmediği mekanda işlenen bir cinayetin katili, faili olarak mahkum edildiğini bugünden bakarak bulabilirsiniz. Kısa sürede suçu ortadan kaldırmak adına, failler bulunmuş, idama mahkum edilmiş ve ceza uygulanarak o suç aydınlatılmıştır! Faili bulunan suçun defteri de kapanmıştır.

Her şey anlatıldığı ve okullarda öğretildiği gibi değildir. Tarih resmi yalan söylemek için uydurulmuş bir bilim dalı oldu...

Ermeni tehciri adı verilen ama bugün bir çok devlette soykırım olarak tanınan 1915’de yaşanan olayların sonuçlarını yaşamaktayız. Uzun süreden beri devam eden ve kuşaktan kuşağa aktarılan resmi tarih söyleminin de sonuna doğru gelmekteyiz, çünkü sadece Osmanlı belgelerine bakarak incelerseniz dahi resmi söylemin dışına düşebilirsiniz. Resmi tarih; ihtiyaçlara göre değiştir ve yeniden yorumlanır. O yüzden okullarda öğretilen tarih kitapları iktidarların değişiminde yeniden gözden geçirilmesine sebep olur. Bir ülkede okullarda öğretilen tarih kitapları sürekli yeniden düzenleniyorsa, o ülkede oturmamış, sürekli değişen bir sistem sorunun varlığını ve toplum içinde çatışmanın derinliğini de keşfedersiniz.

Ermeni sorununda kimse öldürülen ve ölen Ermenileri yok saymıyor, ölümlerin devlet eli ile yapıldığını da kimse tartışmıyor, tartışma konusu bu devlet politikasının önceden planlanmış, sistemli bir şekilde uygulanıp uygulanmadığıdır. Çünkü planlı ve sistemli bir şekilde yapılan cinayetlere verilen isim soykırımdır. Katliam ile soykırım arasında ki en büyük fark işte bu iki kelimede yatıyor. Katliam kısa sürede gelişen olaylar sonucunda toprağın kan ile bulaşmasını tanımlanırken, sistemli, planlı olarak belli bir süre içinde uygulanan yöntem soykırım tanımı içindedir.

Resmi söylem ile tehcir denilen şey; çöle insanları sürülmesidir. O sürülme emrini veren diyor ki, “orada (sürgün olan yerde) Hristiyan nüfus Müslüman nüfusun %10’nu geçmeyecek.” Sürgün edilen yerde nüfus belli, ülke sathında hareket ettirilen Ermeni nüfusu belli… Kısaca bıyık altından bu sorunu bir halledin, nüfusa dikkat diyor, Talat Paşa. Bunun belgesi yok mu, var... Peki, bu telgraflar ortadayken hala belirsiz olan ne var ki? Bir plan dahilinde, sistemli, düzenli olarak toplama kamplarında biriktirip, topluca çöl topraklarına insanları göndermenin başka bir adı var mı? Toplama kamplarına yapılan baskınlar, kadın, kız, çocuk kaçırmalar, ellerinde malların yağmalanması gibi olayların olması ve bu olayların önlenememesi acaba bu “nüfusa dikkat” kelimesi içinde daha iyi anlaşılmıyor mu? Bu büyük göç içinde Hristiyan ve diğer dinden olan haklarında bu vahşi cinayetten pay almasını kim nasıl açıklıyor? Süryaniler, Ezidiler… cinayeti kimin işlediği mi önemli, kimin planladığı ve yönettiği mi? Suç ortaktır ama soykırım konusuna gelince işte o iki kelime önem kazanıyor… Sistemli, planlı!

Devlet erkini elinde bulunduranlar soykırım kelimesi ile karşılaşır, devlet erkini elinde bulundurmayanalar katliam kelimesi ile işledikleri cinayetlere yüzleşir...

Ermeni konusunda gözden uzak tutulan ama sürekli fısıldanan bir gerçek vardır, çünkü Ermeni tehciri ile boşaltılan yerlere yerleşenlere kulaklarına fısıldanan gerçek, “bakın onlar dönerse size verilmiş topraklar ellerinizden gider. Sizin olan her şeyi Ermeniler alır. Onların geriye dönmesi sizin atalarınızın katil olduğu gerçeği ile karşılaşırsınız. Eğer atanıza, isminize bir şey gelmesini istemiyorsanız bu olayların üstünü kapatalım ya da birlikte karşı koyalım.

‘Devlet yalan söylemez, o yüzden onun tarihi tek doğrudur ve o doğruya kimse karşı koyamaz!’ Bu anlayış devleti savunan her bireyin zihnine işlendi. O devlet eğitim sisteminden geçen her birey Ermeni olayını bir “yalan” olarak algılamaya ve o yalanı tüm dünyaya yaymak için kendisinde misyon edinmiş birileri hep vardır ve var olmaya da devam edecektir.

Eğer soykırım kabul edilirse, soykırım yapan ülkenin mirasını taşıyan ülke doğal olarak tazminat ödeyecek. Türkiye Osmanlı mirasını devam ettiren ve borçlarını da yakın zamanda bitiren bir ülkedir. Bir çok devlet kurumu Osmanlı’da kurulduğu günü kabul eder ve her sene o günlerde toplantılar düzenler.

Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden öncede sonra da Osmanlı döneminde yaşanmış olaydan haberi vardır, sonuçlarını ne olacağını bilmektedir. Zamana yayarak bu işi unutturmaya çalışmış ama zaman içinde unutacak yerde daha fazla tartışılır olmuştur. Gelinen zaman diliminde artık bu işi hasıraltı edilemeyecek konumuna gelmiştir. Şimdiki iktidar, olayın daha da çıplak olarak gün yüzüne çıkması için ellerinde olan bütün belgeleri ortaya sermek ile yükümlüdür. Kapalı bırakılan her belge zaman aşımına uymayacak ve her daim önümüzde engel olarak duracaktır. Olaylar çıplak olarak ortaya serilir ve kamuoyu bilgilendirilirse komşu devletler ile olan sorunlu ilişkilerimizin ortadan kalkması için yeni fırsatlar ortaya çıkabilir. Komşusunu düşman gösteren resmi tarih anlayışı artık çöpe atılmak zorundadır.

Tarih yeniden yazılacak, yeni yazılan tarih de tarafların mutabık olacağı yeni bir resmi tarih olacaktır. Bu yeni tarih elbette yönetenlerin çıkarlarına uygun şekilde bir pazarlık sonucunda ortaya çıkacak ve tarih yazıcılarına bu yeni tarih sınırları belli bir şekilde yazılması için sipariş edilecektir.

Devleti idare edenlerin işlediği günahları ve suçları ne yazık ki o ülkede yaşayan her birey ödedikleri vergiler ve alınlarına yazılan kara yazı ile birlikte yaşamak ve kabul etmekten geçiyor. Kısaca her türlü şey bizim mirasımızdır ve üstümüze düşen yükü istesek de istemesek de kaldıracağız... Sadece Ermeniler mi, elbette değil... Geçmişte bir çok olay oldu, yüzümüze kara leke gibi çakıldı. 6-7 Eylül, Varlık Vergisi... uzayıp giden yüz karalarımız var... ama bu yüz karaları işleyenler tarih önünde mahkum edilirse bu yüz karası bizim değil, suçu işleyenlerin olur.

Ermeni tehcir olayı olmasaydı, acaba 6-7 Eylül olur muydu, cesaret edebilirler miydi?

“Bir daha asla!” demek gerek. Bir daha asla demek içinde geçmişin ve bizim katılmadığımız ve parmak izimizin olmadığı olaylar ile yüzleşmek gereklidir ki, yüz kızartan suçların bedeli var, o bedel yüzünden kolay kolay kimse suç işleyemez konuma gelmelidir.


İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.