Sondan başa doğru!
Genelde anlam vermediğim
şey, henüz olayların başındayken en son yapılması gereken eylem biçimini en
başta yapılmasıdır. En son yapılması gereken eylem biçimi de insanın kendi
vücudunu bir bombaya döndürmesi ve yok etmesidir. Kısaca, son çaredir ve bu son
çareyi hiçbir kişinin yaşamasını istemem.
El yordamı ile yol almaya
kalktığımızda ne zaman nasıl bir duvar ile karşılaşacağımızı bilemeyiz. Kirli
savaşın yaratmış olduğu yakın tarihimizin dehlizlerinde bir çok olay iç içe
geçmiş ve kimler tarafından yapıldığı bugün bile tartışmalıdır.
Soğuk savaş süreci
sonrasına birçok tarihçi “karanlık savaş” adını takmış. Bu karanlık savaş
süreci içinde; işgaller, iç savaşlar, dünya savaşından farkı olmayan kitlesel
kıyımlar, ortaya çıkarılan yeni düşmanlar ve bu düşmanlar için orantısız güç
şeklinde son teknolojinin prova edilmesi… Toleransın yerini yargısız infazlar
aldı. Yargısız infazların katilleri ise ‘meçhul’ şekilde aramızda sessizce
dolanmaya devam etmekteler.
Karanlık savaş süreci
içinde ölüm kutsanmış, kutsal amaçlar uğruna bir çok insan ‘canlı bomba’ olarak
kendisini patlatmıştır. İdealist bakış açısıyla bu eylem biçimine anlamlar
yüklenmiş ve savaşta birey bir silaha dönderilmiştir. “Amaca giden her yol
mubahtır, ölüm ise en kestirmesidir.” anlayışı ‘global’ güçlere karşı
savaşanların içinde yaygınlık kazanmış ve bu sayede iki taraflı bir korkunun da
inşaat süreci tamamlanmıştır. Korku hem düşmana hem de örgüt içinde
gelişebilecek olan muhalefete karşı savunma ve saldırı aracı olarak ortada durmaktadır.
Lideri için ölen, liderinin sözünü iki etmeyen ve sorgulamayan birer mekanik
insanlar topluluğu hayatın içinde dolanmaktadır, bir emir ile kendisini ve
çevresini yok etmek için fırsat kollamaktadır. Birinde teknoloji var, ötekinde
iman! Sonuçta ölüm meşrulaştırıyor, sıradanlaştırılıyor. Ölüm bazı coğrafyalarda
sorgulanmadan kabul edilen bir sürecin parçası olabiliyor.
Bazı coğrafyalarda
mücadele edenler için “biz daha iyi ölürüz, siz
ölmesini bilmiyorsunuz!” karşılaştırması yapıldığına şahitlik edebilirsiniz.
Savaşan güçlerin medyalarında birbiri ile rekabetleri bu sözler ile ortalığa
serilebilmektedir.
Normal koşullar altında ölümün karşılaştırması olmaz, “bak biz daha iyi
yaşıyoruz, sizin de bizim yaşam kalitemize çıkmasını isterim!” karşılaştırması
yapılmalıdır. Burjuvalar nasıl yaşıyorsa halkın tümü o şekilde yaşasın diye
hareket edilmelidir. Ezilenler, ezenlerin yaşam kalitesine çıktığında ortada
ezen kalmaz, ama ezenleri ezilenlerin yaşam kalitesine düşürdüğünüzde ortada
her daim bir ‘ezen’ kalacaktır, çünkü onu gerçekleştiren devlet mekanizması
kendisini güçlendirmiş ve yeni bir ezen kadro yaratmış olur.
Ölenlere bakarak daha iyi ölürüz veya öldürürüz bir insanlık tarihinin
izini ve birikimini taşımaz. Hedef daha İyi, daha güzel yaşam olmalıdır.
Her cinayetten kahraman ve destan yazma huyumuz, kültürümüz vardır. Ama
her cinayetin sorgulanması ve yüzleşilmesi gereken tarafı da vardır.
Ne olursa olsun, hayata tutunmak ve yaşamak için her ortamda direnmek ve
yaşamı savunmak zorundayız.
Ölüm yaşamın sonudur ve ona ulaşmak için çok acele etmeyelim, nasıl olsa
doğa bize acımadan getirecek o günü...
Devletin varlık sebebi her daim tartışmalı olmalıdır, çünkü devlet adı
altında cinayetlerin üstü örtülmekte, yargısız infazlar yapılmaktadır. O yüzden
gerçekleri arayan insanlar tarafsız olamaz, çünkü gücü elinde bulunduranlar
katildir, çünkü o cinayet için ortam hazırlamıştır.
Bir daha devlet cinayet işlememesi için ne yapmak gerek, nasıl önlem
alınır konusu gündeme getirtilip, onun için çalışmak ve mücadele etmek gereklidir.
Üç insan öldü, üçünü de
katıksız biliyorum ki devlet öldürdü. Öldürenler; sorgulamadılar, vicdanen hesaplamadılar, gözlerini kapattılar ve ateş ettiler. Üç
insan kurşun fabrikasından çıkan, para karşılığında alınan maddeler ile
öldürüldü.
Ölenlerin hepsini seviyorum, öldürenleri ise net söyleyeyim sevmiyorum,
sevmek içinde beni zorlayamazsınız. Çünkü öldürmek dışında çareler varken, en
son yapılmasını başa alarak bir cinayet işlenmiştir.
Üç insan öldü. Takvim yaprakları içinde üzgünüm anılacak ve hatırlanacak
bir gün daha oldu...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.