50 yıl geldi ve geçti…
Bu ömür içinde acılar gördüm, gurbeti yaşadım, arkadaşlarımın arkasından
son söz söyledim, toprağa düşenin üzerine toprak attım... Kısaca yaşam
başlangıçta vericiyken, zaman içinde hep alıcı oldu. Almaya da devam edecek...
Özgürlük türküsünü özgür bir ortamda Gezi Direnişi sırasında yaşadım, bu
benim yaşamım içinde ki en büyük hediye oldu...
Dergi çıkardım, gazetede çalıştım, yazı yazdım, karikatür çizdim, fotoğraf
çektim… Yaşamı kendimce hep kayıt ettim. Ettiklerimi hep kendimde saklamadım
paylaştım. Kitap olmadı, albüm olmadı ama her yaptığım beni anlattı. Yaşantıma
hiç ticari bakamadım, o yüzden kendi çıkarımdan daha çok düşüncemin çıkarının
peşinden koştum.
Emekli olmadım, olmayacağım da...
Sigorta parası yatırmadım, devlet ile bağım yok...
Kavganın en önünde, ortasında ve sonunda oldum ama hep oldum...
Özgür bir dünya özlemi duydum, gerçekleştirmek için bugün dahi 11. tezi
rehber aldım.
Devlet ile hiç işbirliğine ve uzlaşamaya girmedim, girenleri de her daim
dönek, kendi çıkarı için her şeyi satan biri olarak gördüm, o yüzden devletten
basın kartı dahi almadım gazeteci olarak çalıştığım zamanlar içinde. Alsaydım
belki bugün bazı arkadaşlarım gibi müdür filan olur, iktidarın sevgili ellerini
suratıma hissederdim…
Dinci hiç olmadım, dincileri her daim iktidarda bulunan dinciler gibi
düşündüm. Çıkarı için her şeyi kullananlar ile aramda her daim bir mesafe
bırakmaya özen gösterdim. Dinciler insanın arkasından ‘çıkarı için’ hançerleyip
derimizi yüzenler olduğunu hiç aklımdan çıkarmadım. O yüzden dincinin Alevi’si
ve Sünni’si olmaz dedim... Kim ki duyguları kullanarak çıkar peşinde koşuyorsa,
hissettiğim an o kullanandan kaçmak için fırsat kolladım. Dinciler güzel
konuşmayı sever, çünkü her profesyonel gibi meslekleri icabı yerine getirirler.
(Dinciler ile inanları birbirine karıştırmayın derim. İnanan neye
inanıyorsa inansın ve özgürce inancını içinde yaşasın isterim. Her türlü baskı aracına
karşı dururum, ama ayrım yapmadan. Başörtüsüne özgürlük denildi mi, Cem Evine
de özgürlük denmesi gerektiğini bilirim, biri eksik oldu mu özgürlük olmaz,
imtiyaz olur. Bu ülke ne çektiyse birilerine verilen imtiyazlardan
çekti.)
Profesyonel olarak hayata bakamadım, her daim amatör yanımı besledim,
büyüttüm. Para için takla atmadım... Atanları da başarılarından dolayı
seyrettim, çünkü bu dünyada parası olanın sözü olur, olmayanın gölgesi dahi
olmaz olarak bilirim. (elbette bu söz sadece kapitalist ilişki içinde olduğunda
geçerli, saf köylü ilişkiler içinde paranın yerini gönül, dostluk alır.)
paranın zemin olduğu yerde, ilişkilerin temiz kalacağını da hiç düşünmedim. Ama
en az kirli ilişkiler ile nefes almaya gayret ettim, ediyorum da...
50 yıldır bu dünyaya durduğum yerden baktım, her daim sorguladım,
kuşkularımı kara mizahın içinde seslendirdim. Tarihten çok şey öğrendim, dip
notu bıraktım. Tarih her zaman kazananın olmadığını, ezilenlerin, ötekilerin de
tarihi olduğunu ve onlarında kahramanlarının olduğunu içinde bulunarak
öğrendim.
Birden fazla dilde düşünmeyi öğrendim, bir sorun olduğunda değişik dillerde
düşünerek sorunun çözümü için kapıları teker teker çalarım. Hangi kapı açıksa o
kapıdan girer sorunun çözümüne katkı sunarım. Kısaca efendiler, ben açılmayan
kapıya gidip omuz vurmam, mutlaka açık olan başka kapı vardır derim… Evrenimiz
yatay olarak çok geniştir, açılmayan kapı önünde bir noktada durmayı zaman
kaybı olarak görürüm.
Devlet denen mekanizmasından bana; asimilasyon, toplum için uysallaştırma
için dayak işkence ve de eğitim çıktı. Sonuçta devlet, okulları aracılığı ile
beni aptallaştırmaya çalıştı. Çocukluğumda ki hayallerimi her gittiğim sınıfta
sistem elimden aldı. Hayal göremez, yeni öyküler yaratamaz ve hiç durmayan
çenemin soru soruldukça açıldığını gördüm, yaşadım. Kısaca beni insan olmaktan
çıkarıp uysal bir canlıya dönderdiler. Farkına vardığımda elime geçen her
romanı, her şiiri okudum, dinledim arkası yarın radyo piyeslerini… Hayaller
gördüm, öyküler yarattım kafamda, yeniden insan olmak için adım attım. Elime
geçen misket ile sokakta misket oynadım, kumara döndüğü an bıraktım. Çünkü
kumara başlayan istemin kölesidir, bilirim loto, toto oynayanların nasıl
çaresizce kapı önlerinde sonuç beklediğini. Bugün dahi uyurken rüya görme
özgürlüğüm var… Sistemin giden vagondan atlayarak kurtuldum. Düştüğüm zemin
yumuşak değildi ama en azından nerede durduğumu ve kimin yanında karar
vereceğimi yaşayarak öğrendim. Devlet bizim iyiliğimizi düşünüyorsa, o iyilik
düşünülen karardan hep kaçtım, çünkü iyilik Yahudiler için nasıl ki ‘Toplama
Kampı’ ise, bizim içinde görünmeyen toplama kampı olduğunu hep
hissederim.
Hayattan öğrendiğim bir şey var, o da geriye dönüp bakmadan, geçmiş
deneylerimden ders alarak aynı hatayı tekrarlamamaya çalışarak yol almak
gerektiğini. Somut olayların somut tahlillerini ancak özgür beyinler
verebileceğini gördüm.
Hiç kimse size gerçekleri anlatmayacak, sadece inandıklarını size
söyleyecektir...
Resmi tarih tezinden ve toplum yararından bakanlar ile tartışmayı hiç
sevmem, çünkü onlar sistemin aptallaştırdığı bireyler olarak görürüm, kalıplar
içinde değişmeyen doğruları ile bakarlar dünyaya. Gezi Direnişini yaşamlarını
çok isterdim, çünkü orada bir çok şey yıkıldı…
Siz hiç yabani bir tavuğun eşine kur yaparken dansını izlediniz mi? ben
izledim, hem de bir belgeselde. Keşke canlı izleme şansım olsaydı. Muhteşem
dans ediyor. Tavuklar artık eşlerine bırakın kendileri için bile dans etmeyi
unuttular. İnsan denen canlı onu doğadan kopardığı gibi, genlerinden, iç
duygusundan ve içgüdüsünden de kopardı. 45 günde doğan, yaşayan ve ayağı
toprağa değmeden öldürülen… Siz, siz olun tavukları kopardın doğadan ama
çocuklarınızı koparmayın... Bırakın çocuk, çocuk olarak yaşasın ve ayağı
toprağa değsin… Bugün ne yazık ki bir çok insan tavuk gibi, sistem için
yetiştiriliyor ve tezgahlarda parası olanın hizmetine sunuluyor.
Değişime hep inandım, her gittiğim yerden bir şeyler öğrenerek değiştiğimi
hissettim. Meğer esas değişim yılların bizim üzerimizde bıraktığı etkiymiş. Beynim
genç, olarak kaldığını, vücudumun ise yaşlandığını öğrendim. Beynimin her
dediğini yapamıyorum ama hala bir genç gibi yüreğim yıldızlar içinde her gün
yeniden doğuyor… Vücudum her gün sonbaharda düşen bir yaprak gibi toprağa doğu
sallanarak düşmekte ve hafiflemektedir.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var, anı yaşayamayanlar hayallerinin
içinde kaybolurlar...
Hayatımda 5 rakamı hiç etkili olmadı ama doğum tarihimde 5 hep dominant
olarak kaldı...
Hep birlikte özgür günlere...
Hep birlikte - olursa eğer - direniş barikatlarında barikat ateşi etrafında
türkü söylemeye...
Dostlarım ile birlikte nefes alıp verdim, sevdiklerim ile birlikte
yaşadım.
50. yaş günüm geldi ve sessizce geçiyor.
Sözü fazla uzatmayayım, geldim asrın yarısına…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.