Galata Gazete


26 Mayıs 2015 Salı

Gün doğarken…

Gün doğarken…

Gün ağarırken kuşlar yeni ötmeye başladığında, köpekler gecenin yorgunluğu ile sokakları terk edip, kendileri için uygun bir yerde yatmaya doğru gidiyorlardı. Kuşlar ağaçlarda birbirine karşı kur yaparken, pencereme konan bir kumru derin düşüncelere dalmış gibi kafasını gövdesine doğru çekip hareketsizce duruyordu. Henüz horoz ötmemiş, tavuk sesleri gelmiyordu. Rüzgar yapraklara bir şeyler fısıldadı, yapraklar oynadı önce, sonra serçelerin hareketi ile dallar.
Sessizlik dağılıyordu.
Sessizlik gökyüzüne doğru kendisini bırakmış yerini doğanın sesinin yanında insanın yaratmış olduğu gürültü alıyordu. Araba, uçak, vapur sesleri geliyordu. Şehir canlanıyor, hareketli hale gelirken doğanın kendisine ait olan sesleri gürültü içinde yok oluyor, insan sabah telaşı içinde koşturmaya başlıyordu. İlk otobüs seferi başlamıştı, dolmuşlar gürültülü şekilde yolunu alıyor, kamyonlar şehrin içinde hafriyat taşımak için taşıyacakları yere telaş içinde ve önüne geleni ezecekmiş gibi gitmeye başlamıştı.
Şehir, binlerce yılda oluştuğunu düşünür içinde yaşayana göre. Ama dışarıdan bakana göre ise şehir metropol olmadan önce ticaret yolunda oluşmuş ve ticari barışı sembol eden yer olarak görür. Savaşlar ticarette başarılı olamamış barbarların yağması üzerine kurulmuştur. Barbarlar başkalarının emeğini çalarak, yağmalayarak, çadırlarda yaşayarak yerleşik ticaret hayatı sonlandırıyor, altın yumurtlayan tavuğu kesiyordu. Elbette insanın kellesini de tavuk keser gibi kesiyor, sürekli bulunduğu yeri toprağını kan ile suluyordu. Kanın düştüğü yerde ene ot biter ne de yaşam olur orada.
Çöl kan ile sulanmış toprağın kuma dönüşmesi ile oluşmuş. İlk insanın doğduğu geçtiği yerler bugün çöl. Kumlar savruluyor. Baharat yolu üzerine kurulmuş kervansaraylardan ne bir temel kalmış ne de iz. Devlerin gölgesinde yaşanan aşklarda artık dillenmez olmuş. Çöl rüzgarı almış götürmüş hiç keşfedilmemiş diyarlara. İnsan gördüğü kadar bilmiş, gördüğünü yağmalamış. Görmediğini ise korkudan o tarafa doğru gitmemiş bile. İnsan korktuğu için korkusunu yenmek için güç alacağı soyut şeyler yaratmış. Soyut şeyler zaman ile somut olmuş, bakış somut olan ölüyor, sonra gitmiş soyuta geri dönmüş. Soyut şeyden korkarken, soyut şeyden güç almış. Hem korkmuş, hem güç almış. Hem inanmış, hem de dalgasını geçmiş. Dalgasını geçmiş, çünkü yarattığı soyut şeylerin sunaklarını yok etmiş, taş taş üstüne bırakmamış. Yerine gitmiş yeni tapınak yapmış, inanmış, dua etmiş ama bakmış ihtiyacını karşılamıyor, yeniden yıkmış. Yıkarken yeniden sunak sunacağı bir yapı yapmış. Yapılar yapıldıkça içi zenginleşmiş, zengin olan yerde emek harcamadan oluşan artı değeri yiyecek yeni bir sınıf oluşmuş. Buna ruhban sınıf demişler. Korkuyu yenmek için bu ruhban sınıf korkuları kullanarak insana korkuyu yaymış. Korku büyüdükçe insan daha fazla cani olmuş. Korkan öldürmüş, öldürdükçe korkuyu yeneceğine daha fazla esiri olmuş, çünkü öldürdüğünün akrabası gelir de onu yok eder diye korkmuş. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamış ama doğa onu yaşamdan koparmış. Korkan ölmeyeceğini sanır ama sonunda ölür. Tiran da olsa ölür, ruhban sınıfın en üstünde de olsa ölür. Ölüm her şeyi eşitlermiş…
Gün ağarıyor, insan karanlık çağını en aydınlık zamanında yaşıyor. Güneş ağacın, börtünün, böceğin üstüne vuruyor, insan yarattığı beton binaların içinde ve yarattığı şehrin pislik kokan sokaklarının karanlığında telaş içinde kayboluyor. Kendi karanlığında yok oluyor. Ne kur yapacak zamanı var, ne de düşünecek. Kuşlar sabah kur yapıyordu, insan koşuyordu.
Çocuk cıvıltıları henüz sokakları doldurmadı, dolduracak kadar özgür çocuk yok sokakta, çünkü anneleri ve da babaları onların kötü ve karanlık güçlerden korumak için sokakta özgürce oynamalarına izin vermiyor, onlara en son teknoloji alıyor, onlar ile oynamaları için ortam yaratıp sonra sokağa çıkmayan çocuğunun ne kadar asosyal olduğundan şikayet ediyor. Çocuklar, bir birleri ile futbol karşılaşmalarını ellerinde ki küçük ekranlardan aynı odada oynayarak zamanlarını yok ediyorlar, çünkü onların da üzerine güneş doğmuyor. Küçük bir odada insanın yarattığı steril ortama dünyayı ellerinde ki tuttukları ekranlar ile tanıyıp, tatillerinde gidip gördükleri turlar ile sürü olmanın güvenlikli halini yaşıyorlar.
Dünyanın en tehlikeli yollarından bisikleti ile yol alan bir orta yaşlarında macera dolu ve hayat dolu biri, ülkenin ayrılmış yollarında en güvenli olduğu düşünülen güvenlik şeritti içinde arkadan gelen bir aracın altında kalıp son nefesini veriyor. Güvenlik şeritleri uyanık şoförlerin hız merakını giderdiği alanlar olmuş, o gezgin bu durumu nereden bilecekti? Güvenlik şeridinde pedal çeviren bir adam, bir aracın altında kalacağını asla düşünemezdi ama düşünmediğini göremeden son nefesini verdi.
Gün henüz ağrımadı, kuşlar ağaçlarda bir birine kur yapmaya ve sesler çıkarmaya devam ediyor. Kumru şişirdiği boğazından gelen gu guuuk diye sesi çıkarak çiftleşme davet ediyor.  Davetine henüz yanıt aldığını düşünmüyorum, çünkü hala ses çıkarmaya devam ediyor. Horoz henüz ötmedi.
Rüzgar yine bir şeyler fısıldıyor, gök maviye dönüyor.
İsmail Cem Özkan



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.