Gün doğarken…
Gün ağarırken kuşlar yeni ötmeye başladığında, köpekler
gecenin yorgunluğu ile sokakları terk edip, kendileri için uygun bir yerde
yatmaya doğru gidiyorlardı. Kuşlar ağaçlarda birbirine karşı kur yaparken, pencereme
konan bir kumru derin düşüncelere dalmış gibi kafasını gövdesine doğru çekip
hareketsizce duruyordu. Henüz horoz ötmemiş, tavuk sesleri gelmiyordu. Rüzgar yapraklara
bir şeyler fısıldadı, yapraklar oynadı önce, sonra serçelerin hareketi ile
dallar.
Sessizlik dağılıyordu.
Sessizlik gökyüzüne doğru kendisini bırakmış yerini doğanın
sesinin yanında insanın yaratmış olduğu gürültü alıyordu. Araba, uçak, vapur
sesleri geliyordu. Şehir canlanıyor, hareketli hale gelirken doğanın kendisine
ait olan sesleri gürültü içinde yok oluyor, insan sabah telaşı içinde
koşturmaya başlıyordu. İlk otobüs seferi başlamıştı, dolmuşlar gürültülü
şekilde yolunu alıyor, kamyonlar şehrin içinde hafriyat taşımak için
taşıyacakları yere telaş içinde ve önüne geleni ezecekmiş gibi gitmeye
başlamıştı.
Şehir, binlerce yılda oluştuğunu düşünür içinde yaşayana
göre. Ama dışarıdan bakana göre ise şehir metropol olmadan önce ticaret yolunda
oluşmuş ve ticari barışı sembol eden yer olarak görür. Savaşlar ticarette
başarılı olamamış barbarların yağması üzerine kurulmuştur. Barbarlar başkalarının
emeğini çalarak, yağmalayarak, çadırlarda yaşayarak yerleşik ticaret hayatı
sonlandırıyor, altın yumurtlayan tavuğu kesiyordu. Elbette insanın kellesini de
tavuk keser gibi kesiyor, sürekli bulunduğu yeri toprağını kan ile suluyordu. Kanın
düştüğü yerde ene ot biter ne de yaşam olur orada.
Çöl kan ile sulanmış toprağın kuma dönüşmesi ile oluşmuş. İlk
insanın doğduğu geçtiği yerler bugün çöl. Kumlar savruluyor. Baharat yolu üzerine
kurulmuş kervansaraylardan ne bir temel kalmış ne de iz. Devlerin gölgesinde
yaşanan aşklarda artık dillenmez olmuş. Çöl rüzgarı almış götürmüş hiç
keşfedilmemiş diyarlara. İnsan gördüğü kadar bilmiş, gördüğünü yağmalamış. Görmediğini
ise korkudan o tarafa doğru gitmemiş bile. İnsan korktuğu için korkusunu yenmek
için güç alacağı soyut şeyler yaratmış. Soyut şeyler zaman ile somut olmuş,
bakış somut olan ölüyor, sonra gitmiş soyuta geri dönmüş. Soyut şeyden
korkarken, soyut şeyden güç almış. Hem korkmuş, hem güç almış. Hem inanmış, hem
de dalgasını geçmiş. Dalgasını geçmiş, çünkü yarattığı soyut şeylerin sunaklarını
yok etmiş, taş taş üstüne bırakmamış. Yerine gitmiş yeni tapınak yapmış,
inanmış, dua etmiş ama bakmış ihtiyacını karşılamıyor, yeniden yıkmış. Yıkarken
yeniden sunak sunacağı bir yapı yapmış. Yapılar yapıldıkça içi zenginleşmiş, zengin
olan yerde emek harcamadan oluşan artı değeri yiyecek yeni bir sınıf oluşmuş. Buna
ruhban sınıf demişler. Korkuyu yenmek için bu ruhban sınıf korkuları kullanarak
insana korkuyu yaymış. Korku büyüdükçe insan daha fazla cani olmuş. Korkan öldürmüş,
öldürdükçe korkuyu yeneceğine daha fazla esiri olmuş, çünkü öldürdüğünün
akrabası gelir de onu yok eder diye korkmuş. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamış ama
doğa onu yaşamdan koparmış. Korkan ölmeyeceğini sanır ama sonunda ölür. Tiran da
olsa ölür, ruhban sınıfın en üstünde de olsa ölür. Ölüm her şeyi eşitlermiş…
Gün ağarıyor, insan karanlık çağını en aydınlık zamanında
yaşıyor. Güneş ağacın, börtünün, böceğin üstüne vuruyor, insan yarattığı beton
binaların içinde ve yarattığı şehrin pislik kokan sokaklarının karanlığında
telaş içinde kayboluyor. Kendi karanlığında yok oluyor. Ne kur yapacak zamanı
var, ne de düşünecek. Kuşlar sabah kur yapıyordu, insan koşuyordu.
Çocuk cıvıltıları henüz sokakları doldurmadı, dolduracak
kadar özgür çocuk yok sokakta, çünkü anneleri ve da babaları onların kötü ve
karanlık güçlerden korumak için sokakta özgürce oynamalarına izin vermiyor,
onlara en son teknoloji alıyor, onlar ile oynamaları için ortam yaratıp sonra
sokağa çıkmayan çocuğunun ne kadar asosyal olduğundan şikayet ediyor. Çocuklar,
bir birleri ile futbol karşılaşmalarını ellerinde ki küçük ekranlardan aynı
odada oynayarak zamanlarını yok ediyorlar, çünkü onların da üzerine güneş
doğmuyor. Küçük bir odada insanın yarattığı steril ortama dünyayı ellerinde ki tuttukları
ekranlar ile tanıyıp, tatillerinde gidip gördükleri turlar ile sürü olmanın
güvenlikli halini yaşıyorlar.
Dünyanın en tehlikeli yollarından bisikleti ile yol alan bir
orta yaşlarında macera dolu ve hayat dolu biri, ülkenin ayrılmış yollarında en
güvenli olduğu düşünülen güvenlik şeritti içinde arkadan gelen bir aracın
altında kalıp son nefesini veriyor. Güvenlik şeritleri uyanık şoförlerin hız
merakını giderdiği alanlar olmuş, o gezgin bu durumu nereden bilecekti? Güvenlik
şeridinde pedal çeviren bir adam, bir aracın altında kalacağını asla
düşünemezdi ama düşünmediğini göremeden son nefesini verdi.
Gün henüz ağrımadı, kuşlar ağaçlarda bir birine kur yapmaya
ve sesler çıkarmaya devam ediyor. Kumru şişirdiği boğazından gelen gu guuuk
diye sesi çıkarak çiftleşme davet ediyor. Davetine henüz yanıt aldığını düşünmüyorum,
çünkü hala ses çıkarmaya devam ediyor. Horoz henüz ötmedi.
Rüzgar yine bir şeyler fısıldıyor, gök maviye dönüyor.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.