Şekerpare
Bir tatlı ismidir ama aynı zamanda ismi kadar tatlı anıları olan bir Türk
filminin adıdır. Şener Şen, İlyas Salman, Şevket Altuğ, Yaprak Özdemiroğlu …
performansı ile hep hafızalarda kalmasının getirmiş olduğu bir samimiyet
vardır. Elbette bu hissiyatın oluşmasında filmin sık sık ekranlara gelmiş
olmasının da bir etkisi olabilir. Geçmiş Yeşilçam filmlerinde ki samimiyet,
duygu yoğunluğu her türlü hataları yok eder gönüllerde yerini alırdı. Kalitesiz
film kullanılmış, ses düzeni bozukmuş, ışık yanlış yerde yanlış açıdan
verilmişin hiçbir önemi yoktur. Samimiyet, amatör ruh, amatör ruhun getirmiş
olduğu aksaklıkların hepsi bir samimiyet içinde yok olur gider. Beyaz perdeye
koşan insanların ana hedefinde gülmek, eğlenmek ve birazda kendi
söyleyemedikleri hiciv vardır. Onu sanatçılar söyler, seyirci alkışlar. Hep
birlikte söylemiş gibi için de kalmış bir öfkenin dışa vurumudur kahkaha ve
alkış.
Klasik bir Türk filminin sahneye aktarılması ve tiyatro perdesinin
arkasından sahnede seyirciye ulaşması büyük bir risktir, çünkü her oyuncu, her
rol, her konuşulan dil, hareket, mimik film ile karşılaştırılacak, filmin
etkisi ile bir ön yargı ile bakılacak. Çünkü karşılaştırma yapacağımız elimizde
koskoca bir film ve o filmin unutulmaz replikleri vardır. Engin Alkan sanırım
kendisine ve yaptığı işe çok güveniyor ki böyle bir riski göze almış ve filmi
bir müzikal seyirlik içinde sahneye koymuş. Koymakla kalmamış her bir noktasına
kendi duygusunu, düşüncesini ve de yorumunu katmış. İyi mi yapmış, kötü mü onu
siz de izledikten sonra karar verin, ben sadece kendi duruşumdan sahnede
izlediğime yoğunlaşmaya çalışacağım, çalışacağım diyorum çünkü filmin
etkisinden kurtulup oyuna bakabilirsem.
Oyunun ilk sahnesi film ile sahnedeki arasında uyum ve benzerlikler.
Sahnede oynayanlar ile filmde oynayanların karşılaştırması şeklinde geçti
kafamda. Bir yanda Şener Şen, öte yanda Engin Alkan. Nasıl anlatayım
bilemiyorum ama her ikisi de kendi alanında bana göre muhteşem oyuncu, her
ikisi de işinin ustası. Ustalar karşılaştırılır mı, asla! Ben ustaları
karşılaştırmasına her zaman karşı gelmiş biriyim, çünkü artık usta olmuştur.
Ustanın üstü olmaz! Her biri ayrı bir kişilik, ayrı bir davranış, düşünce ve bana
ulaştırdıkları duygu yüküdür. Her biri kendi dili ile bana yaptığını sunar.
Başkasının dili ile ustanın yaptığını ne yorumlarım, ne de karşılaştırırım. Ama
nedense sahnede ve özellikle birinci sahnede işte ben karşı olsam da,
karşılaştırmayacağım desem de ister istemez beynim benim emrimi ve arzumun
dışına çıkıp karşılaştırdı. İyi mi yaptı, bana sorarsanız benim açımdan kötü
yaptı, çünkü eğlenmek ve alkışlamak için oturduğum koltukta benim eğlencemi,
alkışımı engelledi, sahnede yer alan ustanın devleşmesine olanak sunmadı. Evet,
birinci sahnede usta bir oyuncu var, hem yönetiyor hem de oynuyor. Üstelik
samimi içten seyirciye ben bu rolü oynuyorum diyerek ve rolünün zorluluğunu
seyirciye ve sahnede yer aldığı oyuncu arkadaşları ile anın zorluğunu paylaşmasına
rağmen filmin etkisinden kopamadım. Bu durum beynimin bana hükmüdür ve
beynim ve beynimin arkasında yatan geçmiş ön yargıların kötü bir oyundur. Evet,
muhteşem bir müzikal yapılmış, sözleri, yorumları, müziği ile bir bütünlük
sergileyen bir samimiyet. Işık, ses, dekor… Dekor denilince Barış Dinçel
ustanın hakkını da burada hemen söz etmek gereklidir, çünkü öyle bir sahne
planlamış ki muhteşem! Evet, tek kelime ile muhteşem, çünkü oyunda hiçbir
kopukluk yaşanmasına olanak vermeyecek şekilde hareketli, sahne geçişlerinde
gözü yormayan, izlemeyi zorlaştırmayan ve de oyuncuya rahat etme hakkını sunan
bir sahne. Engin Alkan’ın işte bu işe girmesinde ve riski göze almasında
ki şansı Barış Dinçel olmasıdır. O olmasaydı sanırım u oyun sahneleye böyle rahatlıkla
konulamaz ve seyircinin karşısına çıkamazdı diye düşünüyorum. İkinci yardımcı
ve ana unsur olarak müzikler. Müziklerin canlı performansı ve gerek müzik
odasından banttan (artık bant kalmadı ama biz bant diyelim yine de.) boşluk
olmadan akıcı şekilde sunumu sahnede oyuncuların biraz daha devleşmesine katkı
sunmuştur.
İkinci sahne ile sonunda beynim bana özgürlük sundu ve film ile
karşılaştırmayı bıraktım. Sonunda kim kimdir, ne yapıyor, kim oynamıştı
araştırmasını bıraktı ve bana dedi ki bu andan zevk al, gönlünce eğlen. Ben de
beynimin sözünü tuttum ve eğlendim. İnsanlar söylemediği sözü, yapamadığı
hareketi başkasının yapmasını bekler ki, riske girmeden, tepkileri çekmeden,
söz olur da söz söylerim korkusuna kapılmadan hem de eğlenerek olmasını çok ister.
Sanırım bu işi de sanat insanlık tarihinden beri yerine getiriyor. Eğlenirken
hiciv eden, söz söylerken sanki kendisi söylememiş rolü öyle olduğu için
söylemiş gibi yapan, üstelik zamanın ruhuna uygun eleştiri yaparken sanki
geçmiş zamanların ruhu gelmiş de o geçmiş zamana ait eleştiri yapıyormuş gibi
yapan göndermeler muhteşem bir duygu yoğunluğunu alkış ve kahkaha ile ortaya
sermesidir. Sanatta kimse aslında riskli olacak söz söylemiyor hem de çok şey
söylüyor. Bu durumda ne padişah ne de kral kızabiliyor ama gönderilen
iğnemeleri anlıyor. Sanatçıyı kontrol etme gayretine girilen yerde sanat,
sanatçıya her şeyi söyleme hakkını tanır. Sanatçıda bu hakkını sonuna kadar
tercih ettiği replikler ile ortaya serer.
Engin Alkan çağının ruhuna uygun rahatsızlıklarını geçmişin bir zaman
diliminin çağından günümüze yansıtıyor. Galata Karakolu, ahalisi, esnafı, arka
sokakların nadide evi çevresinde ve devlet ile ilişkisini de kayın babasının
duruşu ile sergilemektedir. Devletin kulağı sağırdır, işine geleni işine geldiği
gibi yorumlar ama kendisine zarar geldiği an isterse canından çok sevdiği
damadı olsun rütbesini alır, ayak takımından gördüğü bekçiye bile verir. Gücü
elinde bulunduranın tercihi sorgulanmaz, çünkü güç her zaman menfaati
beraberinde getirir ama bir bekçi saflığı ile menfaatin önemi ortadan
kaldırılarak sanki özlem duyduğumuz gelecekten bir mesaj gelir ve o mesaja
alkışlar ile destek sunarız.
Yazı fazla mı uzun oldu, ne yapalım efendim oyunda 3 saat kadardı. Üç
saatlik oyun yine az cümleler ile anlatmaya çalıştım. Gidin, görün ve de
eğlenin. Eğlenirken sizin söyleyemediklerinizi bir güzel oyun içinde
söylendiğini duyacaksınız. Alkışlarınızı eksik etmeyin, yanında garnitür olarak
kahkahalarınızı sunun ki sahne ve seyirci birleşsin... Ben keyif aldım,
eğlendim, mesajları da aldım. Beynim bana izin verdi ve doya doya seyrettim.
Size de umarım nasip olur…
İsmail Cem Özkan
İstanbul Şehir Tiyatrosu
Yazan: Yavuz Turgul
Uyarlayıp Yöneten: Engin Alkan
Dramaturg: Sinem Özlek
Sahne Tasarımı: Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı: Duygu Türkekul
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Koreografi: Senem Oluz
Müzik Düzenleme: Burçak Çöllü
Oyuncular
Engin Alkan, Uğur Dilbaz, Dolunay Pircioğlu, Aybar Taştekin, Tanju Tuncel,
Pervin Bağdat, Zeynep Göktay Dilbaz, Zeynep Çelik Küreş, Yeşim Mazıcıoğlu, Ümit
Bülent Dinçer, Yağmur Damcıoğlu, Aslı Menaz, Berfu Aydoğan, Cem Baza, Cafer
Alpsolay, Volkan Öztürk/Onur Demircan, Çağlar Ozan Aksu, Ercan Demirhan, Emre
Çağrı Akbaba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.