Yandaşlar, yandaş kurumlar içinde nefes alır!
Ülkemiz kurulmadan önce de yandaş vardı, kurulduktan sonra
da yandaş oldu. Devlet işlerinde yandaşlar her daim avantajlı, yandaş
olmayanların için ise devletin anlamı baskı ve zorbalık demekti. Devlet ile iyi
geçinemeyenlerin sonu ya sürgün ya da bütün mal varlıklarının elinden
alınmasıdır.
Devlet ile uğraşmayacaksın!
Devlet kendisini ulus devlet olarak tanımlamaya başladığında
ise yandaş olan azınlıklarda gözden çıkarıldı ve mallarına el konularak ulus
devletin anlayışı içinde olan milli sermaye yaratıldı. Yoktan zenginler
yaratılarak sermayenin uluslaştırılması sağlanmış oldu denir ama ortada sermaye
olmadığı için uluslaştırma süreci devletin elinin değdiğinin zengin olması ile
sonuçlandı. Devlet ile iyi geçinen yandaşlar bu sihirliği değneğe dokunmak için
bir birini ezdi ve bugün yaşadığımız sermayedarlar bu kavganın sonucunda ortaya
çıktı.
Yandaşlık zenginlik, refah, hayat standardının yüksek olması
anlamındadır.
Her dönemin yandaşı iktidara göre değişmiş olsa da, sonradan
zengin olanlar ellerinde ki sermayeye sermaye katmak ve var olanı korumak adına
devleti idare edenlere nüfus etmeyi ve onları dolaylı kontrol etmeyi
öğrendiler. Çünkü devletimiz iki kutuplu dünyanın sınırında tampon olarak
kuruldu ama özgür dünyayı korumak adına duvar olarak inşaat edilmişti. Demir
perdenin arkasında kalan dünya her daim yabancı, uzak olarak algılandı,
düşmanlık o uzak ve bilinmeyene karşı beslendi, devletin varlık sebebi olan
düşman bilinmeyen üzerine kuruldu, kim ki o demir perde ülkesinde yaşayanlara
sempati duydu, başından her türlü bela eksik olmadı. Tarihimiz ve eğitim
sistemimiz bu tampon ülkenin çıkarına göre yapıldı, bilinerek ve isteyerek
bilimden uzak, dışa bağımlı, sermayenin ancak montaj sanayisi olarak gelişmesine
olanak sağlanan, uluslar arası firmaların Türkiye’de ki şubesi ya da
temsilciliği görevini yapar şekilde geliştirildi. Uluslaşma sürecini
yaşayamayan ama ulusmuş gibi hissedilen ülkede iç çatışma eksik olmadı, çünkü
ulus devleti anlayışında her şey tek olması gerekliydi ama ülkede hiçbir şey
tek değildi. İnanç çok çeşitliydi, mezhep sayısını bilen yoktu, dil her
kültürün, her yerleşimin kendisine ait dili ya da şivesi vardı. Eğitim denen
şey büyük şehirlerde var olan başka ülkelerin kültürünü öğreten okullar dışında
yok gibiydi. Kolejler ve özerk okullar dışında ahali ancak kendisini ifade
edebilecek bilgi ile donanımlı ama başka ülkelerde olanlara yabancıydı.
Başlarına ne gelirse gelsin Allah'tan geldiğine inandırılmış, hastalıklar ile
boğuşuyor, sevdiklerini erken yaşlarda ya kaybediyor ya da erken yaşlarda
ihtiyarlıyorlardı.
Ulaşımın artması ve ülkenin tarımını dışarında birileri
belirlediği günden sonra köylüler köyde yaşayamayacak hale geldiğinde şehre
doğru göçler hızlandırıldı. Montaj sanayisi için kurulan fabrikaların etrafında
şehirler oluşturuldu. Şehirlere göç edenler kendilerinin başlarının çaresine
bakmaları istendi, onlar da kamu mallarını yağmalayarak başladılar, ama burada
da yandaş kavramı ortaya çıktı, yandaş olan taş ile çevirdiği toprağı arazi
olarak sattı. Yandaşların cepleri para ile doldurulurken, usulsüzlüklerin üstü
kapandı, gerek olduğunda ise usulsüz olanlar yasaların güvencesi altına
alınarak yandaşlar korundu.
Yandaş olmak, özgür olmak anlamındadır.
Gel zaman git zaman devletin sahipleri hükümler ile birlikte
el değiştirir gibi yaptı ama kazananlar genelde hep aynı, kaybedenler her daim
çoğunluk oldu.
Devlete hiza vermek için darbeler oldu, koltuğunda yolsuzluk
batağına saplananı yolsuzluk yüzünden değil, gayr-ı meşru çocuk yaptı diyerek
astılar. Devlet ile kavga edeni ise ibreti aleme ders olsun diyerek
sallandırmaktan geri durmadılar, her bir birey bu idamı hissetsin diyerek
medyatik yapmaktan da geri durmadılar. Devlet düşmanın sonu beslemek değil
ölümdür dediler. Astılar, işkencede öldürdüler, pusu da yok ettiler, faili
meçhul diyerek kaçırıp sessiz bir yerde öldürüp ailesine ayakkabısının tekini
gönderdiler, bağcıkları çıkarılmış ölüler sokaklara ve caddelere bırakıldı. Her
bir korkuyu yaymak ve yandaş olmayanın sonu bu denildi. Yandaş olmayan korku
içinde yaşasın, yandaş ise öğlen yemeğini rahatlıkla yesin, doğum günü
partilerinde arkadaşlarına hava atacak kadar görgüsüz partiler versin diye
kollandı. Yandaş olan medya sahiplerine köşk alacak kadar para kazandırıldı,
akşam ekmek götürme derdinde olana ise açlık ile eğitim verildi… ya yandaş
olacaksın istenileni yazacaksın, istenileni göreceksin, istenildiğinde devletin
bekası için yalan söyleyeceksin, düşmanlığı körükleyecek, hakların bir birini
boğazlaması için ortam yaratacaksın. Medya da yandaş olmak demek diğer
yandaşlardan farkı yoktur, her yandaşın fiyatı vardır ama artık bireyin değil
medyanın kendisinin fiyatı var. İçindekiler ile alınıp satılmakta ve birden
habercilik yapanlar yandaş haberci oluvermektedir. Yandaş kurumu ile alınıp
satılan, serbest piyasa koşulları içinde fiyatı belirlenen her hangi bir maldan
farkı yoktur. Her bireyin fiyatı vardır diyerek insanları birer mala döndüren
anlayış yandaşlık kurumunun kökleşmesi ile olağanlaşmıştır. Yandaş olmanın
bedeli, peşinden bir çok olasılığı kabul etmekten geçer. Sessizce kalıp verilen
görevi profesyonel anlayışa uygun olarak yerine getirilmesi beklenir.
Profesyonellerin görevi ret etme hakları yoktur, işlerinden
kovulmuş olsalar da maaşlarını aldıkları ayın sonuna kadar onlara hizmet etmesi
beklenir. Ona da etik kural derler…
Yaşadığımız zamanın ruhu içinde yandaşlar yandaş medya
içinde transfer sezonu açmış, yandaş olanlar devlet olanağından çıkıp
holdinglerin medyasında yer almaya ve oradan halka inandıkları yalanları
söylemeye devam edecek.
Yandaşların önemli bir bölümü medya içinde devşirme usulü
elde edilir. Sol medyada isimlerini duyurmaya ve kırılganlıklarını ortaya
koyanlar kısa sürede büyük medya içinde izlenmeye alınır ve fırsat bulunduğunda
transfer edilir. Önceleri küçük ücretler ile çalışanlar gösterecekleri biata
uygun olarak fiyatları artacaktır. Gerekli özveriyi gösteremeyenler doğal
seçimde olduğu gibi yok olacaklardır. Kısaca yandaş medyanın deliğinden aşağıya
bırakılıp öğütülecek ve onların kaderleri ile baş başa kalması sağlanır. Eğer
kaderini iyi kullanan olursa fırfır dönerek delikten aşağıya düştükten sonra
yine mazlumun yanına ‘mağdur’ olarak dönüp kovulduğu yere her türlü saldırgan
dili meşru görerek saldırır ki, bu sayede yeniden transfer olmak için koşul
yaratır.
Biat edenler her girdikleri ortama biat ediyor gibi gözüküp
yandaş ya da candaş olmak için her türlü olanağı kullanmaktan çekinmez.
Yakın tarihimizin içinde bu transfer olanların önemli bir
bölümünün geçmişte BirGün gazetesi ve ÖDP içinde siyaset yaptığı gerçeği ile ne
yazık ki karşı karşıyayız. Elbette bugün var olan BirGün ve ÖDP geçmişteki ile
ilgisi sadece isim benzerliği ile sınırlı gibi gözüyor olsa da ne yazık ki
onların tarihinde bugün ki yandaşların yer alması bir sorun olarak durmaktadır.
Sorundur, onlara o günlerde bu yandaşlara olanak verenler, onların değişimine
göz yumanlar, denetimsiz, yeter ki partide rakam ve gazetede sayfa dolsun diye
bakanların geleceğe bıraktıkları kötü mirastır. Elbette yaşananlar büyük
tecrübedir ama bu tecrübe 12 Eylül öncesinden birikimde de olmasına rağmen,
nasıl olur da yeniden yeniden aynı hatalar yapılıyor? Tarihimiz ile
yüzleşilmeden yüzleşilmiş gibi yapıldığında her şey yeniden yeniden başımıza
gelmeye devam edecektir...
Bugün solun yaşadığı sıkıntıların temelinde işte
tecrübelerin bugüne taşınmamış olması ve el yordamı ile yeniden yol bulmaktır.
Örgütmüş gibi örgüt olmak, gazeteymiş gibi gazete olmak, partiymiş gibi parti
olmak ne yazık ki bu sıkıntıları tekrar tekrar yaşarken, dönenler, para karşılığında
(profesyonel) beynini, hayalini satanlar size, bize karşı her türlü oyunun
aracı, amacı ve hançeri olmaktadır.
Holding ve devlet medyasından (yandaş olanlardan) bize
karşı, sola karşı nefretlerini dillendirenler, bizler ile alay etme / küçümseme
cesaretini bulanlar ne yazık ki bizim eserimizdir, onlara bu olanağı el yordamı
ile / bırakalım yapsınlar/ bırakalım tecrübe etsinler anlayışının bir
ürünüdür...
Yandaş olmayan ama mazlumdan, işçi sınıfından yana tavır
koyanlar onurları ile fırfır dönmeden bugünlere gelmiş olsa da kirlenen siyasi
ve kültürel ortamın yaratmış olduğu liberal düşünce ve yaşam içimize sızmış ve
bugün karşılaştığımız kafa karışıklığını yaratmış ve bulunduğumuz atmosferi
kirletmiştir.
Yandaşlar, yandaş kurumlar içinde nefes alır!
Yandaşları, yandaş kurumlardan delikten aşağıya
süpürdüklerinde onları mazlum olarak görmeden, aramıza almadan onları
yaptıkları ve tercihleri ile baş başa bırakabilmiş olsaydık, bugün yandaş
medyadan bizden ayrılan ve yandaş olanların hakaretine, küçümsemesine karşı
karşıya kalmaz ve okurumuzun bir bölümünü onları izler halde bırakmaz olurduk.
İsmail Cem Özkan
Not: BirGün ve ÖDP görünen olduğu için seçilmiş sadece bir
örnektir ama aynı şey diğer sol medya içinde geçerliliğini korumakta ve
örnekleme aranırsa mutlaka bulunacaktır. Cumhuriyet Gazetesi ve CHP bugün ki
haline bakarak adını andığım parti ve gazeteden pek farklarının olmadığını
görebilirsiniz. Genel bir durumu somut örnek üzerinden değerlendirerek somut
durum tahlilinde kullanmak istedim sadece. BirGün ve ÖDP kurulduğu gün ki ne
gazetedir ne de parti. Bugün daha farklı duruşu ve çizgisi vardır, ne yazık ki
isim kirliliğinden nasibini almıştır.
Medya içinde örneklediğim durumu bir çok alan içinde ve
kurum içinde de örneklenebilir.
Cem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.