Solu soldan vurdular!
Türkiye sol tarihi solcuların bir araya gelememe tarihi
gibidir. Sol içinde rekabet ve karşında yer aldığına inandığı tüm solcuları
küçük görme, öteki olarak kabul ettiği veya kendisine rakip gördüğünü düşman
gören anlayış 12 Eylül yenilgisini göz göre göre hazırladı ve darbecilerin
eline büyük bir koz olarak sundu...
Bugün 12 Eylül’den ders alamamış, hala kendisini büyük gören
ve geçmiş birikiminin asıl savunucusu “ben” diyen lider kaprisi ve onun
yönlendirdiği grupçuklar ne yazık ki mevcut.
Yan yana gelmekten itina ile kaçınan, başkasının acısını
kendi sevinci olarak gören, aynı kökten geldikleri halde yan yana gelmeyi
liberalizme verilen büyük destek olarak gören bir sol ne yazık ki mevcut.
Lice'nin acısını, hendek savaşının mağdurları ile dayanışmayı
kendisine uygun görmeyen, mazlumların sesi yerine kendi üyesinin sesi olmayı
dert edinenlerin sol muhalefetinin geldiği yer ortada.
Bugün sol, bilerek ve arzu ederek ne yazık ki iktidarın yan
değneğidir, iktidara mücadele verdiğini söylediği ve sokakları doldurduğu halde...
Sol, neden yan yana gelemez, nedenleri nedir acaba?
Sorunun yanıtını binlerce küçük kurulan cümleler ile
açıklanabilinir, binlerce mazerette bulunabilinir ama sorunun yanıtı yaşam
içinde ortaya koyduğumuz ilişkilerdir.
Bugün yaşadığımız ilişki ve örgütsel duruş geçmişin açıkça
eleştirisi olmak zorundadır.
Hayatta kurduğumuz ilişkilere bakıyorum, sessizlik içinde
fısıltı ile konuşmaları dinliyorum, ne yazık ki geçmişi henüz aşmış değiliz.
Açık ve vicdanın sesi ile konuşmak yerine küçük grupçuk çıkarını
gözeterek yapılan konuşmalar... “Tarih bizi örgüt olamadığımız için yargılayacak”
diyenlerin 12 Eylül yenilgisi hala ortada...
O günlerde yaptıkları tespitler doğruluğunu bugün dahi
korumaktadır ama ne yazık ki aynı sorunu aşmış bile değiller.
Tarih solu ciddiye alıp eleştirecekse, yan yana gelememenin
nedenlerini açıkça ortaya koyması gereklidir.
Sözde söylenmeyen ama fısıltı halinde dillendirilen bir kaç
kişinin kaprisi, geçmiş ile açık yüreklilikle olaylardan etkilenenlerin hesaplılaşamaması
bugünün tıkanan noktasıysa, onu aşacak yöntemler önümüzde durmasına rağmen
görmezden gelinip kendi dünyası içine hapsolmuş hareketler ve bireyler;
kendisine çok yakın ama farklı kulvarlarda örgütlenenler ile birlikte yan yana
gözükmemek için her türlü parantez atmaları bu kadar insanın acı çekmesini
ortadan kaldırmaz...
Kendisine solcu diyenler ne yazık ki tartışma kültüründen de
yoksun, hemen tartışmayı kavgaya dönüştürme eğiliminde ve her tartışmadan bir
düşmanlık üretme gayreti içindedir, çünkü öyle bir geleneğin devamcısı oldukları
ve öyle bir kültür içinde oldukları için. Peki, bu hastalık değil de nedir?
Sol hastalık; krizi yönetememe, kriz koşullarından sol
siyaset adına verimli olarak çıkmayı dert edinme yerine, solu daha küçülten ve
kitleden koparan bir anlayış söz konusudur.
Sol içi çatışmalar, 12 Eylül öncesi solun kitlesel
büyümesini durdurmuş, durdurmak ile kalmamış kitle içinde var olan desteğini de
kaybetmiştir.
12 Eylül yenilgisinin nedenleri tartışılırken sol içinde yaşanan
krizi yönetemediğini de ortaya konmalıdır. Bugün dahi kendisini (lider, kadro,
abi, dayı…) üste gören ve kendisine yapılan her eleştiriyi kişiselleştirip,
kamuoyuna ‘eleştireni’ düşman olarak gösteren açıklamalar ne yazık ki hala varlığını
koruyor...
Bu acılar bir an önce sonlanması isteniyorsa, yapılması
gereken bellidir. Bunun için 12 Eylül yenilgisine bakmak yeterlidir, oradan
ders alınacak çok olay tarih sayfasında ve mahkeme tutanaklarında durmaktadır…
İşkence tezgahlarında ölen her gencin ölümünden sorumludur,
yenilginin koşullarını hazırlayanlar...
Sol bugün zayıfsa nedenini dışarıda aramaktan önce kendi
içinde aramalıdır, yapması gerekenlerin kaçını yapabildiler?
Sol hastalık olarak sürekli önümüze çıkan bir davranış ile
yüzleşiriz ama bir türlü ortadan kaldıramayız. Solun ya da her hangi bir grubun
zayıf karnına dokunan bir yazı buldular mı bunu el altından çoğaltıp hadi tartışın,
hadi yiyin birbirinizi diyerek sadistçe paylaşımların varlığını sürekli korumaktadır...
Yararı olmayan bu gruplaşma ve birini karalama anlayışı aslında gizliden
gizliye rekabetin ve hala o eski hastalıkları üzerinden atamadığının
göstergesidir. Oturup o olaydan nasıl ders çıkarırız, bir daha böyle hatalar
olmaması için ne yapmamız gerekli diye düşünmek yerine, var olan yarayı
kanatmak artık bir sol kültür olmaktan çıkarılmalıdır...
Bir suçun günahını tek bir kişiye veya gruba yıkmak insafsızlıktır,
ne geldiyse başımıza bir arada olmamızdan gelmiştir...
12 Eylül olmuş Eminönü’nde yapılan konuşma/toplantı birçok
anıda söz edilmektedir. O konuşmanın muhatapları bugün hala yaşamaktadır...
Sorunun kendisi geneldir, çünkü yenilgiyi tatmayan sol yoktur. İşkence tezgahından
geçmeyen solcu kalmamış gibidir... Bir arada olmanın koşulu her zaman
mevcuttur, yeter ki o konuda bilerek ve grup çıkarından taviz vererek
yapılmalıdır. Sol kendi örgütsel varlığını korumak adına değil halk (işçi
sınıfı) adına siyaset yapar.
12 Eylül generalleri başarılı olmadı, onlara direnecek
örgütlü gücü kuramayanlar onlara başarıyı altın tepsi içinde Fatsa Nokta Operasyonu
ve Kemal Türkler cinayeti sonrası ortak tavır ve direnç göstermemekte aramalılar...
Sol demek acı çekmek midir?
Sol yaşama dört elle sarılandır. En ağır koşulda dahi onun
görevi yaşamak ve yaşatmak için mücadele etmektir... Bir mazlum gözyaşı
döküyorsa onun gözyaşına derman olmaktır. Boşuna mı gitmiş 68 Dev Genç
liderleri Anadolu’ya, boşuna mı toprak için kavga eden köylünün yanında
kalmaya, boşuna mı yaptılar Dev Genç köprüsünü Hakkari’ye...
Ölüm üzerine sol politika üretmez, zaten üretenler ortada...
Ölüm üzerine politika üretenlere karşı gelmektir solun
görevi...
Artık bırakın kaprislerinizi, geçmiş takıntılarınızı var
olan örgütlü yapınız ne ise yan yana gelin, umut olun gözyaşlarını durduramayan
insanlara... Tarih sizi hiç değilse direnen kuşaklar içinde ansın!...
Geçmişte sol içi mücadele diyerek solu sol içinden vurdular
ve zayıflattılar. Bugün bu iç çatışmalardan der çıkarıp bir arada olmak ve
ortak bir şey yapmanın ve ortak düşünmenin koşullarını oluşturmak zorundayız.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.