Aşk Ölsün
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Baba Sahne’nin konukları
arasındaydık. Sahnenin perdeleri kapalıydı, bizler salona girdiğimizde. Daha
önce başka oyunlar izlediğim salon bana yabancı değildi, yerimi buldum ama
yardım etmek için çabalayan baba sahne elemanlarının ısrarına rağmen ev sahibi
gibi gidip yerimi buldum ve oyunun başlamasını yani perdenin açılışını
bekledim.
Bugüne kadar gittiğim oyunların içeriği hakkında hiçbir
araştırma yapmadan gittim, buna da öyle geldim. Eğer ön araştırma yapmış
olsaydım, tiyatroya izleyici olarak bakamıyor, kafamda oluşturduğum
önyargıların penceresinden bakıyorum ki, eğlenemiyorum… Seyirlik olarak sahneye
taşınmış şölenden yeteri kadar keyif alamıyorum… Önyargısız oyunun oynanacağı
sahnenin önünde daha önce bilet alarak rezerv edilmiş koltuğumda yerimi alır ve
perdenin açılmasını ya da oyunun başlamasını beklerim.
Ve perde!
Her ne kadar geçmişten gelen bir sestir “ve perde!” diyen
ses. Her perde açıldığında içimden bu cümleyi söylerim. Perde açılınca bizi
başka bir dünyaya davet edilir. Yaşadığımız zamandan ve coğrafyadan farklı bir
yerde oyun süresince olmak büyük bir değişikliktir. Ve ben bu değişikliği çok
seviyorum. Hangi trajedinin, hangi dramın hangi komik durumların şahidi
olacağım hatta zaman zaman içine katılacağım. Büyük bir maceradır. Kelimelerin
üzerine zaman, mekan ve insan giyindirilmesi. Sahne üç duvardan oluşuyor,
bizler açık olan yerden bakıyoruz. Üç boyutlu bir tabloya bakar gibiyiz, fakat
bu üç boyutlu tablonun üç boyutlu olmadığını ve daha başka boyutlar da bizim
zaman ile oyunun zamanın çakışmasını yaşayarak öğreniriz.
Bir tuvalet, pislik içinde. Esenler Otogarın eksi ikinci
katında ki kadınlar tuvaletidir. Bunu oyunun ilerleyen zamanında öğreneceğiz.
Songül, titizdir. Adını da ilerleyen zamanlarda öğreneceğiz. Çünkü hiçbir oyun
peşin peşin bir hap gibi hazır bir şekilde mekan, isim ve zaman kavramlarını
bir arada vermez. Zamanın içinde oyunun zamanının müsait olduğu anda bilgiler
kulaklara fısıldanır. Artık denir ki sizi bu zamana (oyunun) mekanına, olayların
gelişim sürecine davet ediyoruz. Her seyirci hemen katılmaz, çünkü her kişinin
algısı ve ilgisi farklıdır. O farklılık içinde sahnede ki oyuncuların tüm
seyirciyi kucaklaması biraz zaman alır. Oyuncunun seyirciyi kucaklamasını ve
zamanını belirleyen de sahnede ki ışık, dekor, kostüm, müzik, ışık… gibi
sahnenin vazgeçilmezlerinin uyumundan geçer.
Seyirciyi mimikleri ve hareketleri ile kucaklar Songül
rolünü oynayan Günay Karacaoğlu. Öyle bir kucaklama ki salonda ki seyirci
birden sahnede o tuvaletin içinde titiz bir şekilde tuvalet üzerine serilen
tuvalet kağıdının rüzgarı sanki ellerine dokunur. Kirli bırakılmış tuvaletin
içinde titiz, her adımını dikkatlice atan bir kadın. Terk edilmiştir. Kocası
başka bir kadın ile whatsapp üzerinden yazışmaktadır. Her yedi dakika da bir
online olmaktadır. Karısını hiçbir yere götürmeyen koca, sevgilisi ile karını
götürmediği yerlere gitmekte ve zamanını geçirmektedir. Terk edilmiş olan kadın
bir gün otogarın kadınlar tuvaletinde kirli bir ortamda intihar için oradadır.
Kirlilik, pislik hem aldatan koca için kullanılır hem de ortam için.
Seyirci oyunun içinde oyunun parçasıdır ve muhteşem bir
performans… Otobüs seyahatı sırasında muavinin bir hap içip tanrıya isyan
ettiğini gören Songül, hemen çantasında ne var ne yok verir ve o hapları alır…
İsyan ettiren hap onun sonu olmasını planlar… Pislik içinde ortamın
içinde son yolculuğuna hapları yutarak adım atar ama o ölümü değil başka
değişimlere neden olur. Titiz ve pislikten çekinen kadın pisliğin içindedir,
yuvarlanmaktadır. Birden dudağına ruj sürmediğini anımsar ve hiçbir zaman
rujsuz olamayacağını öldükten sonra polislerin onu makyajsız bulamayacağını
dillendirir ve rujunu cebinden çıkarır ve dudaklarına sürer… Son yolculuğuna
hazırdır ama… Pislik içinde tuvalette bulunmak fikri hiç hoşuna gitmez, o
otobüslerin arasında kendisine yakışan bir şekilde ölmeyi planlar…
Günlük onun iç konuşmasıdır. Her bölüm bir günlükten bölüm
okuyarak geçiş yapılır. Başlangıçtan ve diğer bölümler arasında bağlantı
günlüklerdir. Günlükler aynı zamanda sahnenin değişimdir. Sahne her bölüme
uygun olarak değişim gösterir. Dijital ses olarak bölümler arasında seyirciye
ulaşırken ses, karanlığın içinde yeni bölümün dekoru sahneye taşınır. İlk
bölümde yakalanan kahkaha ve eğlenceli hava bölümler ilerledikçe yerini hüzne
ve yaşamın başka gerçekliği ile yüzleşmemize doğru geçiş yaparız.
80 ve 90’lı yılarlın popüler sanatçıların şarkı sözleri,
postmodern edebiyatımızın zengin iki yazarı ve Murathan Mungan Songül’ün bakış
açısı ile değerlendirilir. O bir Murathan Mungan gibi olmak istemektedir ama ne
romanı vardır ne de günlükleri kitap olarak basılmıştır. Edebiyat dünyası onun
kaybını hissetmeyecektir ama o yaşamış olsaydı belki onarlın dünyasında dahil
olabilirdi.
İntihar etmiş ama içtiği ilaç onu öldürmemiş aşırı derece
özgüven vermiştir. Polisler sohbeti sırasında ağzından “bomba” kelimesi çıktığı
için çantası uzaktan kontrollü patlama ila paylatılmış ve içindeki tüm eşyaları
etrafa yayılmıştır. İkinci sahne bir mutfaktır. Mutfakta artık boşandığı
kocasının yeni sevgilisi ile yaptıklarını instagram’dan izlemektedir. Sosyal
medyanın yarattığı bir kuşağın içinde sevgilerini bile insanlar sanal dünyadan
bulmaktadır. Sanal olan dünyanın gerçek sonuçları ile yüzleşiyoruz… Günümüzün
zamanı ile oyun içinde karşılaşmalar oluyor. O karşılaşmalar seyirciyi oyunun
bir parçası yapıyor. Sekiz yıldır aldatan kocanın, uzun zaman sonra yakalanması
ve sonra Songül’ün komşusuna sorduğu yanıtı salondan duymak şaşırtıcı olmuyor.
Sahnede bir oyuncu vardır ama seyirci ile sahne salondadır.
İkinci bölümün ilk sahnesi büyük bir motosiklet üzerindedir.
Uzak Asya’ya doğru bir yolculuk canlandırılmaktadır. Aslında kafasının
içindedir. Ehliyet almak için gittiği kursun yan tarafında ki bir galeride
bulunan motosiklet üzerinde hayallerini anlatır buluruz. Motosiklet eğitimini
veren hocasının sözlerini kendi yaşamına uyarlamıştır. Sürmek için ileri bakın
demiştir, ama kendisi fırsat buldukça geriye bakmakta ve aldatılan eş olmanın
getirmiş olduğu travma ile yüzleşmektedir. İlk bölümde kahkahaların yerini ağır
ağır yüzleşmeye ve trajedinin ağırlığı salonda hissedilmektedir.
İkinci bölümde iş bulmuştur ve banka adına CallCenter’de
çalışmaktadır. Orada müşteriler ile görüşmeler yaparken buluruz. Aynı zamanda
hayatına Hayri dışında Hayrettin’i almıştır. Onun ile yaşadıkları ve yeni
keşfettiği cinsel yaşamını müşterisi ile konuşurken bankaların nasıl bir düzen
kurduğunu da seyirci ile paylaşır. Günümüze direk mesajı burada vermektedir.
Müşterinin biri üzerinden çocuk gelinlere yönelik eleştiri ile günümüzün acılı
tablosunu seyirciye anımsatır. Kadın cinayetleri ve çocuk gelinler…
Ve perde kapanmadan önceki son sahne…
Gelinlik içindedir. Sahne arka dekorunda kullanılan gelinlik
abiye giysi artık üzerindedir. Hayrettin ile nikah öncesi yaşadıklarını
anlatır. O ana kadar olayların peşi sıra ve seçeneği olmadan kendisine verilen
seçeneği yaşadığının farkına varmıştır. Seçme hakkı yoktur ve o yüzden yarım
hayatlar ve olayların kahramanı olmuştur. Acaba seçme hakkı verilmiş olsaydı
neler yapabilirdi?
Başından geçen talihsiz olaylara, girdiği işlerde
tutunamamasına, kandırılmalarına, aldatılmalarına aldırmadan mutlu olmak için
arayışlarını son verme kararı onun hayatının tamamı ile değişimine sebep
olacaktır. İlk sahnede intihar etmek isteyen Songül son sahnede artık ölüm ile
kucaklaşmıştır. İkinci evliğinin aday damadı Hayrettin onu gelinlik pastası
için ayrılan ve süslenen bıçak ile öldürülecektir… Ölüm kapısını çalmıştır ve
dünyamızdan ışıklı bir kapıdan geçerek ayrılacaktır. Salonda artık kahkaha
yoktur, sessizlik. Bir ağırlık vardır. Hüzün atmosfere kendisini dayatmış ve
kahkahanın ses kırpıntılarını da yok etmiştir.
Songül nedenleri ve sonuçları ile kendini çok sorgulayan bir
karakter olarak hafızalarda yer ederek son alkışlar ile salondan seyircisi
uğurluyor…
“Aşk öldürecekse aşk ölsün. Seni çok seviyorum diye ya da
sen beni artık sevmiyorsun diye öldürmek kadar acımasız vahşi bir şey olamaz.”
Barış Dinçel’i ilk defa yönetmen olarak izledim. Oyunun
sahne düzenlemesini yapan bir ustanın ilk yönetmenliğini yaparken sahneye ne
kadar hakim olduğunu seyirciye gösteriyor… Dekorun değişimi ve sahnede rol alan
sanatçının kendisini daha fazla göstereceği alan yaratması, ışığın onu takip
etmesi ev zaman zaman oyuncuya dikkat çekmek için ışığın ayarları ile oynaması
oyunu daha fazla seyirci ile buluşmasına olanak sunmuş… Müzik oyunun akışına
katkısı yadsınamaz… Günay Karacaoğlu
sahnede devleşirken, oyunun başlangıçtan son sahnesine doğru geçişte gözyaşlarını sevinçten hüzne döndürmesi seyirci üzerinde ki başarısını göstermektedir. Murat İpek eğer isteseydi tamamı ile balon ve oyun bittikten sonra akılda hiçbir şey kalmayacak oyun yazabilirdi. Salon dışında yaşamın akışına hiç dokunmadan diğer oda tiyatrolarda oynana oyunlar gibi Amerika’dan alınan bir konuyu bize uyarlayabilirdi. Onun yerine daha özgün ama kontrollü bir metin yazmış…
sahnede devleşirken, oyunun başlangıçtan son sahnesine doğru geçişte gözyaşlarını sevinçten hüzne döndürmesi seyirci üzerinde ki başarısını göstermektedir. Murat İpek eğer isteseydi tamamı ile balon ve oyun bittikten sonra akılda hiçbir şey kalmayacak oyun yazabilirdi. Salon dışında yaşamın akışına hiç dokunmadan diğer oda tiyatrolarda oynana oyunlar gibi Amerika’dan alınan bir konuyu bize uyarlayabilirdi. Onun yerine daha özgün ama kontrollü bir metin yazmış…
Ustalar bir araya gelince usta iş oluyor… Emeği geçenlere ve
salonda ve dışında yer alan çalışanlara çok teşekkür ederim.
İsmail Cem Özkan
Aşk Ölsün
Yazan: Murat İpek
Yöneten, Sahne ve Kostüm Tasarımı: Barış Dinçel
Müzik: Çiğdem Erken
Oynayan: Günay Karacaoğlu
Süre: 1 saat 30 dakika (2 perde)
Yöneten, Sahne ve Kostüm Tasarımı: Barış Dinçel
Müzik: Çiğdem Erken
Oynayan: Günay Karacaoğlu
Süre: 1 saat 30 dakika (2 perde)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.