Galata Gazete


8 Mart 2018 Perşembe

Kontrabas

Kontrabas

Yatak dağınıktır, yatağın biraz uzağında içi bira ile dolu bir buzdolabı, onun önünde sahnenin de ön tarafında kontrbas, kontrbasın arkasında bir masa ve onun yan tarafında sallanan bir sandalye ve üzerinde oturan biri, klasik müzik dinliyor. Klasik müzik içinde bir çalgıya dikkat çekmek isteyen bir müzik insanı… Odanın içinde yer alan kontrbasın sesini aramaktadır çalan müzikte. Kontrbas!

“Orkestra şefsiz olur, ama kontrbassız asla olamaz”

Heyecan ile kontrbas sesini anlatmaktadır. Onun sesinin ne kadar farklı olduğunu.

“Kontrbas ses derinliğinden dolayı yegane temel orkestra çalgısıdır. 1750’den yirminci yüzyıla kadar bütün orkestra müziği, hiç abartısız dört telli kontrbasın omuzları üstündedir. Kontrbas, insanın ne kadar uzaklaşırsa o kadar iyi işittiği tek çalgıdır.” der sahnede ki oyuncu sahnenin bir köşesinde duran kontrbasa bakarak. O aslında kontrbas ile bütünleşmiş ekmeğini ondan kazanan bir devlet orkestrasında çalışan “memurdur” .

Memurdur. Müzik ile uğraşmaktadır. Küçük bir evde yaşamaktadır. Odanın küçüklüğü yaptığı iş ile tezattır. Kısaca geçmişine doğru yol alırız, neden kontrbas çalan bir orkestra üyesi olduğunu öğreniriz.

Çocukluğundan bu güne kadar hep fark edilmek istemiştir ama görünüm olarak fark edilmese de yaptıkları ile fark edilecek ve ailesinin isteklerine tezat işler yapacaktır.

Babası memurdur ve oğluyla fazla vakit geçirmeyen biridir, hasta ve müzik sevdalısı, flüt sanatçısı bir anneye sahiptir. Annenin babaya, babanın kız kardeşe düşkünlüğü ilişkisinde kendini biçimlendirmiştir. Sevilmediği duygusu onun ailesinin isteklerinin tersini yapmak olarak ortaya çıkmıştır. Yaşı ilerlemiş ve ilk ergenlik çağında kontrbas çalmaya eğilim göstermiş ve o alanda eğitim almıştır. Eğitiminden sonra devlet orkestrası sınavını kazanarak orada memur olmuştur.  O da bir orkestrada büyük bir öneme sahip olmayan kontrbası seçerek bir nevi ailesini cezalandırmak istemiştir.

Kısaca neden kontrbas çaldığını anlattıktan sonra kısaca kontrbas’ın tarihi ve bestecilerin elinde nasıl kullanıldığını uzun uzun anlatmaktadır. Aslında orkestranın ve Amerika’da gelişen Jazz Müziğinin vazgeçilmezdir. Ama kendisi klasik müzik eğitimi aldığı için ve sabahları her gün provalarda çaldığı ve gösterim için yer aldığı zamanlarda ise terden birkaç defa gömlek değiştirmek zorunda kaldığı yorucu bir alet olduğunu vurgulamaktadır.

“Bazı insanlar spor yaparak terler ben ise çalarak!” 

Parmak uçları nasırlaşmıştır, o kadar duygusuz olmuştur ki parmağını kestiğini bile tesadüfen öğrenmektedir…

Çok çalışmanın karşılığı güvenceli bir iş!

Memur olmak hakların olması anlamına gelmektedir, onu kimse işten atamayacaktır, o yüzden orkestra içinde çalıp çalmadığının ya da iyi çalıp çaldığının bile kimse farkında bile değildir. Konser boyunca arka sırada ayakta aletine sarılan konumdadır… Zaten çok iyi de çalsa kimse bunun farkına bile varmayacaktır. O oranın bir parçasıdır ama görünmezdir…

Yalnız yaşamaktadır. İzole edilmiş bir odada… Ses izolasyonu olmasa şehrin tüm gürültüsü içeriye girecektir. O gürültünün içinde bir sanatçının eser üretmesi bile düşünülemez. O yalnızdır odasında ve aşka susamıştır. Uzun süre bir kadın ile olmamıştır, olmaya kalktığı zamanda ise odanın bir köşesinde duran kontrbas onarla baktığını düşünmekte ve kadın bundan rahatsız olduğu için hiçbir seksi sonuna kadar doyurucu bir şekilde bitirmemektedir. Kontrbas sessizce onarlı izlediğini düşünür, o sessizdir ama ilişkiyi bozacak kadar varlığını hissettirmektedir.

Kontrbasın iri cüssesiyle yaşamında büyük bir yer işgal ettiğini ve ona duyduğu nefret artık odanın içine savrulmuştur. Başlangıçta ki methiyelerin yerini yergi almıştır.  Vazgeçilmez olan vazgeçilir olmuştur ama vazgeçtiğinde işinden olacağı için zorunlu bir bağımlılık içinde yaşamaktadır.

Nefret ettiği alet ile her gün konserde orkestranın görünmeyen yerinde ayakta ekmek parasını kontrbas tellerine basarak kazanmaktadır. En ağır işçidir aslında, tüm zamanlarını alan bir işte parmak uçları ile ekmeğini kazanmaktadır.

Sesiyle büyülendiği, ufak tefek, soprano Sarah... Ona karşı platonik bir aşk ile bağlıdır. Onun ilgisini çekmek için her yolu kafasından denemektedir ama pratikte sessizce uzaktan izlemektedir. Hatta Sarah onun farkında bile değildir.

Orkestranın en arka sırasında olmasa belki Sarah ile göz göze gelecek ve ona ilgisini gösterecektir ama çalıştığı yerin en arkasındadır. Bu mutsuzluğunda da kontrbasın payı olduğunu düşünmektedir hatta ona karşı nefreti kat be kat artıyor bir yandan.

Kontrbası bir kadın vücuduna benzeterek şöyle anlatmaktadır; ''Sonra bakarım ona şöyle bir. Ve düşünürüm: Tüyler ürpertici bir çalgı! Buyurun, bakın! Bakın şuna iyice. Görünüşü şişko bir kocakarı. Kalçalar çok alçak, bel hepten felaket, fazla yüksek kalıyor, ince de değil; sonra şu daracık, düşük, raşitik omuzlar- deli olmak işten değil... Kontrbas şimdiye kadar icat edilmiş çalgıların en iğrenç, en hantal, en kaba saba olanı...'' Her ne kadar kadınsı bir dış görünüşe sahip olsa da çıkardığı bas sesi tam bir erkek çalgıdır. Almanca sıfat önüne gelen artikel “der”dir yani erkek!

Kontrbas görünümü gibi değildir, erkek çalgıdır. Orkestra içinde Kontrbas, tek başına hareket edemeyen, bütün içinde eriyip giden, diğerleri için yaratılmış bir sona mahkumdur her zaman!

Ünlü bir bestecinin kontrbas için ürettiği sola bir parça var mı diye sorar, yanıtını kendisi verir, yoktur.

O sadece orkestrada olmazsa olan ama her daim arkada duran bir çalgıdır. Kendisini gösterecek ve öne çıkacak hiçbir özelliği yoktur.

Fark edilmekle sıradan olmak arasındaki kalınca çizgide, pek çoğumuz bir çivinin üzerinde oturuyoruz. Fark edilmek ürkütücü, sıradan olmaksa daha da ürkütücü. Hata yapmaktan korkarken, sıra dışı olmak zor. En arkada durup işimizi nasıl yaptığımızın bir önemi yok gibi görünürken, o aşık olduğumuz sopranoya seslenmek istiyoruz var gücümüzle: “Sarah!”.

Belki işten atarlar ama o zaman farkına varılır… İşinden atılan tek kontrbasçı olmak ayrıcalığını yaşamak düşüncesi heyecanlandırmaktadır ama bunu başaracak gücü yoktur. Uzaktan duyduğu sevgi çaresizidir ve unutulmak zorundadır.

Toplum gibi orkestra içinde de adaletsizlik söz konusudur. “Orada becerinin amansız hiyerarşisi hüküm sürer, günün birinde verilmiş bir kararın korkunç hiyerarşisi, yeteneğin tüyler ürpertici hiyerarşisi, titreşimlerin ve seslerin tabiatça yasalaştırılmış, sarsılmaz, fiziksel hiyerarşisi; siz siz olun, sakın bir orkestraya girmeyin!...”

Hayal kırıklığı içinde yaşamak zorundadır.

“Müziksiz özgürlük de yoktur. Müzik, kendini başkalarını aşmaya, normların ve kuralların ötesine geçmeye, aşkınlık hakkında, zayıf da olsa bir fikir edinmeye teşvik eder”

Yalnızca hata yapınca fark edilmek üzücü şey bence. Çarkların arasında yaşamlarımızı sürdürürken, onların işleyişini bozunca mı görünürüz sadece?

Sorular sorar…

Sorular içinde faşizmin içinde müziğin olmadığı gerçeğini vurgular, mahkumlar kendilerini ifade etmek için orkestra kurarken faşizm içinde yaşayan hür müzisyenler ise özgün eser üretemezler. Tek ses uygun eserler üretilir ama onlar da kalıcı değildir, faşist bir lider ile birlikte unutulmaya mahkumdur.

Yapılan en iyi parçaların, çekilen en iyi filmlerin herhangi bir ürün gibi çabucak tüketildiği ve yenisinin arandığı bu zamanda, tükenmeyen bir şeyler arıyoruz. Gerçek olarak kalabilen ve her daim korunabilecek bir şey.

Orkestra insan toplumunun bir aynasıdır… Hatta insan toplumunda olduğundan daha bile kötüdür orkestra, çünkü toplumda, hiyerarşinin basamaklarını çıka çıka günün birinde piramidin en tepesinden aşağıya, altımdaki solucanlara bakarım umudu vardır- teorik olarak…”

Orkestralardaki hiyerarşi, solo ve tutti ayrımları sadece müzikal anlamda bir eşitsizliği değil, müziğin de giderek bu eşitsiz mekanizmaları onaylamasına neden olur. Toplumsal cinsiyet ve müzik bu sorunların en temelindedir.

“İnsanlar müzikle düşünür, onunla kendilerinin kim olduğuna karar verip kendilerini anlatırlar”

Olayın kahramanı kontrbasçı olarak karşımızdadır ve en içten çelişkileri ile karşımızda bir bütündür. Acıları, sevinçleri ve hayal kırıklıkları ile…

Metin Belgin oyunun ruhuna uygun  olarak karşımızdadır, oyunun metnine uygun bir şekilde karakterine hayat vermektedir. Kendi hikayesini kontrbas üzerinden anlatmıştır. Kendi yalnızlığını, karşılıksız sevgisini, tutkusunu ve gelecekten duyduğu umutsuzluğu, çaresizliği. Sokak ile kalmak arasındadır, sokakta kalması onun aç olması ve yaşam kalitesini kaybetmesi demektir. Bir memurdur ve memurun işten atılması görülmüş şey değildir…

“Hayatta, bir şeyi düşünmekle yapmak çok farklı şeyler.” 

Tek kişilik oyunlar her zaman risklidir, çünkü sahnede yalnızsınız ve size yardım edecek kimse yoktur. Seyirci ile iletişime girecek ve oynadığı oyunun kahramanın bilgisinden fazla bilgiye sahip olması gereklidir. Seyircinin her hangi bir tepkisine oyunu bozmadan yanıt vermesi zorunludur. Siz hiç kadın ünlü bir besteci duydunuz mu soruna yanıt seyirciden biri verdiğinde o soracaktır, ünlü mü? Çünkü erkekler tarafından üretilmiştir tüm klasik besteler, kadınlar için yazılmıştır çoğu…


Eğer bir ustayı sahnede görmek istiyorsanız kaçırmayın derim, çünkü usta bir oyuncuyu sahnede büyüten her şey oyunun içinde mevcuttur. Işık, dekor, ses, müzik... her şey iç içedir ve her biri birbirini desteklemektedir…

Sade, abartıya kaçmadan, her şeyi oyunun içe alayım demeden, kişinin iç dünyası ve kontrbasın hayatına etkisini en iyi şekilde verildiğine inandığım sağlam bir metin üzerine sağlam bir sahne şöleni olmuş. Tek kelime ile yazıyı sonlandırmak istersem, ayakta alkışlayacağınız bir oyunu kaçırmayın derim…
İsmail Cem Özkan


Kontrabas
Yazan: Patrick Süskind
Dekor Tasarımı: Ethem İzzet Özbora
Türkçesi: Hale Kuntay
Reji: Metin Belgin
Kostüm Tasarımı: Serpil Tezcan
Işık Tasarımı: Yakup Çartık

Oyuncu:
Metin Belgin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.