Kontrabas
Yatak dağınıktır, yatağın biraz uzağında içi bira ile dolu
bir buzdolabı, onun önünde sahnenin de ön tarafında kontrbas, kontrbasın
arkasında bir masa ve onun yan tarafında sallanan bir sandalye ve üzerinde
oturan biri, klasik müzik dinliyor. Klasik müzik içinde bir çalgıya dikkat
çekmek isteyen bir müzik insanı… Odanın içinde yer alan kontrbasın sesini
aramaktadır çalan müzikte. Kontrbas!
“Orkestra şefsiz olur, ama kontrbassız asla olamaz”
Heyecan ile kontrbas sesini anlatmaktadır. Onun sesinin ne
kadar farklı olduğunu.
“Kontrbas ses derinliğinden dolayı yegane temel orkestra
çalgısıdır. 1750’den yirminci yüzyıla kadar bütün orkestra müziği, hiç
abartısız dört telli kontrbasın omuzları üstündedir. Kontrbas, insanın ne kadar
uzaklaşırsa o kadar iyi işittiği tek çalgıdır.” der sahnede ki oyuncu sahnenin
bir köşesinde duran kontrbasa bakarak. O aslında kontrbas ile bütünleşmiş
ekmeğini ondan kazanan bir devlet orkestrasında çalışan “memurdur” .
Memurdur. Müzik ile uğraşmaktadır. Küçük bir evde
yaşamaktadır. Odanın küçüklüğü yaptığı iş ile tezattır. Kısaca geçmişine doğru
yol alırız, neden kontrbas çalan bir orkestra üyesi olduğunu öğreniriz.
Çocukluğundan bu güne kadar hep fark edilmek istemiştir ama
görünüm olarak fark edilmese de yaptıkları ile fark edilecek ve ailesinin
isteklerine tezat işler yapacaktır.
Babası memurdur ve oğluyla fazla vakit geçirmeyen biridir,
hasta ve müzik sevdalısı, flüt sanatçısı bir anneye sahiptir. Annenin babaya,
babanın kız kardeşe düşkünlüğü ilişkisinde kendini biçimlendirmiştir.
Sevilmediği duygusu onun ailesinin isteklerinin tersini yapmak olarak ortaya
çıkmıştır. Yaşı ilerlemiş ve ilk ergenlik çağında kontrbas çalmaya eğilim
göstermiş ve o alanda eğitim almıştır. Eğitiminden sonra devlet orkestrası
sınavını kazanarak orada memur olmuştur. O da bir orkestrada büyük bir öneme sahip
olmayan kontrbası seçerek bir nevi ailesini cezalandırmak istemiştir.
Kısaca neden kontrbas çaldığını anlattıktan sonra kısaca kontrbas’ın
tarihi ve bestecilerin elinde nasıl kullanıldığını uzun uzun anlatmaktadır.
Aslında orkestranın ve Amerika’da gelişen Jazz Müziğinin vazgeçilmezdir. Ama
kendisi klasik müzik eğitimi aldığı için ve sabahları her gün provalarda
çaldığı ve gösterim için yer aldığı zamanlarda ise terden birkaç defa gömlek
değiştirmek zorunda kaldığı yorucu bir alet olduğunu vurgulamaktadır.
“Bazı insanlar spor yaparak terler ben ise çalarak!”
Parmak uçları nasırlaşmıştır, o kadar duygusuz olmuştur ki
parmağını kestiğini bile tesadüfen öğrenmektedir…
Çok çalışmanın karşılığı güvenceli bir iş!
Memur olmak hakların olması anlamına gelmektedir, onu kimse
işten atamayacaktır, o yüzden orkestra içinde çalıp çalmadığının ya da iyi
çalıp çaldığının bile kimse farkında bile değildir. Konser boyunca arka sırada
ayakta aletine sarılan konumdadır… Zaten çok iyi de çalsa kimse bunun farkına
bile varmayacaktır. O oranın bir parçasıdır ama görünmezdir…
Yalnız yaşamaktadır. İzole edilmiş bir odada… Ses izolasyonu
olmasa şehrin tüm gürültüsü içeriye girecektir. O gürültünün içinde bir
sanatçının eser üretmesi bile düşünülemez. O yalnızdır odasında ve aşka
susamıştır. Uzun süre bir kadın ile olmamıştır, olmaya kalktığı zamanda ise
odanın bir köşesinde duran kontrbas onarla baktığını düşünmekte ve kadın bundan
rahatsız olduğu için hiçbir seksi sonuna kadar doyurucu bir şekilde
bitirmemektedir. Kontrbas sessizce onarlı izlediğini düşünür, o sessizdir ama
ilişkiyi bozacak kadar varlığını hissettirmektedir.
Kontrbasın iri cüssesiyle yaşamında büyük bir yer işgal
ettiğini ve ona duyduğu nefret artık odanın içine savrulmuştur. Başlangıçta ki
methiyelerin yerini yergi almıştır.
Vazgeçilmez olan vazgeçilir olmuştur ama vazgeçtiğinde işinden olacağı
için zorunlu bir bağımlılık içinde yaşamaktadır.
Nefret ettiği alet ile her gün konserde orkestranın
görünmeyen yerinde ayakta ekmek parasını kontrbas tellerine basarak
kazanmaktadır. En ağır işçidir aslında, tüm zamanlarını alan bir işte parmak
uçları ile ekmeğini kazanmaktadır.
Sesiyle büyülendiği, ufak tefek, soprano Sarah... Ona karşı platonik
bir aşk ile bağlıdır. Onun ilgisini çekmek için her yolu kafasından
denemektedir ama pratikte sessizce uzaktan izlemektedir. Hatta Sarah onun
farkında bile değildir.
Orkestranın en arka sırasında olmasa belki Sarah ile göz
göze gelecek ve ona ilgisini gösterecektir ama çalıştığı yerin en arkasındadır.
Bu mutsuzluğunda da kontrbasın payı olduğunu düşünmektedir hatta ona karşı
nefreti kat be kat artıyor bir yandan.
Kontrbası bir kadın vücuduna benzeterek şöyle anlatmaktadır;
''Sonra bakarım ona şöyle bir. Ve düşünürüm: Tüyler ürpertici bir çalgı!
Buyurun, bakın! Bakın şuna iyice. Görünüşü şişko bir kocakarı. Kalçalar çok
alçak, bel hepten felaket, fazla yüksek kalıyor, ince de değil; sonra şu
daracık, düşük, raşitik omuzlar- deli olmak işten değil... Kontrbas şimdiye
kadar icat edilmiş çalgıların en iğrenç, en hantal, en kaba saba olanı...'' Her
ne kadar kadınsı bir dış görünüşe sahip olsa da çıkardığı bas sesi tam bir
erkek çalgıdır. Almanca sıfat önüne gelen artikel “der”dir yani erkek!
Kontrbas görünümü gibi değildir, erkek çalgıdır. Orkestra
içinde Kontrbas, tek başına hareket edemeyen, bütün içinde eriyip giden,
diğerleri için yaratılmış bir sona mahkumdur her zaman!
Ünlü bir bestecinin kontrbas için ürettiği sola bir parça
var mı diye sorar, yanıtını kendisi verir, yoktur.
O sadece orkestrada olmazsa olan ama her daim arkada duran
bir çalgıdır. Kendisini gösterecek ve öne çıkacak hiçbir özelliği yoktur.
Fark edilmekle sıradan olmak arasındaki kalınca çizgide, pek
çoğumuz bir çivinin üzerinde oturuyoruz. Fark edilmek ürkütücü, sıradan olmaksa
daha da ürkütücü. Hata yapmaktan korkarken, sıra dışı olmak zor. En arkada
durup işimizi nasıl yaptığımızın bir önemi yok gibi görünürken, o aşık
olduğumuz sopranoya seslenmek istiyoruz var gücümüzle: “Sarah!”.
Belki işten atarlar ama o zaman farkına varılır… İşinden
atılan tek kontrbasçı olmak ayrıcalığını yaşamak düşüncesi
heyecanlandırmaktadır ama bunu başaracak gücü yoktur. Uzaktan duyduğu sevgi
çaresizidir ve unutulmak zorundadır.
Toplum gibi orkestra içinde de adaletsizlik söz konusudur.
“Orada becerinin amansız hiyerarşisi hüküm sürer, günün birinde verilmiş bir
kararın korkunç hiyerarşisi, yeteneğin tüyler ürpertici hiyerarşisi,
titreşimlerin ve seslerin tabiatça yasalaştırılmış, sarsılmaz, fiziksel
hiyerarşisi; siz siz olun, sakın bir orkestraya girmeyin!...”
Hayal kırıklığı içinde yaşamak zorundadır.
“Müziksiz özgürlük de yoktur. Müzik, kendini başkalarını
aşmaya, normların ve kuralların ötesine geçmeye, aşkınlık hakkında, zayıf da
olsa bir fikir edinmeye teşvik eder”
Yalnızca hata yapınca fark edilmek üzücü şey bence.
Çarkların arasında yaşamlarımızı sürdürürken, onların işleyişini bozunca mı
görünürüz sadece?
Sorular sorar…
Sorular içinde faşizmin içinde müziğin olmadığı gerçeğini vurgular,
mahkumlar kendilerini ifade etmek için orkestra kurarken faşizm içinde yaşayan
hür müzisyenler ise özgün eser üretemezler. Tek ses uygun eserler üretilir ama
onlar da kalıcı değildir, faşist bir lider ile birlikte unutulmaya mahkumdur.
Yapılan en iyi parçaların, çekilen en iyi filmlerin herhangi
bir ürün gibi çabucak tüketildiği ve yenisinin arandığı bu zamanda, tükenmeyen
bir şeyler arıyoruz. Gerçek olarak kalabilen ve her daim korunabilecek bir şey.
Orkestra insan toplumunun bir aynasıdır… Hatta insan
toplumunda olduğundan daha bile kötüdür orkestra, çünkü toplumda, hiyerarşinin
basamaklarını çıka çıka günün birinde piramidin en tepesinden aşağıya,
altımdaki solucanlara bakarım umudu vardır- teorik olarak…”
Orkestralardaki hiyerarşi, solo ve tutti ayrımları sadece
müzikal anlamda bir eşitsizliği değil, müziğin de giderek bu eşitsiz
mekanizmaları onaylamasına neden olur. Toplumsal cinsiyet ve müzik bu
sorunların en temelindedir.
“İnsanlar müzikle düşünür, onunla kendilerinin kim olduğuna
karar verip kendilerini anlatırlar”
Olayın kahramanı kontrbasçı olarak karşımızdadır ve en içten
çelişkileri ile karşımızda bir bütündür. Acıları, sevinçleri ve hayal
kırıklıkları ile…
Metin Belgin oyunun ruhuna uygun olarak karşımızdadır, oyunun metnine uygun
bir şekilde karakterine hayat vermektedir. Kendi hikayesini kontrbas üzerinden
anlatmıştır. Kendi yalnızlığını, karşılıksız sevgisini, tutkusunu ve gelecekten
duyduğu umutsuzluğu, çaresizliği. Sokak ile kalmak arasındadır, sokakta kalması
onun aç olması ve yaşam kalitesini kaybetmesi demektir. Bir memurdur ve memurun
işten atılması görülmüş şey değildir…
“Hayatta, bir şeyi düşünmekle yapmak çok farklı
şeyler.”
Tek kişilik oyunlar her zaman risklidir, çünkü sahnede
yalnızsınız ve size yardım edecek kimse yoktur. Seyirci ile iletişime girecek
ve oynadığı oyunun kahramanın bilgisinden fazla bilgiye sahip olması
gereklidir. Seyircinin her hangi bir tepkisine oyunu bozmadan yanıt vermesi
zorunludur. Siz hiç kadın ünlü bir besteci duydunuz mu soruna yanıt seyirciden
biri verdiğinde o soracaktır, ünlü mü? Çünkü erkekler tarafından üretilmiştir
tüm klasik besteler, kadınlar için yazılmıştır çoğu…
Eğer bir ustayı sahnede görmek istiyorsanız kaçırmayın
derim, çünkü usta bir oyuncuyu sahnede büyüten her şey oyunun içinde mevcuttur.
Işık, dekor, ses, müzik... her şey iç içedir ve her biri birbirini
desteklemektedir…
Sade, abartıya kaçmadan, her şeyi oyunun içe alayım demeden,
kişinin iç dünyası ve kontrbasın hayatına etkisini en iyi şekilde verildiğine
inandığım sağlam bir metin üzerine sağlam bir sahne şöleni olmuş. Tek kelime
ile yazıyı sonlandırmak istersem, ayakta alkışlayacağınız bir oyunu kaçırmayın
derim…
İsmail Cem Özkan
Kontrabas
Yazan: Patrick Süskind
Dekor Tasarımı: Ethem İzzet Özbora
Türkçesi: Hale Kuntay
Reji: Metin Belgin
Kostüm Tasarımı: Serpil Tezcan
Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Dekor Tasarımı: Ethem İzzet Özbora
Türkçesi: Hale Kuntay
Reji: Metin Belgin
Kostüm Tasarımı: Serpil Tezcan
Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Oyuncu:
Metin Belgin
Metin Belgin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.