Bir Delinin Hatıra Defteri
Gogol’un çok bilinen ve çok sahnelenen bir oyunu farklı bir
yorum ile devlet tiyatrolarının sahnesinde yeniden hayat bulmuş. Farklı diyorum,
çünkü sahneye koyan yönetmen Cem Ermüler, teknolojiyi işin içine katmış. İşin içinde
teknoloji ise bugünlerde bol bol bayrak asmak için kullanılan vinç! Oyun bir
vincin işçilerin durduğu alanda geçiyor. Bir aşağıya, bir yukarıya, sağa, sola,
daire çizerek oyun boyunca oyuncu muhteşem bir efor ile oyuna hayat veriyor. Bu
arada elbette boyun fıtığı olanlar, boyun ağrısı çekenler için ayrı bir
işkence. Oyun girişinde bir uyarı konulabilirdi, oyun hep yukarıda geçiyor,
oyuncu bu teknoloji aracın üzerinde bir metrekare içinde oyuna hayat veriyor.
Tiyatroda neden mikrofona karşı olduğumu bu oyun ile daha
çıplak olarak anladım, çünkü oyuncu nasıl konuşursa konuşsun ses hep aynı
yerden geliyor. Oyuncu yukarıda, sahnenin başka yerinde ama ses hep aynı. Aynı tonda,
dijitalleşmiş ses hoparlörden geliyor. Oyuncu bağırıyor, kızıyor, nefes alıyor,
iç çekiyor ama salona hoparlörden gelen ses ile olayı izliyoruz. İzlemiyoruz,
sanki gözünüzü kapatsanız radyoda arkası yarın dinler gibisiniz. Radyonun hoparlöründen
gelen ses ile sahnede oyuncu mikrofon kullandığında aynı etkiyi yakalıyorsunuz.
Doğal ses yok! Doğal olmayan ama canlı yayınlanan bir radyo piyesi dinler
gibisiniz, çünkü zaman zaman oyuncu sahnenin tavanına doğru gittiğinde, arka
sırada oturuyorsanız, önünüze hemen balkonun üst duvarı geliyor ve ister
istemez izlemiyor, dinliyorsunuz… Oyuncu
yukarıda senaryoyu oynuyor ya da okuyor gibidir. Bravo diyorsun, adam sesi ile
gerçekten canlandırıyor!
Diğer bir olumsuzluk ise, panik atak hastası olanlar bu
oyuna gitmeyin, çünkü oyun öncesi salona verilen duman bir anda göz gözü görmez
kılıyor ve oyuncu sanki bir bulutun üzerinde bayrak asma vincinin üzerinde
görüyorsunuz. Bu sırada panik atak hastası olanın paniği tetikleyebilir, neyse
ki bizim izlediğimiz anda olmadı ama açıkça biri yeter diyerek salonu terk etme
durumunda olabilirdi. Bu da oyun başlamadan önce yazılı olarak seyirciye bilgi
olarak verilebilinirdi.
Şimdi oyuna gelelim; oyun çarlık Rusya’sının son döneminde
ki kırılma sürecine gelir. Bir memur, hedefleri var ama hedeflerine ulaşma
ihtimali yoktur. Hayal kurar ama hayaline ulaşma ihtimali yoktur. Bir kadını
sever, ki müdürünün kızını platonik aşk ile bağlıdır ama onu da bir general ya
da üst sınıftan bir erkek alacak korkusunu yaşamaktadır. Parası azdır, para kazanın
der yaşadığı çağın pompalanan ideolojisi, ama nasıl para kazanacağı ve nasıl
yükseleceği konusunda bilgi vermez. Memur masasına sıkışmıştır,sadece masasına
mı, elbette yaşam alanı içinde sıkışıktır ve hareket alanı dardır. Bu dar
alanda bir süre sonra paranoyak belirtiler ortaya çıkar ve zaman içinde bu
hastalığa dönüşür. Küçük memur bir gün kendisini ispanya Kralı olarak hisseder
ve günlük yaşamdan kopar. O artık bir başka dünyadadır ve o dünya günlük dilde
söylenen hali ile deliler evidir. O orada kendisini kral gibi karşılamalarını
bekler ama orası ne ispanya’dır ne de saraydır. İşkence, dayak deliler evinin
olağan davranış biçimidir. Çağdaş dünya bakış açısına terstir ama o çağa
özgüdür. Bizde de yakın tarihe kadar sıradan, olağandır. Dayak ile
akıllandırmaya çalışırlar, tedavi dayaktır. Toplumu sopa ile hizaya sokmak
bugün bile geçerliliğini koruyor, korumasaydı bugün doğum günü kutlaması
gereken İsmail Ali Korkmaz aramızda olurdu.
Oyun her çağın toplumunu eleştirir ama yönetmen teknoloji
dışında bizim bugün ki halimiz ile ilgili mesaj vermez, sanki özellikle
kaçınmış gibidir. Kırılma döneminde toplumlarda davranışlar, bakış açıları bir
birine yakındır. Baskı, aşağı görme ve ötekileştirme hep olur ve onu hiciv dili
ile eleştirilir. Oyun içinde ülkemize ve bugüne dair bir şey bulamayız, sadece
bayrak asma için kullanılan vinç dışında!
Neden vinç? Bilmiyorum. Tanıtım kitapçığında yazmış ama anlam
vermedim. Mikrofon, oda tiyatrosunda kullanılması gereken en son şey olması
gerek, oyuncunun sesi güçlü ve her yerden rahatlıkla duyulabilinirdi, elbette
vinç olmasaydı. Vinç hareket ettikte gürültü çıkarıyor, ilgiyi dağıtıyor. Her seyirci
oyunu izleme açısından aynı derecede şanslı değil, tesadüf sonucu benim
oturduğum yerde daha fazla bulundu. Mimiklerini gördüm ama ağız hareketleri
boş, hoparlörden gelen ses bende plaback hissi uyandırdı. Elbette biliyorum,
oyuncu muhteşem bir efor harcıyor ama yabancılaştım bir kere! Ve vinç üzerinde
oyuncuya sanki özel işkence yapıyorlar gibidir. Deliler evinde işkence yapan
bakıcılar yerinde sanki yönetmen oturmuş gibidir.
Sahne düzenlemesi vince göre yapılmış,zemin kullanılmamış,
hep vincin bayrak asma için kullanılan küçük alan kullanılmış. Zaman zaman
vincin direkleri üzerinde bir ip cambazına bakar gibi baktım. Elinde şemsiye,
denge ile yol alan bir cambaz!
Erdal Beşikçioğlu yönetmenin beklediği performansı göstermiş
ve usta bir oyuncu olduğunu aldığı ödül ile de taçlandırmış. Sözüm elbette
olamaz, o dar alanda vinci kontrol etmek, metne hayata vermek ve de ip cambazı
gibi ince çizgi üzerinde gidip gelmek kolay bir iş değil. Kolay olmadığını oyun
sonuna doğru boşalan terden daha rahat görüyoruz. Oyuncu kendisini gerçekten bu
oyun için olması gerekenden daha fazla efor sarf etmesine neden oluyor, nedeni
ise sahne düzeni ve yönetmenin oyuna teknolojiyi katmasıdır. Oyuncuyu alkışlıyorum
ama elbette buna boyun ağrım izin verdiği kadar!
Oyun ortadadır, orta oyunda olduğu gibi, seyirci oyunun
içinde ama orta oyun değil. Bir vincin etrafında sahne düzenlenmiş, seyirci bu
vincin etrafında oyunu izlemeye çalıştı. Bazıları şansızdı, çünkü benim kadar
oyuncunun yüzünü göremedi. Tesadüf sonucu oraya ve ikinci sıraya oturmuştum. Radyo
frekanslarının sesi çok yüksekti, karıştırılmış ses bir gürültü yaratıyordu,
radyoda kanal aramak gibi bir duyguyu yaşattı, ara geçişler bu ses frekansları
ile yapılmıştı ve çok yüksekti, kulak sağlığı için ne kadar uygun onu
bilemiyorum.
Oyun hakkında o kadar çok şey yazıp, başarılıydı demek size
garip gelebilir, ama yönetmenin istediği şekilde oyun sahneye çıkmış ve
başarılıydı. Ben yönetmen değilim, onun koyduğu oyunun bana yansımasını
aktardım. Bu oyuna giderken daha önce yazdığım gibi boyun ağrılarını en aza
indirmek için boyunluk almanızı öneririm. Panik atak olanlar bu oyuna gelmesin
derim, çünkü gereğinden fazla duman içinde kalıyorsunuz. Yüksek ses konusunda
ise bir uyarı yapılmış olsaydı keşke dedim kendi kendime… bu yazı yazarken daha
başımın içinde gürültü hala vardı…
İsmail Cem Özkan
BİR DELİNİN HATIRA
DEFTERİ | ANKARA DT
Yazan : NIKOLAY
VASILIYEVIÇ GOGOL
Çeviren : COŞKUN TUNÇTAN
Oyunlaştıran : SYLVIE LUNEAU - ROGER COGGIO
Yöneten : CEM EMÜLER
OYUN EKİBİ
DEKOR - GİYSİ TASARIMI
SERTEL ÇETİNER
IŞIK TASARIMI
SEYHUN AYAŞ
ZEYNEL IŞIK
MÜZİK - SES - EFEKT
TAYFUN GÜLTUTAN
YÖNETMEN YARDIMCISI
ERDAL BEŞİKÇİOĞLU
SAHNE AMİRİ - KONDÜVİT
YUNUS DAŞTAN
IŞIK KUMANDA
MUSTAFA BAL
DEKOR SORUMLULARI
SEYİT ŞAHİN
DURSUN DİNÇSOY
AKSESUAR SORUMLUSU
SERDAR KIZILIRMAK
OYUNCU
ERDAL BEŞİKÇİOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.