Ülkede taşlar
yeniden yerleştirilirken…
Ülkemiz 12 Eylül 1980 yılından bu yana adı konulmamış ama bir
çok stratejistlerin ortak tanısı olan düşük yoğunluklu bir savaşı yaşamaktadır.
Düşük yoğunluklu savaş olarak kabul edildikten sonra elbette bu savaşın da sonu
olması kaçınılmazdır, hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez, süremez, çünkü hiçbir
ülkenin kaldırabileceği bir durum değildir.
Savaş, ayrışma anlamına gelir. Hiçbir savaş ayrışmadan sonlanmaz.
Bir arada yaşayan halkların bir biri ile barışması, hadi geçmişi unutalım yeni
bir beyaz sayfa açalım anlamını taşımaz, taşıyamaz, çünkü geçmiş kan ile
yazılmıştır ve hesabı sorulmayan toprak altına faili meçhul olarak bırakılan
binlerce cinayetin öyküsünü barındırır. Karanlıkta kalan her cinayet, düşmanlık
ateşinin daha da kor olarak yanması anlamına gelir ve ayrışmanın temelini
oluşturur. Barışmanın birinci koşulu, savaş suçlarının ortaya çıkarılması ve
savaş suçu işleyenlerin tarih önünde yargılanmalarıdır. Bu savaş suçu
işleyenlerin tarafı olmaz, ben haklıyım kazandım, güçlüyüm yaptıklarımı yok
sayın ile olmaz. Savaş güçler dengesinin çatışmasıdır ama güçlü ya da güçsüz
fark etmez, suç işleyen tarihin her hangi bir zamanında yargılanır ve mahkum olur.
Ne kadar unutturulmaya çalışılırsa çalışılsın mutlaka bir gün unutturulmak
istenenler gün yüzüne çıkar ve yüzleşilme kaçınılmazdır.
Düşük yoğunluklu savaşın sonucunda önce yok sayılan bir halk
tanınmış, elbette tek bir halkın savaşı olarak yansımış olsa da ülkede tüm
hakların gün yüzüne ve günlük yaşama karışması anlamına geldi. Kürt ulusal
mücadelesi sadece Kürtlerin kazanımlarını tarih yazmadı, diğer halkların da
kazanımını ortaya çıkarmıştır. Tek halktan, halklara, tek dilden değişik
dillere, tek dinden değişik dinlerin binlerce yıldır bu toprakta ortak
yaşandığı ve bir arada bulunduğu gerçeği ile yeniden bu savaş sonunda yüz yüze
geldik. Düşük yoğunluklu yapılan savaşın sonucu var olan statünün ve tarih
anlayışının çökmesi ve yerine yeni bir tarih ve bakış açısının oluşması
sürecidir. Eski alışkanlık yıkılmış olmasına rağmen, henüz yerine çağdaş,
demokrat ve evrensel hukuk kuralları oturmamıştır. Yıkılmış ideolojinin
kırpıntıları bugün yaşanan çatışmanın anlamsızlığını ortaya çıkarmasına rağmen,
nasıl bir çözüm yolu ve çözümün oluşacağı konusunda bilgi kirliliği devam
etmektedir. Gönül ister başka şey ama yaşananlar başka şeylerdir. Müzakere
sürecini devam ettiren hükümet, demokratik bir ülke yerine ben dedim oldu, ban
yaptım oldu anlayışını daha katı hale sokan yasal düzenlemeler yapmış ve toplum
ve halk üzerinde özgürlük yerine baskı ve sansürü genişletmiştir.
Elbette yaşadığımız süreç sadece tek bir olay ve oldu üzerine
açıklanamaz. Yaşam çok karmaşık ilişkilerin çatışması ile devam eder ve siyaset
bu karmaşık ilişkilerin çıkar çatışmasından oluşur. Siyaset bir anlamda
yaşamdan kopuk değildir, yaşama yön verecek olan yürütme kanalları ideolojik
yoksunluk ve günlük politikaların peşi sırası koşmasının en temel nedeni,
sağlam bir ekonomik ilişkinin olmaması ve ülke ekonomisinin çok kırılgan
olmasının da etkisi vardır. Kırılgan ekonomilerde uzun vadeli politikalar
hayata geçirilemez, çünkü gerek ülke içinde ki dinamikler, gerek ülke dışında
gelişen dinamikler yarını belirlemekte ve acil önlemler ile planlanan
politikanın çok dışına düşülebilinmektedir.
İki yıldır üst üste Newroz kutlamalarında savaşın bir tarafı
olan PKK adına Diyarbakır’dan halka seslenen Sayın Öcalan vurgusu ile olaya
bakarsak elbette farklı sonuçlara ulaşabilirsiniz, çünkü taraf olanın
penceresinden bakıldığında tarih net olarak anlaşılmaz, sadece taraf olarak
kendi doğrularınızı ortaya koyabilirsiniz. Hükümet adına MİT ile yapılan
görüşmelerin tek muhatabı hükümettir. Onun penceresinden de bakarsanız ortak
bir sonuca çıkacakmışsınız gibi görebilirsiniz, fakat yaşanan süreç her iki
bakış açısının çok dışındadır, umut vadeden açıklamaların sonucunun pek umut
vaat etmediği gerçeği ile karşılaşırız.
Evet, görüşüyorlar! Bunu kimse ret etmiyor ama hayat bize diyor
ki, eksik bir şeyler var ve bu eksiklik yürütme başının baskıcı, sansürcü ve
yasaklayıcı tavrı içinde olmaktadır. Özgürlük olmadan, özgürlük genişlemeden
barış olmaz, olamaz!
Savaş ayrışmadır, halklar bir arada yaşamaktalar ama ayrıdırlar.
Bir birleri ilişki içindeler ama bir birlerini anlamıyor ve birbirleri hakkında
empati dahi kuramıyorlar. Çünkü uzun süren bir savaşın sonucudur bunlar. Savaş
cephe savaşı değildir, savaş tek bir bölgede yürütülen savaş değildir, savaşın
boyutu sanıldığından daha geniş ve kapsamlıdır. Ülkenin her şehrinden,
kasabasından, köyünden, mezrasından birilerinin canı yanmış, birilerin kanı
toprak ile buluşmuştur. Kan bazı algıların önünü kapatır, anlayışı daraltır,
algıyı ortadan çoğu zaman kaldırır. Ülkenin bir bölgesinden Türkiye’yi temsil
eden partilerin olmaması tesadüfi değildir.. bu karşılıklıdır ve her bölgenin
kendisine göre hassasiyetleri ve dokunulmaz sembolleri vardır.
Yerel seçimleri yaşadığımız bugünlerde seçim bürolarına sırf bir
halkın adı geçiyor ve onun dili ile propaganda müziği çalıyor diye saldırı
olabilmektedir. Milliyetçilik dalgasının bu kadar üst sınıra çıkmasının tek
sorumlusu vardır, savaşın bir tarafı olan yürütmedir. Yürütme yani hükümet bu
savaşı istediği gibi ateşlemekte ve gerek gördüğünde soğutmaya alabilmektedir.
Ülkede savaşın bu kadar uzun sürmesinin ve çok akmasının temelinde bu ülkeyi
idare eden ve parti farkı gözetmeyen devlet adına yapılan politikadır.
Halkların ayrışması ve bir biri ile empati kuramamasının temelinde de bu ulus
devlet anlayışının yaratmış olduğu zemindir. Bu zemin bugün itibarı ile
yıkılmış ama yerini alacak olan henüz net olarak belirlenmiş bir ortak zemin
oluşturulamamıştır. Niyetler ortadadır, ama niyetler ile siyaset hareket
edemez. Edemediğini Kürt realitesinin tanındığı günden bugüne yaşanan gerçeklik
ile ortadadır…
Newroz günü Amed’te yapılan açıklamayı biraz üstten baktığımız
karşılaştığımız gerçek iki kelime ile özetlersek; "Biz direnirken korkmadık,
barışırken de korkmayacağız" cümlesinde karşılaşırız. Barış için irademiz
var, bu irade ile her türlü ayak oyununa, her türlü süreci bozmaya yeltenen her
girişimin karşısında muhatabımızın yanında yer alacağız açıklamasıdır. PKK
açısından bu sürecin ilk aşaması bitmiş, ikinci aşaması için yasal zeminin
oluşmasını beklemekteler. Elbette bu beklenti odak noktası savaş ve Kürt sorunu
olarak belirlediğinizde daha büyük anlam içeriyor. Ülkenin değişen ve kırılgan
zeminin en zayıf karnıdır. Bu zayıf noktanın güçlendirilmesi barış isteyenler
için hayatidir ve geriye dönüşü engelleyebilecek çözüm için adımdır.
Ülkenin çıkarları açısından olaya baktığınızda ise daha farklı
bir gerçeklik ile karşılaşıyoruz, çünkü ülke ekonomisinin en önemli girdi
sanayiden değil, kara para ve karanlık noktalarda oluşturulmuş ilişkilerdir.
Bugün ülkede göreceli bir refah yaşanıyorsa bu karanlık noktalarda işleyen
paranın (kontrollü / kontrolsüz) hareketi ile bağlantılıdır. Ve günlük olayları
belirleyende işte bu kara paranın hareket alanıdır. Savaşın başladığı günden
bugüne yaşanan günlük siyasi gündeme bakarsak, sürekli gündem değişiklikleri ve
gündem değişimleri ile halkın oyalandırılması bu ilişkinin dışa yansımasıdır
sadece, çünkü yürütme ne zaman sıkışsa gündem ile oynayarak sanal olarak
yaratılan gerçeklikler ile yeni ittifaklar kurulmuş, eskiyen ittifakların
dağılması anlamına gelmektedir. Ülkemizde gündemin bu kadar sık değişmesinin
temelinde kara paranın hareket alanının genişlemesi olarak okuyabilirsiniz. Her
gündem değişikliğinde ya bir yasa çıkmış, ya da yeni rant kapıları açılmıştır.
Türkiye’nin siyasi haritası yeniden biçimlendirildiğine şahitlik
ediyoruz... Kırılma süreci elbette yeni biçimlendirmeyle ile sonlanır…
Beklentiler ya da yeni projeleri ortaya koyanlar ve onu finans
edenlerin beklentileri ne kadar karşılanacak, bunu da tarih bize kısa sürede
öğretecektir...
Şimdi ki zamanın kahramanı, anti kahramanları ortada...
Ülke yeni biçiminde bizler ne kadar özgür olacağız, ne kadarını
seslendirebileceğiz... Bunu Gezi Direnişi sonrası yaşanan süreçte gördük.
Özgürlük ve birlikte mücadele bu ülkede yaşayan tüm halkların ortak dileğidir,
fakat bunu seslendirebilecek şimdiki zaman içinde ne siyasi bir hareket mevcut,
ne de bunu organize edebilecek bir örgüt ortadadır. Yeni bir anlayış ile bir
arada yaşamanın koşullarını ortaya çıkaracak siyasi irade bu ülke için acildir,
aksi halde günlük oyalamalar ile ayrışma gün geçtikçe daha da belirginleşecek
ve halklar arasında olması gereken diyaloglar hepten ortadan kalkma tehlikesi
ile karşı karşıyayız.
Tarih tek çizgi üzerinden ilerlemez, elbette kendi çözüm yolunu
oluşturacaktır ama bu tarih çizgisine müdahil olamazsak akıntıya kapılmış
serseri bir mayın gibi bir yerde patlayacak bir sosyal patlamanın da öznesi
olabiliriz.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.