Gerilimli günlerden
geçerken…
Gerilimli günlerden
çıkamadık, yeni bir gerilimli günlere doğru hızlı adımlar ile gidiyoruz…
Gerilim politikası ülkenin sorunlarından uzaklaşmak ve sorunların üstünü örtmek
anlamına gelir. Gerilim politikası iktidarda kalan ama iktidar olmanın
sorumluluğunu yerine getiremeyen hükumetlerin başvurduğu yöntemdir. Eğer
hükumet, sorunlar ile baş edecek ve krizi ortamını kontrol edebiliyorsa,
gerilimli ortamları ortadan kaldırmak için elinden gelen politikayı ortaya
sürer ve olayları kontrol edebilir.
Gerilim politikası ile
beslenen iktidarlar, bir süre sonra gerilim ortamında olayları kontrol edemez
ve olayların arkasından kendi çıkarını korumak adına hata üzerine hata yapmaya
başlar ve o hatalar onun sonu olur.
Her son aynı değildir,
bazıları geldikleri gibi gider, bazıları ise olayların nasıl bir rüzgar
yarattığı ile ilgili olur.
Hitler seçim ile
gelmiş, kendi elinden çıkan bir kurşun ile iktidarını bırakmıştır.
Mussolini seçim ile
gelmiş, kaçarken battaniyeye sarılmış şekilde arabanın arkasında yakalanıp,
infaz edileceği yere kadar gitmiş ve orada bir kurşun ile hayata son kere
bakmıştır.
Saddam Hüseyin doğduğu
köyde bir çukurda yakandı ve idam sehpasına yürüyerek gitmiştir.
İdi Amin, sürgünde
ölmüştür.
Örnekler
çoğaltılabilinir, hepsinin ortak kaderi krizi yönetememek ve “Aldatıldık,
yine falan grup/ kişiler tarafından aldatıldık” duygusu içinde iktidara veda
etmiştir.
Gerilim politikasından
medet umanlar, genelde o iktidar koltuğunu hiç bırakmayacakmış gibi
davranmasından olur. İktidarın geçici olduğu ve bu sürecin sonunda halka ve
tarihe hesap verebileceğini unutanlar için son pek güzel olmaz. Son
kaçınılmazdır, çünkü hiçbir iktidarın ömrü sonsuz olmaz.
İktidar öyle bir kibir
yaratır ki, her şeyi bilen ve gören olduğuna inandığı anda sonu olur. Kibir,
iktidarda olanların gerilim politikasının genelde görünen nedenidir.
Her ülke layık olduğu
iktidar tarafından yönetilir.
Üçüncü dünya
ülkelerinde hükumetlerin oluşmasını iç dinamiklerden daha çok dış dinamiklerin
etkiler iledir. Ve gelişmiş ülkelerin (emperyalist, kapitalist) çıkar
ilişkilerine uygun olarak, güçler dengesinin izin verdiği kadarı ile ülkenin
geleceği planlanır.
Her iktidar bir proje
ile hayat bulur.
Projeyi yönetenler
kapitalist ülkelerin çıkarlarına uygun olarak toplum mühendisleridir. Bu toplum
mühendisleri ellerine verilen veriler ışığında üçüncü dünya ülkesini
kendilerinden beklendiği gibi değişimine ve yönlendirilmesine uygun hükumetler
ve ilişkiler yaratırlar.
12 Eylül 1980 ülkemiz
tarihi içinde bir kırılganlık tarihidir. Bu kırılganlık öncesi ülke hedefi ve
duruş zemini çağdaş ülkeler yönündeyken, darbeden kısa bir süre önce (24 Ocak
1980) karma ekonomiden liberal ekonomiye geçilmiş ve bu değişimin sonucu olarak
ülke zemini Ortadoğu ülkesi konumuna doğru kaymıştır. Ülke yeni bulunduğu
ortama uygun olarak bir lider yaratılmış ve onun politikalarının sonucunu
yaşamaktayız.
Ülke büyüme hızına
uygun olarak sanayileşememiş, cari açık gün be gün büyümüştür. Doğal olarak
ekonomiye hükmedemeyen bir iktidar, siyasi gelişmelere de ayak uyduramayacak ve
sorunu gerilim politikası ve iç/dış düşmanlar ile üstünü örtme yönüne
gitmiştir.
Var olan iktidar ne
zaman bir sorun ile karşılaşsa gerilim politikası ile cepheler yaratmış, her
gerilim döneminde değişik ittifak güçlerini yanında görmüştür. Bir anlamda
başarılı bir politika izlemiş ama sorunları hasır altına atmanın da bir sonu
olduğunu bilmemezlikten gelmiş, yarın üzerine politika yapar gibi gözüküp, günü
kurtarma söylemleri içinde yer almıştır. Her kriz bir şekilde çözülmüş ama yeni
krizlerinde oluşması için yeni ortamlar hazırlamıştır.
Krizleri yaratan
aslında gerilim politikasının bizzat kendisidir. Ülke cephelere bölünmüş, her
cephe içinde ittifaklar kurmuş, her ittifak başka sorun geldiğinde dağılmış,
yeni ittifakların oluşmasına neden olmuştur. Bu birleşme ve dağılma süreci
sanki sorun çözülmüş gibi izlenim bırakmış ama bu geçiş süreçleri hep
sorunların hasır altına atma süreçleri olduğunu ve sorunları çözümsüzlüğe ve
zamana bıraktığına şahitlik ettik.
Gerilim politikasının
başarısızlığı kendisini aldatıldık duygusu ile açığa vurur ve artık kriz
yönetilemez hale gelir. Çöküş hızlıdır ve yaratılmış olan tüm iyi şeylerin çöl
fırtınası içinde yok olduğuna şahitlik ederiz.
Siyasi olaylarda
olguları kimin başlattığı değil, önemli olan kimin nasıl sonuçlandırdığıdır ve
bu son ile tarihte anılır.
Krizi yönetemeyen
iktidarları; tarih ve kuşaklar iyi yönlerini yazmayacak; zulmünü, yalanını,
özel kasasına biriktirdiği değerli eşyalarını, çocuklarının servetini,
öldürdüğü, zulmettiği ve cephelere bölerek çatıştırdığı insanları
yazacaktır.
Zor ile iktidarda
kalanlar, her türlü baskı araçlarını hukuk kurallarına uygun şekilde yapmış
olsalar da, uluslar arası hukuk kuralları iç hukuk kurallarının üstündedir ve
çağdaş dünyanın dışına düşen her türlü devlet, çıkar ilişkileri içinde
değişmeye ve yeni iktidarını yaratmak için ortam hazırlar. Zor kullanan kim
olursa olsun, iktidarını bırakmak zorundadır. Sonunu ise yarattığı fırtınanın
etkisi ile orantılı olacaktır.
Tarih notunu yazarken
acımasızdır, tıpkı o tarihe konu olan iktidarlar gibi.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.