Dağılanlar
yan yana gelememiş…
12
Eylül süreci ve sonrası ülkemizin sol tarihi açısından olumlu gitmemiş, çünkü
12 Eylül sabahı başlayan süreç önceden tahmin edilmiş olmasına rağmen, örgütler
bir arada mücadele yerine ayrı ayrı düşünmeye ve kendisince çözüm yolları
aramalarına neden olmuş. Elbette bunda en büyük etken örgütlerin 12 Eylül
öncesi bir birileri ile rekabeti ve güvensizlikleri yatmaktadır. 12 Eylül’de
yaşayan yapıların liderleri 12 Mart darbe ortamını büyük çoğunluğu içeride
geçirmiş olmalarının getirmiş olduğu sanırım bir öngörü ile “bizler birkaç sene
yatar çıkar ve yeninden yolumuza devam ederiz” mantığını kendilerine siper
etmişler gibi, bugünden o günlere bakınca öyle okuyorum…
Ülke
bir bütün değildir, tek millet söylemi, tek dil, tek vatan, tek eğitim, tek
ordu, tek merkez mantığı ile ulus devletinin anlayışı 12 Eylül sonrası
kazanılmış tüm hakların yok sayılması ve yeniden haklara biçim verilme
sürecidir. Kısaca 12 Mart’ta olduğu gibi büyük gelen elbise biraz
küçültülmemiş, aksine tüm elbise yırtılmış yeni bir elbise ülkeye
giydirilmiştir. Ülkenin o güne kadar ki klasik ulus devlet refleksi ve
kuruluşundan itibaren verilen rolleri değişmektedir. AB yolunda ilerleyen
ülkenin yeni rotası ılımlı İslam ve Kuran’ın siyasi liderlerin ellerinde meydanlarda
gösterilmesi üzerine kurgulanmıştır. Akla değil duyguya, inanca hitap eden yeni
siyasi anlayışa uygun siyasiler meydanlarda yerlerini almıştır. 24 Ocak’ta
başlayan liberal ekonomi 12 Eylül ile tüm kararları uygulamaya konulmuş ve
yenidünyanın yeni rotasına otururken ülkemizde ona uygun bir siyasi gelişmeye
kapılarını ve gümrük kapılarını açmıştır. (korumacı ekonomiden liberal
ekonomiye geçiş.)
Yenidünyanın
ülkemizdeki sözcüsü ve lideri Özal’dır, her ne kadar darbeyi generaller yapmış
olsa da. Özal liderliğinde ülkemizin o güne kadar tüm alışkanlıkları ters yüz
yapılacak, üretim yerine tüketim, parası olan parası olduğu kadar tüketim
üzerine kurgulamıştır. Ülkemiz tarım ülkesi olmasından sanayi ülkesi olmasına
sıçrama yapması gereklidir ama sıçrama yapamayınca sanayiye yeni katkı yapmak
yerine tarımı öldüren karar alınmış ve şehre göç bu yeni sürecin tipik
karakteristik özelliği olmuştur. Ekonominin varoşları bankerler o dönemde
ortaya çıkmış ve bankerlerin varoşlarda yaşayanların yastık altında birikmiş
birikimleri piyasa koşullarına sunması ve yüksek faiz politikalarının
gerçeklere ile uyuşmaması sonucu arka arkaya batmış ve mağdurluk ilk defa
kitlesel boyuta siyasi bir rant alanına dönmüştür. Bankerlerden sonra
bankaların aynı politikanın sonucunda birleşmesi veya el değiştirmesi ile
uluslararası sermayenin ülkemiz içine borsa aracılığı ile girmesi ve
yurtdışında alınan inşaat ihaleleri ile yeni zenginler yaratma koşulları
oluşturulmuştur. Yeni zenginler sanayi alanından daha çok hizmet alanında ortaya
çıkıyordu ki doğaldı. Yeşil kuşak projesine uygun olarak ülkemize yeşil sermaye
girmesi ve İslam ülkelerinin ihalelerinde inşaat firmalarının boy göstermesi bu
sürecin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ilımlı İslam, Suudi sermayesi
tetikçileri finanse etmek için o yıllarda İslam ülkeleri içinde Rabıta adı
altında (İslam Bankacılığı) yayıldığı yıllardır. İran devrimi İslam devrimi
olarak oturmuştur. İran’ın Irak ile savaşı iç dengeler için çok önemlidir ve
savaş bahane edilerek tüm muhalifler ortadan zor ile kaldırılmıştır. Reagan ve
Thatcher dünya siyasetinin yeni rotasını devleti küçülterek ya da başka değim
ile ulus devletinin tüm kazanımlarını sermeye lehine ortadan kaldırarak yeni
bir küresel sistem arayışına giriyordu...
Dünya
sisteminin ve kapitalizmin çıkarı için üretimden tüketime evrildiğimiz zaman
diliminde Ortadoğu ülkesi olmak için küçük ama emin adımlar ile siyasi
yaşantımız çalkantılar içinde geçti. Sol yenilmiş, üzerinden panzer geçmişti.
Bir bölüm solcu tek tip kıyafet içinde boyun eğerken bir bölümü direnişi seçmiş
ve cezaevleri ülkenin gündemini belirler olmuştu. Ölüm oruçları, intiharlar ile
başlayan bir süreç en son yapılması gereken eylemleri en başta yapanların
belirlediği ve etkin olduğu süreç aynı zamanda Kürt sorunun daha sıcak ve
Ortadoğu ülkesi için gerekli ortamı yaratıyordu. Özal, Kürt sorunu kısa sürede
çözeceğini ilan ederken sorunu yaratanlar ile hesaplaşmıyordu. Popüler söylem
onu sanki süresiz koltuğa bağlamış gibiydi… Mağdurluk ve popülizm artık
eşitlenmiş ve siyasi geleceğimizi belirleyen önemli siyasi argümanlar
olacaktır. 12 Eylül’de içeriye alınan liderlerde zaman içinde bu söylemler ile
mecliste yerlerini alacaklar ve her biri iktidar koltuğuna zaman içinde
oturacaktır.
"Bir
örgüt en zayıf halkası kadar güçlüdür. Eğer zayıf halkası koparsa örgütte yok
olur... "
1950li
yıllarda örgütünü ararken polisin eline düşenler örgütünü canı pahasına
savunmuş ama polis örgütünü arayandan daha fazla örgüt hakkında bilgi sahibi
olduğunu işkence sırasında öğrenmiş... Çünkü polisin sorduğu sorular aradığı
isimler hakkındaymış, kaderin bir cilvesi mi ne diyeyim 12 Eylül sonrasında da
benzer öyküler hayat bulmuş...
Örgüt
dağılmış, örgüt yok olmuş, örgütün tüm parçaları saydamlaşmış ve polis elinde
dosyada durmaktaydı… Bütün bunlar olurken örgütü için işkencede sessiz kalan ve
örgütünü savunan binlerce güzel insan romantik direnişlerine devam ediyordu.
İçeriye düşenlerin bir bölümü açlık grevleri ile hakları için mücadele ederken
en önemli sorun yaşama hakkı olmasına rağmen kendi vücutlarını silaha dönüştürüp
ölüm oruçlarına başlıyorlardı… Dışarıda solun önemli dayanaklarından olan
gecekondular varoşlara dönerken, gecekonduların yerlerini apartmanlar almış,
apartmanlar ile o bölgenin tüm özellikleri yok olmuştur. Cezaevinde “kaynaştır”
diyerek sağcı ve solcuları aynı hücreye alan anlayış, dışarıda da apartmanlar
ile o işe girişmişlerdir. İçeride tel örgüler içinde, dışarıda beton içinde tek
yönlü propagandanın altında… Çok sesli söylem, çok eğilimlilerin tek çatı
altında renkli görüntüler verdiği dönemde aslında algılar ile oynandığını
yaşarken pek farkına varamıyorduk… Çünkü baskıdan ve ölüm korkusundan göreceli
olarak sıyıranlar başka bir girdabın içinde kurban olduklarını anlayamadan
kurban olmuşlar ve mağdurluklarını ise popüler söylem içinde olan siyasi
arenadaki partiler içinde erimişlerdi. Bireyselleşme, duygulara hitap eden
söylemler dayanışmayı ortadan kaldırmış, köy yaşantısını sanayi ülkesi olmak
adına bitirenler elbette imeceyi de ortanda kaldırmıştır.
Üretim
yerine tüket!
Türkiye
solu birçok kalıplaşmış hareketlerini İslam’dan aldığını düşünürüm, örneğin
İslam’da recim vardır, bazı sol örgütlerde ise polis, ajan, işkencede çözüldü
diyerek infaz! Yargısız yargılı infaz yapan, cezaevinde, dağda arkadaşını eski
yoldaşını şişleyenler (öldürenler)... Sonuç aynıdır, yöntem farklı olsa da...
Ölüm en kolay tüketim oldu, bir dönem üretemeyenler yok olmamak adına
yoldaşlarına bir paye takarak tükettiler…
12
Eylül’den sonra sol, örgütmüş gibi yapıp örgütsüz yaşamayı ve ondan geçinmeyi
öğrendi... Bu da ben yaptım oldu anlayışının birçok yapının içinde liberal
görüş olarak hayat bulmasına olanak sağladı. Liberalizm ise solu içte içe
çürüten bir ideoloji olarak işlevini yerine getirdi.
Türkiye
tabanı olmayan ama tavanı olan siyasi partiler cenneti!
Sol,
siyasi hayata partiler olarak geri dönüş yapmıştır, 12 Eylül öncesi gibi dergi
çalışanları ve okuyucuları olmaktan daha çok siyasi parti tabelası ile
kendilerine yaşam alanı açmıştır.
Örgütsüz
olduğunu bile bile dik durana ve mücadelesine devam etme cesareti gösterene,
yok olan örgütüne rağmen örgütün bayrağını düşürmeden rüzgara karşı yürüyen
sempatizana, rüzgara karşı hala bugün geçmişin sloganları atanlara, bugün somut
olarak tahlil edip somut duruma göre yürüyüşüne devam edenlere bin selam!
Selam
durduklarım taşıdı bugüne kadar geçmişin birikimini, güzel insanları,
anıları... Onlar hiç bir zaman göze görünmedi, onları sadece birer rakam olarak
görenler yine rakamların arasında yok saydı. Toprağa düşenlere onurumuz
dediler, düşmeyenler ise yok sayıldı... Onur, sadece toprağa düşenlerin değil,
yaşamak ve var olan tüm birikimleri ileriye doğru şekilde taşımaktır...
Bugün
referandum gibi insan aklı ile dalga geçen bir gündem oluşmuş ise bunda
iktidarın karşısında gerçek anlamda muhalefet yapan bir örgütün
olmamasındandır. Tarih devrimcileri işte bu yüzden suçlayacaktır...
İsmail
Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.