Galata Gazete


4 Mart 2017 Cumartesi

Dağılanlar yan yana gelememiş…

Dağılanlar yan yana gelememiş…

12 Eylül süreci ve sonrası ülkemizin sol tarihi açısından olumlu gitmemiş, çünkü 12 Eylül sabahı başlayan süreç önceden tahmin edilmiş olmasına rağmen, örgütler bir arada mücadele yerine ayrı ayrı düşünmeye ve kendisince çözüm yolları aramalarına neden olmuş. Elbette bunda en büyük etken örgütlerin 12 Eylül öncesi bir birileri ile rekabeti ve güvensizlikleri yatmaktadır. 12 Eylül’de yaşayan yapıların liderleri 12 Mart darbe ortamını büyük çoğunluğu içeride geçirmiş olmalarının getirmiş olduğu sanırım bir öngörü ile “bizler birkaç sene yatar çıkar ve yeninden yolumuza devam ederiz” mantığını kendilerine siper etmişler gibi, bugünden o günlere bakınca öyle okuyorum…

Ülke bir bütün değildir, tek millet söylemi, tek dil, tek vatan, tek eğitim, tek ordu, tek merkez mantığı ile ulus devletinin anlayışı 12 Eylül sonrası kazanılmış tüm hakların yok sayılması ve yeniden haklara biçim verilme sürecidir. Kısaca 12 Mart’ta olduğu gibi büyük gelen elbise biraz küçültülmemiş, aksine tüm elbise yırtılmış yeni bir elbise ülkeye giydirilmiştir. Ülkenin o güne kadar ki klasik ulus devlet refleksi ve kuruluşundan itibaren verilen rolleri değişmektedir. AB yolunda ilerleyen ülkenin yeni rotası ılımlı İslam ve Kuran’ın siyasi liderlerin ellerinde meydanlarda gösterilmesi üzerine kurgulanmıştır. Akla değil duyguya, inanca hitap eden yeni siyasi anlayışa uygun siyasiler meydanlarda yerlerini almıştır. 24 Ocak’ta başlayan liberal ekonomi 12 Eylül ile tüm kararları uygulamaya konulmuş ve yenidünyanın yeni rotasına otururken ülkemizde ona uygun bir siyasi gelişmeye kapılarını ve gümrük kapılarını açmıştır. (korumacı ekonomiden liberal ekonomiye geçiş.)

Yenidünyanın ülkemizdeki sözcüsü ve lideri Özal’dır, her ne kadar darbeyi generaller yapmış olsa da. Özal liderliğinde ülkemizin o güne kadar tüm alışkanlıkları ters yüz yapılacak, üretim yerine tüketim, parası olan parası olduğu kadar tüketim üzerine kurgulamıştır. Ülkemiz tarım ülkesi olmasından sanayi ülkesi olmasına sıçrama yapması gereklidir ama sıçrama yapamayınca sanayiye yeni katkı yapmak yerine tarımı öldüren karar alınmış ve şehre göç bu yeni sürecin tipik karakteristik özelliği olmuştur. Ekonominin varoşları bankerler o dönemde ortaya çıkmış ve bankerlerin varoşlarda yaşayanların yastık altında birikmiş birikimleri piyasa koşullarına sunması ve yüksek faiz politikalarının gerçeklere ile uyuşmaması sonucu arka arkaya batmış ve mağdurluk ilk defa kitlesel boyuta siyasi bir rant alanına dönmüştür. Bankerlerden sonra bankaların aynı politikanın sonucunda birleşmesi veya el değiştirmesi ile uluslararası sermayenin ülkemiz içine borsa aracılığı ile girmesi ve yurtdışında alınan inşaat ihaleleri ile yeni zenginler yaratma koşulları oluşturulmuştur. Yeni zenginler sanayi alanından daha çok hizmet alanında ortaya çıkıyordu ki doğaldı. Yeşil kuşak projesine uygun olarak ülkemize yeşil sermaye girmesi ve İslam ülkelerinin ihalelerinde inşaat firmalarının boy göstermesi bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ilımlı İslam, Suudi sermayesi tetikçileri finanse etmek için o yıllarda İslam ülkeleri içinde Rabıta adı altında (İslam Bankacılığı) yayıldığı yıllardır. İran devrimi İslam devrimi olarak oturmuştur. İran’ın Irak ile savaşı iç dengeler için çok önemlidir ve savaş bahane edilerek tüm muhalifler ortadan zor ile kaldırılmıştır. Reagan ve Thatcher dünya siyasetinin yeni rotasını devleti küçülterek ya da başka değim ile ulus devletinin tüm kazanımlarını sermeye lehine ortadan kaldırarak yeni bir küresel sistem arayışına giriyordu...

Dünya sisteminin ve kapitalizmin çıkarı için üretimden tüketime evrildiğimiz zaman diliminde Ortadoğu ülkesi olmak için küçük ama emin adımlar ile siyasi yaşantımız çalkantılar içinde geçti. Sol yenilmiş, üzerinden panzer geçmişti. Bir bölüm solcu tek tip kıyafet içinde boyun eğerken bir bölümü direnişi seçmiş ve cezaevleri ülkenin gündemini belirler olmuştu. Ölüm oruçları, intiharlar ile başlayan bir süreç en son yapılması gereken eylemleri en başta yapanların belirlediği ve etkin olduğu süreç aynı zamanda Kürt sorunun daha sıcak ve Ortadoğu ülkesi için gerekli ortamı yaratıyordu. Özal, Kürt sorunu kısa sürede çözeceğini ilan ederken sorunu yaratanlar ile hesaplaşmıyordu. Popüler söylem onu sanki süresiz koltuğa bağlamış gibiydi… Mağdurluk ve popülizm artık eşitlenmiş ve siyasi geleceğimizi belirleyen önemli siyasi argümanlar olacaktır. 12 Eylül’de içeriye alınan liderlerde zaman içinde bu söylemler ile mecliste yerlerini alacaklar ve her biri iktidar koltuğuna zaman içinde oturacaktır.

"Bir örgüt en zayıf halkası kadar güçlüdür. Eğer zayıf halkası koparsa örgütte yok olur... "

1950li yıllarda örgütünü ararken polisin eline düşenler örgütünü canı pahasına savunmuş ama polis örgütünü arayandan daha fazla örgüt hakkında bilgi sahibi olduğunu işkence sırasında öğrenmiş... Çünkü polisin sorduğu sorular aradığı isimler hakkındaymış, kaderin bir cilvesi mi ne diyeyim 12 Eylül sonrasında da benzer öyküler hayat bulmuş...

Örgüt dağılmış, örgüt yok olmuş, örgütün tüm parçaları saydamlaşmış ve polis elinde dosyada durmaktaydı… Bütün bunlar olurken örgütü için işkencede sessiz kalan ve örgütünü savunan binlerce güzel insan romantik direnişlerine devam ediyordu. İçeriye düşenlerin bir bölümü açlık grevleri ile hakları için mücadele ederken en önemli sorun yaşama hakkı olmasına rağmen kendi vücutlarını silaha dönüştürüp ölüm oruçlarına başlıyorlardı… Dışarıda solun önemli dayanaklarından olan gecekondular varoşlara dönerken, gecekonduların yerlerini apartmanlar almış, apartmanlar ile o bölgenin tüm özellikleri yok olmuştur. Cezaevinde “kaynaştır” diyerek sağcı ve solcuları aynı hücreye alan anlayış, dışarıda da apartmanlar ile o işe girişmişlerdir. İçeride tel örgüler içinde, dışarıda beton içinde tek yönlü propagandanın altında… Çok sesli söylem, çok eğilimlilerin tek çatı altında renkli görüntüler verdiği dönemde aslında algılar ile oynandığını yaşarken pek farkına varamıyorduk… Çünkü baskıdan ve ölüm korkusundan göreceli olarak sıyıranlar başka bir girdabın içinde kurban olduklarını anlayamadan kurban olmuşlar ve mağdurluklarını ise popüler söylem içinde olan siyasi arenadaki partiler içinde erimişlerdi. Bireyselleşme, duygulara hitap eden söylemler dayanışmayı ortadan kaldırmış, köy yaşantısını sanayi ülkesi olmak adına bitirenler elbette imeceyi de ortanda kaldırmıştır.

Üretim yerine tüket!

Türkiye solu birçok kalıplaşmış hareketlerini İslam’dan aldığını düşünürüm, örneğin İslam’da recim vardır, bazı sol örgütlerde ise polis, ajan, işkencede çözüldü diyerek infaz! Yargısız yargılı infaz yapan, cezaevinde, dağda arkadaşını eski yoldaşını şişleyenler (öldürenler)... Sonuç aynıdır, yöntem farklı olsa da... Ölüm en kolay tüketim oldu, bir dönem üretemeyenler yok olmamak adına yoldaşlarına bir paye takarak tükettiler…

12 Eylül’den sonra sol, örgütmüş gibi yapıp örgütsüz yaşamayı ve ondan geçinmeyi öğrendi... Bu da ben yaptım oldu anlayışının birçok yapının içinde liberal görüş olarak hayat bulmasına olanak sağladı. Liberalizm ise solu içte içe çürüten bir ideoloji olarak işlevini yerine getirdi.

Türkiye tabanı olmayan ama tavanı olan siyasi partiler cenneti!

Sol, siyasi hayata partiler olarak geri dönüş yapmıştır, 12 Eylül öncesi gibi dergi çalışanları ve okuyucuları olmaktan daha çok siyasi parti tabelası ile kendilerine yaşam alanı açmıştır.

Örgütsüz olduğunu bile bile dik durana ve mücadelesine devam etme cesareti gösterene, yok olan örgütüne rağmen örgütün bayrağını düşürmeden rüzgara karşı yürüyen sempatizana, rüzgara karşı hala bugün geçmişin sloganları atanlara, bugün somut olarak tahlil edip somut duruma göre yürüyüşüne devam edenlere bin selam!

Selam durduklarım taşıdı bugüne kadar geçmişin birikimini, güzel insanları, anıları... Onlar hiç bir zaman göze görünmedi, onları sadece birer rakam olarak görenler yine rakamların arasında yok saydı. Toprağa düşenlere onurumuz dediler, düşmeyenler ise yok sayıldı... Onur, sadece toprağa düşenlerin değil, yaşamak ve var olan tüm birikimleri ileriye doğru şekilde taşımaktır...

Bugün referandum gibi insan aklı ile dalga geçen bir gündem oluşmuş ise bunda iktidarın karşısında gerçek anlamda muhalefet yapan bir örgütün olmamasındandır. Tarih devrimcileri işte bu yüzden suçlayacaktır...


İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.