Karıncalar
– Bir Savaş Vardı
Dünyanın
merkezi neresidir derseniz, canınızın acıdığı yerdir. O yüzden dünyanın merkezi
kişiden kişiye değişir, üstelik bilmem kaç milyon mayının döşeli olduğu
dünyamızda, savaşların bu kadar çılgınca yaygınlaştığı, ölümlerin
sıradanlaştığı zaman diliminde dünyanın merkezi her saniye değişmektedir. Çünkü
her an bir yerde savaş nedeni ile ya da savaştan dolayı bir insan ölmektedir ve
bu ölümler hiç durmadan yaşanmaktadır.
Barışın
bu kadar yok sayıldığı başka zamanlar olmuş mudur bilemiyorum ama kürselleşen
dünyamızda ölümlerde küreselleşmiştir. Çünkü çıkarlar küreseldir ve çatışan
çıkarların sonucu olarak savaşlar yaşam kalitesi düşen kapitalist ülkelerin
vatandaşlarına daha iyi yaşam, burjuvazisine daha lüks yaşam sunmak adına
üçüncü dünya ülkeleri birer birer savaş alanına döndürüldü. Barış, Ortadoğu
liderlerinin hükmettiği ülkelerde yasaklanması gereken bir kelimedir…
Savaş
içine düşmüş ülkelerin insanları bilmedikleri çıkarlar için, kim adına
savaştıklarının öneminin kalktığı bir kaosun içinde girdaba kapılmış bir yaprak
gibi savrulmaktadır. Gelecek kaygısının yerini yaşama kaygısı aldığı bir
ülkenin insanı için ne gelişme, ne uzaydaki yeni keşfedilen gezegenler veya
sistemlerinin hiçbir önemi yoktur. Savaşın olduğu yerde yaşayanlar için
gökyüzünde kaç milyon yıldızın göz kırptığını düşünecek ve görecek ne gözleri
vardır ne de beyinleri. Onları sarmalayan duyguların içinde akıldan yoksun
yaşama mücadelesini içgüdülerine dayanarak yapmaktadır.
Boris
Vian’ın ‘Karıncalar’ öyküsü ile John Steinbeck’in ‘Bir Savaş Vardı’ romanından
Gökhan Aktemur’un uyarladığı bir oyun Karıncalar – Bir Savaş Vardı adı altında
sahnelerde yaşam buldu. Mert Turak’ın hayat verdiği oyun savaşın en acımasız
yüzünü seyircinin yüzüne tokat gibi vurmaktadır. Karamizah dilinin o keskin
imgeleri altında seyirci soğuk bir salonda daha da üşümektedir, çünkü oyunun
trajedisi oyuncunun sesinde hayat bulurken, sahnenin dekoru sesin daha keskin
olarak seyirciye ulaşmasına olanak sunmaktadır.
Bir
gemidedir, yalnızdır. Sevgilisinden uzakta bir bilinmeze doğru gitmektedir.
Sevgilisinin adı Jakyln’dir. Ona yazdığı mektup ve günlük… Her anını duygusu
ile sevgilinse seslenmektedir. Birde birlikte omuz omuza askerlik yaptığı
arkadaşları vardır, onlar sahnede yerlerini almazlar, çünkü oyun bir anlamda
günlüğün okunmasıdır. Günlüğü okuyan onları ses tonlarını değiştirerek
canlandırır. Omuz omuza askerlik yaptığı iki arkadaşı bize savaşın yaratmış
olduğu çirkinlik içinde nasıl bir birleri ile dayanışma içinde oldukları ve
ortak kaderlerin getirmiş olduğu seçimsiz koşulları altında birlikte zora karşı
direnişine şahitlik ederiz. En kötü koşullar altında insan gülmek ister ve onun
için ortam yaratır. Azman ve Çapkın adında iki arkadaşı ile yaşadıkları trajik
komiktir. Ölüm onları ayırana kadar ortak düş göreceklerdir, savaşsız ve
sevgilileri ile sevdikleri ile birlikte yaşamak… ve esir düşmüş askerlerin
arasına katılıp firar etmeye çalışan bir er, esir sayılarak limandan ayrılan
gemi, kısa bir süre sonra boş olarak dönmesi. İçinde arkadaşları yoktur, çünkü
esirler ile birlikte denizin ortasında vurulup balıklara yem olarak
sunulmuştur. Kitle katliamının hiçbir kural tanımadığı bir alandır savaş…
Birçok ülkede savaş sırasında işlene suçları suç olmaktan çıkarmıştır. Sahnede
yaratılan gerçeklik yaşanan gerçekliğe bir göndermedir, göndermenin ötesindedir
aslında…
Savaşın
insan üzerine yarattığı tahribatı zaman ilerledikçe daha iyi idrak ederiz,
çünkü yaşanan ile kitaplarda anlatılan destanlar arasında büyük fark vardır.
Savaşı en iyi tutulan günlükler anlatır, elbette yeniden cümleler yaratılmadığı
sürece...
Bu
korkunç gelişmelerin içinde bir gün kahramanımıza gizli bir görev verilir,
günün ilk ışıkları içinde hareket eden grup bilinmeze doğru cephenin ön
tarafına doğru gider… Tanımadığı ama omuz omuza çarpışacağı erler ile birlikte
bir jeep’in içinde… Korkulan olur, her yerden ateş açılır ve dumanlar içinde
kalır, uçan kollar, ayaklar… Altında kan yağmurunun ve barut kokusunun altında…
Kaçmak, uzaklaşmak, sevgilisine kavuşmak… Hayata geçirir, kargaşanın içinde
firar eder, özgürlüğe doğru!
Firar
eder ama bir mayın tarlası içinde olduğunun farkında bile değildir, en yakın
köye ulaşmak için çıktığı yolculuk bir mayının üstüne basması ile son bulur…
Bir ses gelir, durur... Ona öğretilen mayının üstündedir ve hareket etmesi
patlaması anlamına gelir… Sabit kalacaktır…
“Burada
ne kadar kalırım, bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa, artık ben seni
bekliyorum!…” diye haykırır, çaresizdir çünkü… kımıldamadan yanında yaşamın
akışını izler. Düşman uçağı üzerinden alçaktan uçar, arkadaşı gelir… Ona
fasulye filizini verir… Elinde bir filiz ile yaşamı simgeler… Bir de kendisi
üzerine doğru çıkan karıncalar… Karıncalar onun her yerini sarar ama o orada
yaşama, anına ve geleceğe bakışını ironiler içinde anlatır… yağmur yağar
altında ki toprak kayara, ama o mayının üstünde kımıldamadan durmak zorundadır…
Acıya
mizah katılmış, kurgulanan gerçeklik sahnede bize ulaştı…
Tek
kişilik oyunlar şüphesiz ciddi bir cesaret işi… Her aksilik karşısında tek
başınıza olmanız, hızla karar verip durumu kotarmanız, aynı zamanda belirli bir
uyumu ve tempoyu tek başınıza oyun boyunca kontrol etmeniz şüphesiz gerekli…
Üstelik sahnede yalnızlığınız karşısında çok fazla sığınacak bir yeriniz de
yoktur… Sadece kendi aklınız ve yüreğiniz vardır… Turak’ın oyun boyunca
yakaladığı ve başarıyla sürdürdüğü temposu metnin hızının ve geriliminin
altında kalmayarak, seyirciyi de ayakta tutan bir serüvene dönüşüyor…
Sahne
tasarımı, kullanılan müzik, ışık Mert Turak’ın başarısına büyük katkıları
olmuş… Sahnede ki performansı, anlatılmak istenen mesajı iyi benimsemiş ve
sahneden onu seyirciye ulaştırması açısından çok başarılı buldu. Video
görüntüleri kullanılmış olsaydı daha da vurucu olur diye düşünüyorum, çünkü
arkaya yansıya ışık ve tek görüntü çıkarma gemisi, sahil sadece söz ile
anlatımda kalmış. Günümüzde bir çok teknik iç içe kullanılıyor, görsel efektler
ile video görüntüsü zaman zaman arka perdeye zaman zaman öne kurulacak saydam
bir perdeye yansıtılabilinirdi diye içimden geçirdim… Işık tasarım ve hayat
veren gerçekten işini iyi yaptığını bu oyun sırasında gördüm, gerekli olan
yerlere ışık verdi, sadece çatışma sahnesinde ışık özellikle yandan gelen led
ışık benim gibi salonun köşesinde oturanın tam gözüne dokunması anlık olarak
oyundan uzaklaştırdı beni… Ama her şeye rağmen başarılı bir ekip işi olarak
karşımızda duruyor... Sahnede yaşananları ayakta alkışlayarak selam gönderdim
tüm emeği geçenlere…
Oyundan
bana kalan duygu, belki de yıllardır televizyonda haberlerde izlediğimiz,
gazetede okuduğumuz “kahraman” askerlerin bizde yarattığı masalımsı etkisini
sorgulamak ve “kahraman” olmak ya da “yaşamak” arasında seçme şansı verilse,
bir askerin yapacağı seçimi, ikilemleri ve kendi içindeki savaşı görmemiz için
uyarlanmıştır bu oyun.
Bu
oyunu izleyin, savaşın insanoğluna neler yapabileceğini görmek ve anlamak
için...
İsmail
Cem Özkan
Karıncalar
– Bir Savaş Vardı
Yazan:
Borıs Vıan – John Steinbeck
Çeviren: Işıl Yüce – Ülkü Tamer
Yöneten: Ergun Üğlü
Uyarlayan: Gökhan Aktemur
Dramaturgi: Gökhan Aktemur
Çeviren: Işıl Yüce – Ülkü Tamer
Yöneten: Ergun Üğlü
Uyarlayan: Gökhan Aktemur
Dramaturgi: Gökhan Aktemur
Oyuncu:
Mert Turak
Sahne Tasarımı: Eylül Gürcan
Kostüm Tasarımı: Eylül Gürcan
Işık Tasarım: Mahmut Özdemir
Müzik: Tolga Çebi
Efekt: Erhan Aşar
Yönetmen Yardımcısı: Nazif Uğur Tan – Gözde İpek Köse – Gökhan Aktemur
Sahne Tasarımı: Eylül Gürcan
Kostüm Tasarımı: Eylül Gürcan
Işık Tasarım: Mahmut Özdemir
Müzik: Tolga Çebi
Efekt: Erhan Aşar
Yönetmen Yardımcısı: Nazif Uğur Tan – Gözde İpek Köse – Gökhan Aktemur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.