Galata Gazete


2 Mart 2017 Perşembe

Öfke!

Öfke!

“Öfkeyi besleyen, yine öfkedir.” Alain

Elim terliyordu, nefes almakta zorlanıyordum, sesimi dışarıya bırakmak istedim ama sesim nefesim ile birlikte ta derinlere doğru çekilmişti. Gerilmiştim, gerilen lastik gibi hissediyordum, ya lastik bırakılırsa? Bir yandan endişe içinde kendimi kontrol etmeye çalışıyor, öte yandan dışarıdan gelen seslere karşı bütün kapılarımı kapatmak istiyordum. Elim terlemesi yüzüme vurmuştu sanırım, yüzüm yanıyor gibiydi, gerilmiş, nefesim daha da sık alıp vermeye başlamıştım. Göğsüm inip çıkıyor, sürekli kendime doğru telkinlerde bulunuyordum. Dışarıda beklemediğim ve beklentimi karşılamayan ve hatta beklentilerimin dışında gelişmeler vardı ve kontrol edemiyordum. Bize çocukluğumuzdan bu yana kendimizi kontrol etmemiz öğretilmişti ama eğitim burada işe yaramıyordu, patlama üzereydim, benliğim vücuduma hakim olamıyordu. Beynim sanki dışarıya çıkmış beni izler gibiydi, bırakmıştı her şeyi artık vücudum ne yapacaksan yap, bırak lastiği patlasın bir şeyin üstünde!

Patlama duygusal olabilir, mantıklı da olabilir ama genelde bizler duygu insanlarıyız duygularımız ile hareket eder ve duygularımız ile bakardık dünyaya… ama benim patlamam pek duygusal değil diye düşünüyorum, elbette düşünmeme izin verdiği ölçüde. Biliyordum öfkem bir kağıt alevi gibidir, hemen yanar ve küle dönüşür, hatta külden geriye de bir şey kalmaz bile. İleriye taşıyacak korum bile yok! Öfkeler her daim kağıt alevi gibi olmaz, bazen öyle bir şekilde patlar ki sanırsın yanardağ patlamış ve Pompei şehri oluşmuş olur. Yanardağ sürekli orada durur, kor halindedir, altan alta lavlar gelir geçer, bir deprem olsa da çıksam der gibidir.. ama benim öfkem yanardağına benzemez, çünkü yanardağ sanki öfke değil de bir öç almaya girmiş gibidir, olduğu yerde her an patlayabilir, öküz kafasını ne zaman oynatacağını bilinmez, ya oynatırsa Pompei yeniden kül ile kaplanır!

Öfkeli insanlar bir araya gelmeye görsün, onlardan Endonezya’da patlayan yanardağ etkisi bile olur… Düşünsenize Endonezya’da yanardağ patlamış, Osmanlı topraklarında o yıl yaz olmamış, kıtlık olmuş, her türlü ayaklanma olmuş. Düşünün bir doğanın öfkesi çok uzaktaki bir memlekete zalimin zulmüne karşı mazlumların ayaklanma sebebi olmuş. O kadar etkili olmuş ki Osmanlı tarihçileri bu tarihi hep atlar olmuşlar, olmamış varsaymışlar ama bilemezlerdi ki dünyanın öteki ucunda aynı zamanda bir yanardağ patlamış atmosfere gazlarını bırakmış… Elbette teknoloji yok o zamanlar, gidip danışılan hocalarda, şeyhler de bunun nedeni bulamamışlar ve Allah'tan deyip işin içinden sıyrılmışlar, İslam dininde fal yok ama Osmanlıda fal var, gidip falcılara sorulmuş nedir bu iş diye, hemen bu arada bir parantez açayım falcılar İslam diyarından değil, batı diyarından ganimet olarak gelen cariyeler eli ile payitaht şehrine ulaşmış, ulaşmakla kalmamış padişahın hareminde cariyeler koğuşunda bugün padişah beni halvetine alıp duygusuzca seks yapacak mı diye korku içinde bekler olmuşlar… Öfkemi birikir o kadınlarda başka şeyler bilmem ama içlerinde ki kelebekleri kimseye hissettirmeden çıkarmasını da öğrenmişler… Harem ağalarının ne kadınlıkla ilgisi kalmış ne de erkeklikle hadım edilmiş, acılardan acı çekmişler çekmekle kalmamışlar seslerini kaybetmiş inceden çıkan bir ses oluvermiş koca gövdelerinde… Onların acısı ve öfkesini kim anlayabilir?

Bütün diktatörler öfkeli olur, onların öfkeleri her zaman yüzlerine vurur, gergindirler ve her daim öfkeli bakarlar, çünkü diktatörü memnun etmek imkansızdır, o öyle bir dünya yaratır ki kafasında her şey homojen, her kişi ona biat etmiş, her şey istediği gibi sonuçlanacak! Ama hayat onun tersini söyler çoğu zaman. Biat etmesini bekledikleri biat etmez hatta onlarda zaman zaman öfkelenir arada sözle de olsa çakar ama onu da öyle ayarlar ki dedikodu gibi… kısaca diktatörler ve çevresinde yer alanlar birbirlerin öfkelerini tetiklerler ve sürekli emir komuta söz dağarcığı içinde öfke patlamaları yaşarlar, onlar kamunun nüne çıkmadan yeterli kadar profesyonellerden yardım alarak çıkarlar, yoksa bakmışsın hitap ettiği halka urgan atmış, bazen beklediği yanıtı vermeyen çiftçiye ananı da al git!, olmazsa konumlarına dövdürteceği bir basın mensubu olabilir… Demokrasinin olmadı, ama dünyanın en özgür ülkesi olduğumuzu bildiğim ülkemde baş neyse kuyrukta odur… Öfkeli başa öfkeli ayak! Öfkeli ayak sendromu akşamları hiçbir insanı yatırmaz, iş çıkışı bir meydanda toplanılır ve öfkesi olanlar öfke duyduklarına karşı nefesleri bitene kadar haykırır ama ona da öfke duyulanın sabrı yetmez, elinde ki güç ile o öfkelileri dağıttırır. Dağılırlar gerçekten ama ertesi günü yeniden orada. Bu sefer bakar resmi güç yetmez elinde palalı sivil güç sahaya çıkar. Sivil güçte işe yaramazsa artık profesyonellerden yardım alınır ve profesyonellerin görebileceği gerçekler yaratılır! O kadar gerçektir ki öfke duyulan da bu gerçeğe inanır… Nasıl inanmasın ki en güvendiği kişinin en yakını söyler. O da yalan söyleyecek değil ya…

Profesyonellere sordum geçenlerde öfke kontrol altına alınabilinen bir hastalık mı? dediler “depresyon gibidir, öfke ile yaşamasını öğreneceksin!”

Hayat bize neler ile birlikte yaşamayı öğretti ki, öfke ile de birlikte yaşayacağız ama bizim öfkeli erk sahibi hiçbir arada yaşamayı düşünmüyor, onun birlik anlayışı ben varım bir de benden ötesi… Gel de öfkesiz yaşam, sessiz yaşam kavramının bizde neden olmadığını sorgula!...

Öfke ile baş etmenin en önemlisi cümlesi şuymuş; ‘sorun yaratma sorun çöz!’ Yahu o güç bende olsa zaten öfkeli olmam, benim dışımda biri çok öfkeli ve ne yazık ki ondan etkileniyorum!

Soğukkanlı iletişim kur demezler mi, aramızda iletişim hiç yok, ben ve ötesi var... Bende ötesi tarafındayım…

Aptalca espri yapın, mizahı hayatınızdan hiç eksik etmeyin demezler mi, aman tanrım mizah öldü, başına da duvarsız bir kapı dikmişler… Gel de öfkelenme!

Çevrenizi değiştirin eğer öfke kronikleşmişse diyorlar, ülkede adam kalmadı... Kalmasın diye de KHK ile bilim insanlarını da itekliyorlar sanırım…  Bu arada Türkiye'nin milyonerlerinin bir bölümü ülkeyi terk etmiş, tıpkı olanağı olan ve mülteci olarak gidenler gibi…

Öfkeni ifade et, edemezsen başka sorunlara gebe demezler mi, yahu gebe kavramı artık çoktan yok oldu, çıktı... Çıktı bu ülkede hapishaneler hattından fazla dolu, yenileri yapılıyor sürekli bu sayede inşaat firmaları ayakta duruyor…

Sonuç olarak bizim ülkenin insanların “engellenmeye karşı toleransları düşük “ o yüzden öfke sürekli hayatımızın bir parçasıdır, öfke patlaması ekranlardan evimizin yatak odasına kadar girmektedir.

Öfkelilerin ülkesinde korku ve öfke yapışık ikiz gibidir, biri diğerini tetikler… Öfke patlaması korkunun korku sınırının aşımında ortaya çıkar…

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.