Yoktan var etmek!
Genel kuraldır, yoktan var olmaz, vardan yok olmaz, mutlaka bir
şeylerin dönüşmesi gerekir ki yoktan var olmuş gibi hissedelim! Doğa ihtiyacına
göre bir şeyleri yaratmış, evrimsel süreçten geçirmiş ve yaşadığımız zamanın
doğasını oluşturmuş ve hala da değiştirmeye devam etmektedir. Bu arada birçok
canlı türü ortadan kalmış yerlerini başkaları almış. İstilacı olanlar istila
ettikleri ortamdaki çeşitliği ortadan kaldırmış ama kısa sürede istila etikleri
yerde başka canlılar da ortaya çıkmasına sebep olmuş… Doğa güçlü olanları ve
direnenleri şans tanımış…
Doğanın yasası insanın yasasından üstündür ve insanın yasasını da
belirler.
Toplumsal dönüşümler birden ortaya çıkmaz, zaman içinde gelişir,
olgunlaşır ve güç olarak kendisini gösterir. Rastlantı yoktur, ama birçok şeyi
açıklayamadığımız için rastlantı der geçeriz. Toplumsal olaylar değişik
kırılmalar ile tarihin not ettiği çizgi üzerinde gider, fakat bu çizginin tek
bir doğrudan ya da tek bir çizgiden ilerlediğini söylediğimi düşünmeyin, çünkü
biliyoruz ki tarih rotasını beklentiler üzerine oturtmaz, beklenen ama göz ardı
edilen beklenmeyen kırılmalar ve çatışmalar sonucunda gelişen olaylar ile de
biçimlenir. Roma imparatorluğunu kuzeyden gelen küçük bir halk kitlesi
tarafından yok edileceğini Roma İmparatorluğu yaşarken kim düşünebilirdi ki,
aynı şekilde üç kıtaya hükmetmiş Osmanlı İmparatorluğu emperyalist devletlerin
elinde oyuncak olacağı ve sınırlarını masa başında cetvel ile ayrılacağını kim
söyleyebilirdi? Meşrutiyet kavgası verenler, birden önlerinde cumhuriyet
kapısını açıldığında olayları tesadüflere mi bağladılar, yoksa Samsun’a giden
gemide seyahat etme hakkını veren İngiliz karakol memurunun mührünün mü etkili
olduğunu düşünür? Paris’te Jön Türklerin mücadeleleri ve birikimleri emperyalist
güçlerin gözünde bir şey anlam ifade etmesi için ittihat ve Terakki Partisinin
oluşmasını ve olgunlaşmasını beklemesi gerekti… Abdülhamit olmasaydı ne Cemal
Paşa, Talat Paşa ne de Enver Paşa tarih sahnesinde olacaktı. Onlar olmasaydı
bugün ki cumhuriyet olmayacaktı. Kavga tarihin not düştüğü alanlarda oldu ama
bizler tarihin notlarının ne kadarını biliyoruz? Çünkü dönemin küresel güçleri
ve sisteme biçim verenlerin yaratmış olduğu algılar ve o algıların etkisi ile
biçimlenen dünya görüşüne uygun pencerelerden bakış alanından düşülmüş notlara
sahibiz, henüz tarih geniş ve karşılaştırmalı olarak yazılmadı, notları
mevcuttur. Siyasi sistem değişmeden de bu tarih yazıcılığının eksik bıraktığı
alanlar hep eksik olarak kalacak ve bizlerin gerçek bilgilere ulaşmamızı
engelleyecektir.
Tarihte kahraman yoktur, kahramanları yaratan tarih yazıcıların
notları mevcuttur. Onların açısından ve onları dayanak alarak geçmişi
yorumlamaya çalışırsız ki her kültürün, zümrenin, coğrafyanın kahramanı da
farklıdır…
En bilinmeyen tarih de en yakın tarihtir…
Yakın tarihimiz üzerine binlerce farklı görüş ve bilgi mevcuttur,
çünkü yakın tarihimizin kahramanları henüz yaratılmamış ya da yaratılan
kahramanlar yaratanlar tarafından halkın tüm katmanlarına kabul ettirilememiştir…
Yakın tarihimizin arşivi olmayan tarihi, bizleri olmayan ama olmuş gibi kabul
edilen efsanelerin içinde yön bulmamıza yardımı olmadığı gibi aksine yolumuzun
görünürlüğünü de ortadan kaldırmaktadır. Yaşayan, hisseden, sessizlik içinde
diyaframdan gelen sesleri dinleyenler, şaşkınlıklar içinde yaratılan efsanenin
yalan olduğunu bile bile seyretmeye ve sessiz kalmaya devam ediyorlar, çünkü
gerek görmüyorlar, nasıl olsa gerçek balçık ile sıvanmaz, sıvansa da o balçık
zaman içinde dökülecek! Fakat tarih bu beklentiye yanıtı, Godot gelirse eğer,
senin gerçeğinde gün yüzüne çıkar anlamındadır. Sessizlik, sadece efsane ve
masal dünyasının yaratılan gerçekliği için bir anlamı olurken, tarih yazıcıları
için yalanın yaratılan gerçeklik içinde dayanak olduğunu göz ardı
edemeyiz…
Türkiye Sol hareketinin resmi tarihine göre sosyalist hareket TKP
ile başlar. Bakü ilk başlangıç noktası gibidir, fakat ondan öncesi de vardır ve
öncesi İstanbul şehri içinde yapılan grevler ve amele birlikleri... Hatta
çıkarılan dergiler… Onlar resmi tarih içinde sadece dipnotu olarak durur…
Romanlarda dipnotlar konu olarak genişletilmiştir ama roman okumayanlar o
gerçekleri bir dedikodu olarak belki duyarlar. Anılar yazılmış sübjektif alan
olduğu için genelde pek dikkate alınmaz, alınanlar ise günlük yaşamın içinde
küçük bir çevre içinde kalır...
Günümüzün sıcak gelişmesidir, yıkıntılar içinden imgeler bulunur
çıkarılır ve o imgeler ile yeninde bir örgütlü yapı gibi olmak için çabalar
verilir, tarihi kökü olmayan hiçbir hareket gelecek için adım atamaz, o yüzden
her siyasi hareket geçmişten bir bağ yakalar ve o bağın üzerinden örgütsel
dokusunu ve söylemini geliştirir.
Miras geleceğe atılan ilk adımdır…
68 kuşağının arşivi yoktur, mahkeme tutanakları ve anılar dışında.
Çünkü arşiv yapacak ne zamanları ne de gerekli örgütsel duruşları olmuştur. Bir
kaç yıl içinde kurulan ve yok edilen örgütsel yapıların elbette arşivi olmaması
doğaldır, çünkü o sıcak ortamda ancak kendilerini ifade edebilmek için ortam
yaratmışlardır, o ortam içinde elden ele dolaşan birkaç broşür ve mahkeme
tutanaklarıdır. Diğer kalanlar ise sözlü tarih çalışmasının parçası olarak
kalır… 68 kuşağı bir kopuşu simgeler, var olan tüm siyasi çatışmaların dışında
başka bir alana sıçramayı işaret eder ki, bu sıçrama daha örgütlü NATO
örgütlenmesi olan GLADİO ile çatışması anlamındadır. Kontrgerillanın kavgaya
çağrısını yanıtsız bırakmamış, bu kuşağın liderleri Kızıldere, darağacı ve
Diyarbakır zindanında örgütleri ile birlikte yeni bir mirasın başlangıcını
yaratmışlar.
Dağılan ve yok olan yerine o örgüte yakın insanların hapishanede
mücadeleden uzak düşenlerin yeniden arayışı ile miras kesintisiz devam etmiş ve
yok olanların yerine somut durumun somut tahlilini yaparak ayağa kalkmışlar. Ne
efsane yaratılmış ne de destan... Henüz sıcakken, duygular, üzerine basınç
uygularken, sistemin ve iktidarın propagandası baskı olarak ve korku olarak
üstelerinde eserken “ayağa düşmez bayrağımız” diyerek ayağa kalkmış bir kuşak
ve onu takip eden 78 kuşağı. O süreç sanki 12 Mart olmamış gibi devam etmiş.
Kısa sürede binleri kucaklayanlar milyonları kucaklamış… 12 Eylül sürecine
kadar sokaklar cepheler ayrılmış, Maraş katliamı ile birlikte saflar daha da
keskinleştirmiş, insanlar can güvenliklerini sağlayanların ne dediğine bakmadan
arkasında durmuş. Şehirlerde yaygınlaşan gecekondular ve onların güvenliği
sorunu içinde çare olanlar çözüm olmuşlar ve kitleselleşme karşı saldırının
basıncı ile daha da artmış… 12 Eylül darbesi gelirken darbeyi tahmin edenler
gerçek anlamda örgüt olamadıklarını darbenin sabahında şehirde esen sert
rüzgarın etkisi ile görmüşler. Gerçekler ve acı panzer ile gelmiş ve yenilgi
solu ayrım yapmadan kuşatmış… Bir arada olamamanın koşulları elbette sadece
ülke içinde esen sert rüzgar ile açıklanamaz, o zaman diliminde dünya
sisteminin hakimi olan kapitalizm kendi iç sorunu aşmak için liberal ekonomiye
hayat vermiş… ‘Yeşil Kuşak’ adı verilen ve sonra ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ adını
alan projenin bir parçası olarak ülkemizin genel rotası değiştirilmiştir. Artık
bize biçilen rol nettir, Ortadoğu ülkesi olmak…
Yeni biçilen role direnemeyen solu tarih gerçek anlamda örgüt
olamadığı için mahkum etmiştir. O yüzden geçmişin büyük sol yapıları birer
kağıt kaplan gibi dağılırken ülkenin de başına dünyada ki değişime uygun yeni
bir elbise giydiriliyordu.
Gelecek yazı 12 Eylül sonrasında “Dağılanlar yan yana gelememiş…”
başlığı altında devam edecek…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.