Çanlar, şofarlar çalıyor, selalar okunuyor…
Savaş için tek tanrılı dinlerin ibadet yerlerinde bir
hareketlilik yaşanmakta, sürekli gelen cenazeler için hocalar, hahamlar,
papazlar fazla mesai yapar olduklar. Toplum önünde okunan dini metinler ve hep
birlikte bağırılan intikam yeminleri. Dini merkezler barış yerleri olarak
sunulur, huzur vardır ama savaş zamanlarında daha çok savaşın arka cephesini
oluşturur. Cepheye gideceklere hayır duaları, şehit olurlarsa vaat edilen
cennet anlatılır. Savaşa bir insan neden gider? Sorgulanmaz, hiç bilmedikleri
coğrafyalarda, hiç bilmedikleri hakların diyarında, hiç bilmedikleri düşman
olarak gösterilenleri öldürürler, kadınlarına tecavüz ederler. Fırsat bulanlar
yağmaya bile kalkar, çünkü savaşta alınan her şey savaşın ruhunda vardır. Savaş
toplu cinnet geçirmedir, toplu cinayet ve ölümdür. Savaşın olduğu topraklar
kana doyar, kimyasal ve biyolojik silahların yıkıntısı altında yıkılan beton
binaların griliği içinde kalır. Savaşın olduğu yerde akıl yoktur, aklın yerini duygusal
tepkiler alır ve işkence savaşın olmazsa olmazdır. Düşman ya yok olacak ya
kendisi yok olacaktır. Ortası yoktur.
Savaş cephede sıcak geçer, masa üzerinde ise soğuk!
Savaşan taraflar savaşanlara sormadan masa başında cephede
elde ettikleri güç ile dik dururlar ya da teslim olurlar. Soğuk savaşta
olanların kanı toprağa düşmez ama alın terleri masa üzerinde ki kağıtlara
nefret söylemi olarak düşer…
Savaş meydanında ölecek genç kalmayınca, babalar oğulların
cenazesini kaldırmaktan yorulduğunda, babaların en küçük çocukları, ölenlerin
kardeşleri alır yerlerini. Çocuklar savaş meydanında zaten ölürler ama sıra
kendilerine geldiğinde birer silaha, bombaya dönüşür öldürürler. Savaşın olduğu
bölgelerde büyüyen çocukların elerlinde Barbi bebek olmaz, kurşundan
oluşturdukları oyunlar oynarlar ve savaş oyunları ile birbirini önce “cuf”
diyerek öldür, sonra ellerline verilen silahlar ile birbirini öldürür ya da
verilen emri vermek için bir yerlerde canlı bombaya dönüşür. Onları katil
yapanlar aslında savaşa karşı gelmeyip ekranlarından izleyenlerdir. Onlara
başka olanak sunmayan insanlık suçludur. Savaş suçu tüm insanlığındır,
liderlerini zamanında ikaz etmedikleri ve savaşa karşı direnmedikleri için…
Savaştan kahraman çıkmaz, kahraman savaş bittikten sonra yaratılır, savaştan
bol bol katil çıkar, ölüm çıkar, mezarlıklarda oluşturulan özel bölümler artar,
bayrak üstünde / altında gelen ölüler…
Bayrak için öldürdüğüne ve öldüğüne inanır sıradan cephede
savaşan biri, masa başında olan ise savaştan ne kadar şirketin en kadar iş
alacağını hesaplar… Savaş yıkar, yıkımın yerini yeniden onarmak için savaşı
kazanan ülkenin şirketleri sıraya girer, eli ayağı tutanlar o şirketler için
işçi olurlar…
Sürekli bir birine benzer senaryolar ortaya konur, eğer o
senaryo sonucunda başarı elde edilmişse.. savaş isteyenler yaratıcı değildir,
çünkü savaş yaratıcılık isteyen bir şey değildir. Elinde ki güce ve silah
birikimine göre hareket edersin. Silah bulundu, silahın üzerinden füzeler
bulundu, füzeleri taşıyan insansız araçlar bulundu ve mertlik bozuldu. Savaşı
hiç görmeden binlerce insan öldüren masa başı çalışan askerler kameralar
aracılığı ile yarattıkları cehennem ateşini bile hissetmeden okuldan gelecek
çocuğuna nasıl bir sürpriz yapacağını düşünür. Savata güçlü olanlar savaşı
kendi topraklarına yaklaştırmazlar bile… Savaşın olduğu yerlerden gelen
filimler ve fotoğraflar ise romantik görüntülerdir bazıları için…
Irak işgal eden güçlerin çocukları, devamcıları aynı
senaryoya farklı özneler koyarak yeniden sahneye koydular. Sahne savaş
bölgesidir, öne sürülen savaş gemileri… Hibrit savaşın kuralına uygun
devşirilmiş askerler zaten orada onlar adına birbirini aldıkları yardımlar ile
birbirini vuruyor… Embedded medya dünyaya yalan haberini namlu ucundan bakarak
yazıyor. Liderlerinin istediği haberler, istediği an uyduruluyor ve gerçekmiş
gibi sunuluyor, çünkü kendi seçmenine haklı olduğunu göstermek ister savaş ilan
eden lider. Kendi halkı arkasında olmadığı sürece savaş karşıtı gösteriler iç
barışı bozar…
Körfez işgal edilmeden önce Tony Blair ve Bush yalan
söyledi. Daha sonra bunu kabul ettiler.
“Her şey yalandı, hepimiz biliyorduk Saddam’ın elinde
dediğimiz hiç bir silah yoktu. O yüzden rahat işgal ettik” diye de övündü
Blair.
Blair kim, İngiltere başbakanı, işçi sınıfını temsil
ettiğini söyleyen bir politikacı.
Yalancı bir solcu…
Liberalizmi savundu, İngiltere işçi sınıfının elinde ki tüm
birikimleri sermaye lehine harcadı...
Ne yaptı, bir milyondan fazla insan ölüm emrini verdi...
Yargılandı mı, hayır.
Yalancı olduğunu itiraf etti, yargılanmadı.
Bush dünya lideri, yardımcısı Blair...
Bugün yine benzer yalanlar söyleniyor.
Bush yerinde Trump…
Trump iktidarını korumak adına başka ülkelerden füze
fırlattırıyor, kimyasal silah kullanılmadan kullanıldı dedirtmek için
kontrolünde ki insan hakları örgütünden açıklama yaptırıyor...
Trump savaşı demek milyonlarca insanın ölmesi,
milyonlarcasının mülteci olması demek. Kendi ülkesinde savaş yok, ülkesine
doğru mülteci akımı yok, işsiz kalan işçisine iş sahası açacak... Sadece iç
kaygılar yüzünden kendi ülkesi dışında yaşayan her insan onun gözünde ölümü
hakketmiş birer rakama dönüşüyor...
Trump “önce Amerika” politikası için tüm dünya insanını
ateşin içine atıyor… Buna Fransız eski solcu şimdi sağcı başkanı alkışlıyor,
İngiltere başbakanı kendi parlamentosunu yok sayarak “gireriz” diyor…
Dünyada savaş için çanlar, şofarlar çalıyor ve
selalar okunuyor…
Suudi Arabistan’ın başkenti füzeler ile vuruluyor...
Amerika güney Arabistan ve körfez ülkelerine yönelik bir
müdahale için zemin mi yokluyor ya da oluşturuyor?
Türkiye ikinci dünya savaşı sırasından daha kötü bir
ekonomiye sahip, üreteceği elinde fabrikası yok, birikmiş tahıl ambarı yok,
tarım arazileri boş ot kaplamış durumda, köylüler marketten alışveriş yapar
konumda…
Her açıdan dışa bağımlı kalmış bir ülke ateşin içine
iteklendiğinde kim karlı çıkacak? Ülkemizi savaş ekonomisi düzlüğe çıkarmaz,
ekmek karnesini yeniden kullanıma sokar... iç/dış dinamiklere hoş görüneyim
derken ateş çemberinin içine atmasın ülkemizi, çünkü ülkemizin birikimi
anlatılan gibi değildir. Başarılı olduğumuz, teknolojik olarak geliştirdiğimiz
doğru dürüst bir şeyimiz yok, saman balyalarını, yumurtaları bile ülke dışından
alır olduk. Et fiyatlarını dengeleyecek canlı hayvan sayımızı bile yaylalarda
artık yok… evet yollarımız ve o yolları kullanacak biz olamayız savaş çıkarsa
eğer… karartma gecelerini yaşadı bu ülke Kıbrıs çıkarmasında, nasıl on yıl bir
anda geriye gittiğimizi tarih yazar… bir ambargo ile "bir cente"
muhtaç olduğumuzu o dönemin muhalif lideri iktidara gediğinde anlatır… Savaş
kahraman üretmiyor, kahraman olacağını sananlar ilk seçimde kaybetmiştir…
ihtiyaç olduğunda yıllar sonra kahramanlar yaratılır…
Yaratılan kahraman olmak için binlerce gencimizi ölüme
göndermeyin!
Yaratılan kahraman olmak için var olan sorunlarımızın
üzerini savaş rüzgarı ile örtmeyin, kendi kendine yeten bir ülke için, bir
arada yaşamı güçlendiren politikalar üretin savaş yerine…
Küresel çapta siyasete müdahil olanlar bizi piyon olarak
görmeye ve hayatımız üzerinden gelecek planları oluşturuyorlar...
Peki, bizim bu oyuna karşı bir müdahale hakkımız var mı?
Ne yazık ki piyonların önünde ki at oyunun sonucunu
belirlemez...
İstihbarat kurumlarını devlet finans eder, şirketler elde
edilen bilgi ile para kazanır. Savaştan elde edilen istihbaratlar sadece
şirketlerin ileride nere ne kadar yatırım yapacağı konusu kadardır, çünkü
istihbaratta artık teknoloji ile olduğundan teknolojisi elinde olan her türlü
bilgi önce kendisine kullanır, kırpıntıları ile diğerleri idare eder…
Hangi gerekçe ile olursa olsun, bölgemizde ve dünyamızda
savaşa hayır!
Emperyalist savaşlar sadece yıkım getirir…
Savaşa hayır!
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.