Tanrı biz insanları düşündü.
Tanrı bir gün biz insanları düşündü. Bazı
insanlara serveti, cariyeleri, köleleri hak görürken, insanlığın çoğuna acıyı,
nefreti, aşağılanmayı, köle olmayı hak gördü. Tanrı kendi gölgesini dünya
üzerine krallar, padişahlar ile yeryüzüne vurdu, peygamberler onun nefesi, sesi
oldu. Onlara her türlü sefayı hak gördü, onların elinden cezayı ise keskin
kılıç olarak tebaaya hak gördü.
Mısır’dan çıkan seçilmiş Yahudilere
“seçilmişsin” dedi, yüzler yıl köle yaşadıktan sonra. Kimse sormadı, Yahudiler
Mısır’a neden köle ve işçi olarak gittiğini. Musa onların kurtarıcı çobanı
olarak tanrı tarafından ilan edilene kadar, seçilmiş halk diğer kölelerden
farklı çalışmadı.
Firavun’un yaptırdığı saraylara taş
taşıdılar, taş işçiliği yaptılar, taş ocaklarında alın terlerini ve kanlarını
bıraktıklar. O güne kadar seçilmiş halk hiç sormadı neden bu cezaya tabi
olduklarını…
Seçilmiş halktı ve seçilmiş bir taş ocağında
kas gücünü Firavun için kullanırken güzel kadınları sarayda cariye olarak
firavun daha güzel gece geçirsin, deliksiz uyku uyusun diye canını dişine
takmış her türlü insanı değerini ona sunuyordu.
Mısır medeniyetti. İnsanlığın yaratmış
olduğu birikimin sembolü, o dönemin parlayan güneşiydi. Firavun tanrının
yeryüzünde ki güneşi, ayı, gölgesi ve hatta kendisiydi. Tanrıydı krallar,
peygamberler ve imparatorlar. Sezar’dı dünyayı inleten.
Tanrı adına savaştırdı kölelerini, tanrı
adına arenada kanlar yere döküldü. Tanrı adına kan döken köle, binlerce insanı
kendisine hayran bıraktı. Kanı dökülenin ise nefesi arena zeminine karışırken,
seslerde haykırışa neden oluyordu. Tanrının yüzlerce ismi vardı ve her toplum
tanrının öteki ismini haykırıyordu.
Tanrı sadece efendilerindi.
Efendiler tanrı için sefa içinde yaşıyordu.
Midelerinde tek lokma olanlar ise
tanrılarına şükrediyor ve daha fazla acı çekmemek için dua ediyordu. Ekmeğe
verene şükrandılar. Dilencilerin tanrısı dilendiriyor, dualarını ağızlarına
veriyordu ama hiçbir dilenci sormuyordu neden dilendiğini, çünkü alın yazısı
onu soylu kandan gelmesine müsaade etmemişti…
Mısır’da seçilmişlerin çobanı doğdu bir gün…
Irmaktan kurtardı sarayda çalışan seçilmiş
köle kadın…
Köle kadın verdi memeyi, Firavun’un çocuğuna
verdiği sütü…
Çoban büyüdü kim olduğunu bilmeden, çoban
olduğunu da zaten bilemezdi. Ona söylenmemişti halkının kurtarıcısı olduğu.
Bir gün köleleri gördü...
Bir gün gerçeği anlattı meme veren seçilmiş
köle…
Bir gün firavun ile iktidar kavgası etti,
firavun için girdiği savaşta kazanmışken yenilmiş olduğunu öğrendiğinde.
Bir günde kaçtı…
Bir günde çöllerde çoban olarak yaşamayı…
Ateşten öğrendi, çoban olduğunu…
Onun yüreğinde yanan alev kor olmaktan
çıkmıştı. Döndü halkının arasına…
Halkına verdi mucize haberi, artık köle
olmayacaksınız!
Köle olmayacağını duyanlar bayram etti…
Bayram sevinci dua odasında köleler arasında
yayıldı. Firavun fısıltısını duymadı bile. O sırada firavun’un bir oğlu oldu.
Taht mirasını bulmuştu, devam edecekti soylu kanın iktidarı ve gücü. Ölen
firavunlar için piramitler yükselmeye devam etti kumların içinde. Kölelerin
alın teri kanına karışmış taş taşıyorlardı, insanlık o taşın nasıl taşındığını
yıllar sonra düşünecekti. Kimse sormayacaktı kölelerin ölümünü, alın terini.
Firavun’un başına olmadık felaket gelecekti.
Kara bulutlar oluşacaktı firavunun sarayının
üstünde.
Çoban halkını alsın vaat edilen topraklara
götürsün diye azad istedi.
Firavun kölelerini bırakmak istemedi.
Asa dönüştü yılana, anlattı firavun’a
sarayının sunum odasında çoban. İnanmadı çocukluk arkadaşı çobana.
Felaket mısır’ın üzerindeydi. Mısır halkı
felaketten kırıldı. Firavun’un küçük çocuğu öldü, ölen diğer köleler ile
birlikte, seçilmiş halk hariç. Firavun koltuğunu korudu, tanrı seçilmiş kralına
dokunmadı…
Ölüm denizde kan oldu.
Ölüm ırmak suyunu kırmızıya boyadı…
Firavun kanı gördü…
Acıyı gördü…
Oğlunun ölümünü gördü…
Çobanın arkasından giden kölelerini gördü…
Denizin ikiye ayrıldığını gördü…
Kölelerini geri almak için denizin
ortasından giden seçilmiş halk için yola gözü kapalı daldı…
Deniz askerleri denizin ortasında içine
aldı, ölüm oldu, seçilmişler karşı kıyıya geçince…
Kimse sormadı, neden askerlerin canını
aldığını...
Firavun kıyıda deniz içinde yok olan
askerlerine baktı son bir kere, kaçan kölelerin arkasından üzüldü. Yeni köleler
bulmak zorundaydı piramitlerin yükselmesi için…
Sorulmayan sorular çoktu, seçilmişler Sina
çöllerine vardığında.
Mucize gerçekleşmişti.
Tanrı acı çekmesi gerekenlere acı
çektiriyor, sefa çekmesi gerekenlere de her türlü nimetini veriyordu.
Güzel kadınların kocalarını savaşa gönderip
evlenen seçilmişler tarihteki yerlerini koruyordu. Kimse sormadı yeryüzü sular
altında kaldığında ölen insanların ne yaptığını. Bir güvercinin ağzında
taşıdığını zeytin dalı olup olmadığını tartışırken…
Emekçiydi. Emeği ile geçinen, tarlasını
elken, koyunlarını güden diğer seçilmemiş insanların enden acı çektiği, neden
savaşlara her daim er olarak katılıp öldüğünün hesabı sorulmadı…
Tanrı adına hiç bilmedikleri coğrafyalara
gidip, hiç bilmedikleri evleri yağmaladılar, hiç bilmedikleri diyarlarda “piç”
çocuklarını bıraktılar… O çocukların nasıl bir acı çektiğini kimse bilmedi,
çağmağa gerilince seçilmiş bir insan.
Onun acısı ile öğrendiler yalnız büyüyen bir
çocuğun duygularını…
Tanrı kime acı vereceğini biliyordu, çünkü
cennetinden kovulanlarına karşı öfkesi sonsuzdu. Acılar veriyor, ateşlere
atıyor, derisini yüzüyordu.
Tanrı acımasızdı…
Sadece seçtiği birkaç insana karşı hoş
görülüydü…
Çobandı seçtikleri..
Halkın büyük bir kısmı koyun!
Çobanın arkasından sesi takip ettiler
koyunlar…
Sormadılar, sorgulamadılar çobanın ağzından
çıkanı…
Sormadılar çobanın nasıl yaşadığını…
Sorgulamadılar çobanın hayalleri uğruna ölen
insanların kanın toprak üzerinde kuruduğunu…
Düşünmediler kan düşen toprakta otun
bitmediğini…
Çobanların geçtiği yerler çöle dönüştüğünü…
Nazilerin toplama kampında seçilmiş halkın
evlatları son nefeslerini vermek için gittikleri gaz odalarında acaba düşündü
mü tarihlerini ve alalatılan hikayeleri…
Bir çobanları bu sefer gelmemişti, gelen
Sovyet askeriydi… Üstelik hepsi de ateist!
İbrahim oğlunu kurban edene kadar insan
verdi oğlunu tanrıya kurban. Neden İbrahim oğlunun boğazına bıçağı dayadığında
geldi bir canlı gökyüzünden… Sorgulamadı insan, sorguladı İbrahim’in cariyesi
ve cariyeden olan çocuğu.
İbrahim oğlu ile indiğinde, elinde başka bir
canlının kanı eli ile, gönderdi cariyesini ve cariyeden olan oğlunu çöl
topraklarına…
Sorgulamadan gitti cariye…
Sorgulamadan gitti oğul… Bir oğul için bir
can hediye eden tanrı neden çöle giden oğul için bir su damlası olmadı diye
sormadı. İbrahim’in vicdanı rahattı, krallığını yürütecek mirasını devredeceği
oğlu vardı, üstelik sevdiği kadından… O İbrahim ki halkını vaat edilen
topraklar üzerinde dolandı… Mısır kapısı açılana kadar…
Mısır kapısı kölelere açıktı... Seçilmişlere
değil... Seçilmişler o kapıdan köle olarak girdiler Firavunlar’a hizmet
ettiler. Ta ki bir çoban gelip kurtarana kadar…
Sorulmadan anlatılan öyküler binlerce yıldır
kulaktan kulağa, sesten sese aktarıldı… Arada soru soranların önüne dikildi
engizisyon mahkemeleri…
Sürgünler acılar yaşadı halklar… Sığındılar
başka bir tanrının gölgesinin hüküm sürdüğü topraklara…
Tanrı biz insanları düşünmedi, bazı
insanları düşündü…
Kutsal kitaplarda neden kölenin varlığının
sonlanmasını istemedi?
Bütün insanlar eşittir, insanın insana
yaptığı zulüm bana ait demedi…
Taraf tuttu, taraf tuttuğunun tüm hatalarını
yok saydı, bir şeyden habersiz olana ise her türlü eziyeti hak gördü…
Onun adına yaptı her türlü acıyı yaşayan...
Düşünmedi tanrının sözünü, düşünmesi ona yasaktı çünkü biat et dedi, etti…
Ticaret yarattı yeni bir sistem.
Ticaret yok etti, gölgeleri ve zulümlerini…
Ticaret yarattı yeni tanrıyı yeşil kağıt
parçası üzerinde…
Her şeye yön veren, uğruna ölünen ve
öldürülen…
Para üzerine kuruldu yeni düzen…
Paranın hakim olduğu yerde tanrının
kurumları siyasetin dışına ötelendi…
Tanrının gölgesi sığındı bir çanın
gölgesine…
Tanrı adına ölmek ve öldürmenin yerini para
sahipleri için öldürme ve ölüm aldı…
Paraya hükmeden belirledi insanın kaderini…
İnsanların çoğunluğunun kaderi değişmedi,
sahipler değişince…
“Liberté, égalité, fraternité”
"Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik"
Sözleri kimin için söylendiğini öğrendi kısa
sürede insanlık…
Yanıtını yaratılan yeni sınıf Manifesto ile
ilan edecekti…
“Feodal toplumun çökmesiyle oluşan modern
burjuva toplumu, sınıf karşıtlığını ortadan kaldırmış değil. Yalnızca,
eskilerin yerine yeni sınıflar, yeni ezme koşulları, yeni mücadele biçimleri
getirmiştir.”
…
“Proleter hareket ise, son derece büyük bir
çoğunluğun, son derece büyük bir çoğunluk çıkarı adına giriştiği özerk
harekettir. Şimdiki toplumun en alt katmanı olan proletarya, resmi toplumu
oluşturan katmanların tüm üstyapısını bütünüyle havaya uçurmadıkça doğrulamaz,
ayağa kalkamaz.”
…
“Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!”
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.