Carmina Burana
Gelenekselliğin hala canlı bir şekilde yaşadığı diyarlardır
Bavyera eyaleti. Her ne kadar başkenti Münih sosyal demokrat yapısı ağırlıkta
olsa da kırsal bölgeye doğru geçildikçe geleneklerine bağlı ailelerin ağırlığı
hissedilir. Carl Orff’da geleneklerine bağlı bir müzisyen aile içinde
yetişmiştir. İlerleyen zamanlarda onu tanıyanlar; onu bir müzisyen değil de bir
Katolik rahibi olarak düşündüklerini dillendirmişler.
Elbette geleneklerine bağlı bir insan geçmişin tozlu rafları
arasından bugüne dair seslenecek şeyler arar, çünkü onun içinde bulunduğu
kültür onu ister istemez kütüphanelere sürükleyecektir. O bir müzisyendir ve
hayata notların perspektifi içinden bakmaktadır.
İçinde bulunduğu aile yapısı ve çevresi ona notların
evreninden dünyaya bakan bir pencere açmıştır, o hayata o pencereden
bakacaktır. Elbette her sanatçının hayalidir çalıştığı alanda en iyi ürünü
ortaya çıkarmak. Elbette her sanatçı adayı bilir, ‘pişmeden’ gerçek ürün ortaya
çıkaramaz. Olanak verilirse, o olanaklar içinde sanatçı eserini ortaya çıkarır
ve halkın beğenisine sunar. Carl Orff şanslıdır ve olanağa sahiptir.
Kafasında birikmiş notalar vardır, dinamiktir,
gelenekseldir, gelenekselliği aşandır aynı zamanda… Kafada biriken ve düzensiz
halde duran notaların bir hizaya girmesi için sözlere ihtiyaç vardır. Onun
kafasında ki notalar ileride bulacağı sözler üzerine yükselecek ve kantant
olarak tanınacaktır.
Bavyera Devlet kütüphanesinin tozlu raflar arasından bir
şeyler sanki Orff’a fısıldar. 12 ve 13. yüzyıla ait el yazmaları gün yüzüne
çıkmak ister gibidir. Kütüphanenin raflarına Münih şehrinin güneyindeki
Benediktin manastırından gelmişlerdir. Bu koleksiyon Bavyera Alpleri’nde
Benedikt’in papazlarına ait bir manastırda 1803 yılında bulunmuştur. Bu şiirler
karışık bir biçimde eski Almanca, Latince ve eski Fransızca öğrenci
şarkılarını, gezginci ozanların dizelerini kapsamaktaymış. Konuları ise ölüm
korkusu, günahlar, zevk, eğlence, bahar, talih gibi dünyevi konularmış,
dedikodu olmasın ama çok da müstehcen derler, bu yüzden papalık kurumu
tarafından hiç hoş karşılanmazmış…
Bu metinler, muhtemeldir ki 13. Yüzyıl goliardik repertuarın
Latin seküler şiirlerinin en önemlilerini oluşturur. Eserdeki şiirlerin nerede
ne zaman hangi şartlar altında, kimler tarafından yazıldığı hakkında bilgi
yoktur. Metinler genellikle bu ortak dil ile yazılmasına karşın, bazı
şarkılarda Almanca kökenli dizelerle karşılaşıyoruz hatta bazılarında Alman
şairlerin dizeleri de karşımıza çıkıyor. Gezgin şarkıcıların söylediği
şarkılarla coşup dans eden ve iyi Latince bilmeyen halktan insanların bu tür
Almanca dörtlükleri kolaylarına geldiğinden bu dizeleri ekledikleri tahmin
ediliyor. Almanca ve Latince dizeler yapı bakımından örtüştüklerinden özgün
melodiye uyarlamakta da sorun çıkmıyormuş. Saray Devlet kütüphanesinde çalışan
bilgin ve kütüphaneci Johann Andreas Schmeller, eserin tamamına
Benediktbeuren’den Şarkılar anlamına gelen Carmina Burana adını vermiş ve 1847
yılında ilk kez kitap haline getirerek geniş okuyucu kitlesine sunmuş.
Yıllar üzerinden geçtikçe var olan popüler olanlarda
unutulur, geniş halk kitlesi anlayabileceği ve daha popüler olana yönelir.
Kütüphane rafları arasında Carmina Burana eseri yeninden keşfedilmeyi bekler. O
bekleyiş 1930’lu yıllarda son bulacaktır. Ortaçağ ve tiyatro bilgisi ile Carl
Orff’un kafasındaki notlar bu bulduğu eserdeki sözler üzerine oturacaktır. “Carmina
Burana” hayat bulacaktır.
Ortaçağ müziğiyle çok yakından ilgilenen Alman Besteci Orff,
tüm bunları ses solistleri, koro ve orkestra için düzenlemiş ve çalgıları
-tıpkı eski çağlardaki gibi- insan sesini desteklemek düşüncesiyle kullanmış…
Eski Almanca ve Latin sözlerinden oluşan metinler bugün dahi
bir çok popüler kültürde ve reklamlarda kullanılan tanınmış eser 1936 yılında
ortaya çıkacak ve dönemin Führer’i Hitler önünde İlk kez 8 Haziran 1937'de
Frankfurt Operası’nda sahnelenecekti. Bilinen gerçek Hitler’in severek
dinlediği bestecilerden birinin Richard Wagner diğerinin Carl Orff olduğudur.
Ey talih,
ay gibi
değişkensin,
hep büyüyen
ve küçülen;
menfur hayat
önce zulmeder
sonra teselli eder,
zihnin görüşüne göre;
fakirlik
ve kudreti
buz gibi eritir.
Talih, canavar
ve boş,
sen çark-ı felek,
sen kötüsün,
servet geçicidir
ve daima kaybolur,
gölgeli
örtülü
bana da zarar veriyorsun;
şimdi oyun süresince
çıplak sırtımı
senin kötülüğüne teslim ediyorum.
Talih, sağlıkta
ve erdemde,
bana karşıdır,
güdülen
ve sindirilen,
daima esarette.
O halde şu saatte
gecikmeksizin
titreyen tellere vurun;
mademki kader
güçlü kimseyi yere çalıyor,
herkes benimle birlikte ağlasın
ay gibi
değişkensin,
hep büyüyen
ve küçülen;
menfur hayat
önce zulmeder
sonra teselli eder,
zihnin görüşüne göre;
fakirlik
ve kudreti
buz gibi eritir.
Talih, canavar
ve boş,
sen çark-ı felek,
sen kötüsün,
servet geçicidir
ve daima kaybolur,
gölgeli
örtülü
bana da zarar veriyorsun;
şimdi oyun süresince
çıplak sırtımı
senin kötülüğüne teslim ediyorum.
Talih, sağlıkta
ve erdemde,
bana karşıdır,
güdülen
ve sindirilen,
daima esarette.
O halde şu saatte
gecikmeksizin
titreyen tellere vurun;
mademki kader
güçlü kimseyi yere çalıyor,
herkes benimle birlikte ağlasın
Latince okunan sözlerin Türkçe karşılığını buldum, hep
birlikte dinlediğimiz eserin anlamını bilmiyoruz ama bilenler ise ülkemizde ki
sahnelemede sorun bile çıkarmışlar, çok müstehcen bunlar çıkarın!
“fluvtuant cotnraria
liscivus amor et pudicitia.
sed eligo quod video
collum iugo prebeo
ad iugum tamen suave transeo.”
“Aklımın karasız dengesinde zıtlıklar dalgalanıyor çılgın aşk ve iffet. Ama gördüğümü seçerim ben, boyunduruğa sunarım boynumu, teslim olurum bu tatlı esarete.”
liscivus amor et pudicitia.
sed eligo quod video
collum iugo prebeo
ad iugum tamen suave transeo.”
“Aklımın karasız dengesinde zıtlıklar dalgalanıyor çılgın aşk ve iffet. Ama gördüğümü seçerim ben, boyunduruğa sunarım boynumu, teslim olurum bu tatlı esarete.”
Serdar Yalçın ve Paolo Villa yönetiminde tekrar
yorumlanışını izleme ve dinleme şansına sahip oldum. Serdar Yalçın orkestrayı
öyle bir şekilde yönetiyor ki, her bir sanatçıya dokunuyor, her nota sahnenin
ne tarafından sese dönüşeceğine karar veriyor. Her enstrüman verilen görevi en
iyi şekilde yerine getiren sanatçıların elinde yeniden hayat buluyor. Soprano
Nazlı Deniz Süren ve Bariton Murat Güney sesinden bugüne taşınan ezgilere hayat
verirken Serdar Yalçın’nın yönlendirmesini de göz ardı etmediler. Onun sakin,
her şeye hakim duruşu sahnede yer alan çocuklar dahi zorlukları ortadan
kaldırdı ve muhteşem bir gösteriye dönüştürdüler. Ayakta alkışlandılar. Hatta o
kadar ki eser sunumu bitmiş olmasına rağmen tekrar tekrar sahneye çıkıp “O
Fortuna” ile seyirciyi selamlamak zorunda kaldılar… Seyirci oluşan atmosferden
kendisini kurtarıp salonu bile terk edemedi diyebiliriz…
Salon geniş ve sahne de büyük. Bu kadar sanatçıyı sahnede
tek tek yönetmek ve seslerin inişleri çıkışları arasında Latince metinlerin,
Almanca metinlere karıştığı anları ayırt etmek, notaların her birinin hangi
kelimeye dokunduğu duymak büyük bir birikim gerektirir. Sahnede bu esere hayat
veren büyük korolar, kemancısından, kontrbasına, vurmalı çalgılar aracılığı
ile seyircisine dinlediği eserin mistik yönünü ortaya çıkarır. Orff büyü
sözlerini kullanarak ve durmadan basit ve güçlü temaların tekrarıyla
dinleyiciyi büyüleyerek buna ulaşır. Seyirciyi o kadar büyüler ki seyirci
nerede olduğunu ve ne dinlediğini bile düşünmez, sözleri anlamaz ama verdiği
etki ile başka bir evrenin parçasıdır. Konser sırasında bazı kontrbas çalanlar
tellere dokunarak verdikleri tınılar ile yine bir bölüm kontrbasçı tellerin
üzerinden elde ettikleri sesleri seyirciye ulaştırır. Aynı grup içinde ama
farklı sesler bir bütün olarak salonun her yerine karışırken koronun sesine güç
verirler.
Carl Orff büyüleyici bir bestecidir. XIX. yüzyılın romantik
orkestrasına sırt çevirir; müziği korolar, vurmalı çalgılar ve çok basit
melodilerden oluşur. "Idıophone” çalgıları, özellikle doğu ve Latin Amerika
kültürüne ait çeşitli ziller de dahil olmak üzere, ziller, marakas,
glockenspiels, çanlar, flüt, tambur, kaval, üçgen, simbal ve Çin konilerini
kullanır. Timpanilerin etkisi genelde tehlikelidir zira ona göre “mutluluğa
büyülenerek ulaşılmalıdır”
Kantat üç ana bölümde sürekli olarak yeniden başlayan kutsal
aşkın ebedi çevriminde insanlığın genel kaderini anlatır. Giriş ve sonuç teması
olan Fortuna, İmperatrix Mundi (Talih,dünyanın efendisi) tüm ekip tarafından
bir arada söylenir ve evrensel yasanın çevrimsel ve kozmik ebediyetini temsil
eder.
Eserin temeli ilkel ve masif temaların vurmalı çalgılarla
vurgulanmış koronun tekrarından oluşmaktadır. Orff ritmi metnin anlatımı olarak
kullanmıştır. Burana’nın ses dünyası sesin sihirli büyülemeleri, ritim ve danstan
oluşmaktadır. Amaç bilerek yapılan garipliklerle beyinde çarpıcı bir etki
uyandıran ilkel geleneği hatırlatan büyülü semboller kullanılarak izleyicinin
ruhunda vurucu etkiler yaratmaktır.
Sahne ışığı, sadedir, o kadar büyük bir sanatçı topluluğunu
homojen ışık ile yakalamıştır. Işık bu gösterimde arka plana düşmüştür, daha
çok aydınlatma işlevini görmüş, sahne geniştir, tüm sanatçılara yetecek kadar
alan açılmış gibidir. Başkemancının konumu aslında sahnede diğer sanatçıların
nasıl konumlanacağını anlatır. Başkemancı konser öncesi gelip kemanı ile diğer
sanatçı arkadaşlarının ses ayarını yaptı. Çok dikkat isteyen ve orta öbekte
duran sanatçılar konserin hangi seyirde gideceğinin de işareti gibidir.
Yönetmen geldiğinde ilk olarak onu selamlaması anlamlıdır, zaten olması
gerekendir diyeceksiniz, çünkü yönetmen için her şey hazırdır, artık konser
başlayabilir. Konser bilinen bir ezgi ile başladı ve bilinen bir ezgi ile
bitti. Muhteşem bir geceye notlar, sözler (anlamadığım ama hissettiren sözler)
sözlere ve müziğe hayat veren yüzlerce kişinin sahnede ne kadar güzel bir dünya
yaratılabilineceğine olan inancımı tazeledi. Her bir kişi sahnede ne yapacağını
biliyordu, aksatmadan, yönetmenin direktiflerine uygun olarak yaratılan mistik
bir atmosferin içinde seyirci ile buluştu, seyirciyi ses ve notanın dansına
davet etti. Salon dışında yaşanan kırılgan dünyadan bir an bile olsa koptuk,
dışarıda yaşanan acılardan, kavgadan uzak bir zaman dilimini yaşatanlara
teşekkür ederim…
İsmail Cem Özkan
Carmina Burana
Carl Orff
Müzik Yönetmeni/Orketra Şefi: Serdar Yalçın
Koro Şefi: Paolo Villa
Soprano Nazlı Deniz Süren,
Tenor Algın Özcan
ve Bariton Murat Güney
İDOB Orkestrası ve Korosu,
İDOB Çocuk Korosu ve Beşiktaş Çocuk Korosu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.