Azaldık, hadi çoğalalım!
Siyasette azalarak çoğalmak kavramı vardır ama 12 Eylül’den
sonra sol istikrarlı bir şekilde azaldı, zaman zaman çoğaldı gibi gözüktü ama
gündemin sık değişimi içinde savrulup gitti. Elbette azalmak zaman zaman
gerçekten önemlidir, fakat azalmanın da niteliklisi olanı gelecek için umut
verir. Nitelikli insanların dışarıya düşmesi ile azalma var olanın daha da
tükenmesi ve yok olması anlamına gelir. Her dibe vuruş, yukarıya sıçrayacağı
anlamına gelmediğini 12 Eylül sonrası solun durumuna bakarak rahatlıkla
söyleyebiliriz, çünkü zemin çamurlaşmış, balçık görünümündedir ve oraya düşen
yukarıya ne yazık ki sıçrayamadı, sadece çırpındı...
Sol siyaset bizi ilgilendiriyor, çünkü özgürlük, adalet,
eşitlik gibi kavramlar sola aittir ve sağın bunları sağlamayacağını yaşadığımız
yakın tarih içine bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Liberallerin özgürlük
anlayışı ise işçi sınıfını daha fakirleştirmek/ köleleştirmek ve patron ne
derse ve patronun çıkarı ne ise ona evet anlamındadır. Kısaca, burjuvazinin
özgürlük anlayışının sonsuz, örgütlü işçi sınıfının yok olması anlamındadır.
Özgürlük kavramını hayatta karşılığını bulmak istiyorsanız
solun iktidara gelmesini sağlamamız gereklidir, çünkü o zaman sol olarak
kendilerini adlandıranların gerçek sol olup olmadıklarını ancak iktidardayken
test edebiliriz.
Sol, çoğu zaman sosyal demokrat çizgi içinde iktidara gelmiş
gibi algılanmaktadır. Oysa sosyal demokratlar iktidarları döneminde işçi sınıfının kazanılmış özgürlüklerin/
hakların tırpanlandığını, Almanya örneğinde olduğu gibi işçi sınıfının
kazanımlarının sessizce ortadan kalktığına şahit oluruz. Sosyal demokrat
olduğunu söyleyenlerin sosyallikleri sadece kitle partisi olmasından öte bir
anlam ifade etmediği, demokrasi kavramını ise muhafazakar partilerin
anlayışından ödünç aldığına parti içi duruşu ve işleyişine bakarak
söyleyebiliriz.
Sol, kendi zemini tam olarak tanımlayamaz ve ayaklarının
bastığı yerde örgütlü bir güç olmadığı zaman çöl kumunun üzerinde hareket eden
bir turiste benzer. En ufak bir kum yığının tepesinden aşağıya kayar, kum
fırtınasında yönünü kaybeder. Ortadoğu ülkesi konumuna gelmiş olan ülkemizde
sol özellikle kendisini çok iyi tanımlamalı ve bastığı zeminin kum olmamasına
dikkat etmelidir. Çünkü içine aldığı liberal düşüncelerdeki profesyonel
insanların etkisi ile küçük bir çıkar peşinde koşarken, gündemin hızlı değişimi
içinde savaştığı iktidar ile paralel düşünen bir konuma gelmiş ve
taraftarlarının aslı varken kopyası ile uğraşmam diyerek çıkarların iteklemesi
ile iktidarın yedek değneği oluverir.
Solun hedefi demokratik kitle örgütü olmak değil, iktidara
gelip toplumu dönüştürmek ve sınıfları ortadan kaldırmaktır. Sınıf mücadelesini
sınıfı ortadan kaldırmak için verir, çünkü sınıflar olduğu sürece özgürlük
gerçek anlamda yaşanmayacak ve çıkarlara göre özgürlük kavramı değişmeye devam
edecektir. Adalet kavramı da özgürlük kavramına bağlı olarak değişime ve algı
erkin gücünün etkisine göre anlamlandırılacaktır.
Sol neden dibe vurdu da sıçrayamadı diye sorduğumuzda
verdiğimiz yanıt genelde zeminin sıçramaya uygun olmamasını dillendiririz.
Peki, bu zemin neden sıçramaya uygun olmadı ya da geçmiş dibe vuruşlar ile son
vuruş arasında fark nereden kaynaklanıyor? Bu soruya somut durumlar ve tarih
çizgisi dikkate alınarak yanıt verilebilmiş olsaydı bugün sol hala dağınık ve
hala bir arada nasıl hareket edebiliriz sorusuna el yordamı ile yanıt arar
olmazdı. El yordamı ile yanıt aranıyor, çünkü 12 Eylül öncesi örgütlü yapılar
ile sonrası oluşan siyasi atmosfer arasında devamlılıktan bahsedemiyoruz. Kitle
olarak yok olmuş, ideolojik olarak bel bağladıkları sistem çözülmüş, yerine
yenisi henüz oluşturulamamış. Liberal düşünce yapısı ve algısı solu da içine
almış ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ ‘kendiliğindencilik’ anlayışı
hakim olmuş. Yenildiğini kabul edenlerin travması üstlerine yapışmış, onu
silkeleyecek yeni yapılanmanın henüz ortaya çıkmaması ve ülkenin içinde
bulunduğu düşük yoğunluklu savaş durumu, güçlerin ve siyasi odağın sürekli
değişimini gündem değişimi içinde yer alması bunda etkili olmuştur.
12 Eylül sonrası ülkemizde ‘proje’lere hayat verilmiştir.
Kısa süreli, amacı ve beklentisi belli olan projeler, profesyoneller ve
denenmişler tarafından parti eli ile toplum değişimi üzerine zaman ve kitle
algısı ile oynanmış ve çok önceden biçilen rollerin dışında yeni rotaya uygun
kısa süreli projelere hayat verilmiş.
Projeler kısa sürede beklenen amacına ulaşırken, yeni projeler ve
projelere uygun siyasi parti tabelaları değiştirilmiştir. Doğal olarak projeye
göre liderlerin beklentileri de değişmiş ve zamanın ruhuna uygun liderler
projelerin yürütücüsü olarak işlevsel hale getirilmiştir. Evrensel anlamda
çalışan değişik vakıflar temsilciklerini ülkemizde de açarak, vakıfların
denetiminde birçok toplumsal araştırma yapılmış ve projeye finans destek
sağlayanlar için ülkenin daha saydam olması sağlanmıştır. Doğal zenginlikler ve
var olan sanayi yatırımları ‘özelleştirme’ adı altında devlet elinden alınmış
ve uluslar arası firmaların birer şubesi konumuna getirilirken işçi sınıfının
örgütlenmesi önünde uluslararası bir duvar örülmüştür.
Ülkenin zemini değişirken elbette solun ayakları basması
gereken zeminde buna bağlı olarak değişmiştir. Sınıf mücadelesini gölgede
bırakacak etnik mücadele tercih edilmiş ve devlet buna göre ortam
hazırlamıştır. Tipik Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi din ile halklar bir
birine bağlanması proje olarak hayata geçirilmiştir. Her proje beklenen sonucu
elbette vermez, ülkemiz kağıt üzerinde %99 Müslüman olduğu kabul edilirken
ülkenin aslında %99 homojen olmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalınmış.
Ülkenin sorunları o kadar iç içe geçmiştir ki, hangi sorun
nerede başlıyor nerede bitiyor, hangi toplumsal katmanın odak noktası, hangisinin
değil ayrışımı bile yapılamayacak kadar giringen bir yapı projeye para
verenlerin önüne sorun olarak gelmiştir. Geçmiş devlet yapısı / anlayışı çökmüş
ve yerine gerçek anlamda bir devlet anlayışı henüz oturtulamadığı için gerilim
siyasetinden erk sahipleri medet ummaktadır. Gerilim siyaseti o kadar uzun süre
uygulanmıştır ki, toplum dinamikleri arasında cepheleşmeler artmış ve duygusal
bağlar çok zayıflamıştır bu durum da dış dinamiklerin alacağı tavır ülkenin
geleceğini belirleyebilecek konuma gelmiştir.
Gerilim siyaseti erk sahibine çöken sistemin sorunlarını saklayabilmek
için dış politikaya önem vermeyi zorunlu kılmıştır. içeride ki kaos bir anlamda
gözden uzak tutulmaya çalışılmış, sorun yokmuş gibi davranılarak sözde ‘çözüm
süreçleri’ başlatılmış, düşük yoğunluklu çatışmanın tarafları ilk defa bu süreç
döneminde ‘muhatap’ bulmuştur. Muhatap bulunmuş olsa da hukuki anlamda tek adım
atılamadığı içinde bu süreç başka gerilim politikası ile yok edilmiştir. Güneyden gelen politik çöl fırtınası karşısında
politikasız kalanlar günlük sorunlara küçük dokunuşlar yaparak, gündem
değiştirerek, sorunu zamana yayarak yok etme telaşındadır.
Özgürlük, adalet, eşitlik kavramlarına uzak olan muhafazakar
yapının bu yaşanan kaos ortamından çıkaracak somut bir projesi yoktur,
(geçmişte denenmişleri tekrar tekrar denemektedir) artık dışarında gelecek yeni
projelere açık ve verilecek projeler ile çıkış kapısı arayacaktır. Sol,
yaşadığı sorunları (örgütsel) aşamamış olduğu içinde iktidar, iktidarda kalmaya
ve zamana yayarak sorunu çözmeyi ummaktadır.
Azaldık, hadi çoğalalım!
Solcuların yan yana gelip nitelikli bir sıçrama yapması
kaçınılmazdır. Sol politikayı birilerin gölgesinde örgütlemek yerine kendi
ayakları üzerine durarak ve zemini iyi tespit ederek yapmak ile yükümlüdür.
Çünkü yaşanan düşük yoğunluklu savaş ya da hibrit savaşında çok can kaybetmeye
ve mülteci yolu ve mülteci veren ülke konumundan çıkamayız.
Bugüne kadar yapılan devletin etnik ve dinci örgütlenmeleri
sorunları çözmemiş, halı altına iteklemiştir. Halı artık akan kanı saklayamaz,
adaletsizliği gizleyemez konumundadır.
Geçmiş acılar tekrar yanşaması istenmiyorsa sol görev
başına!
İsmail Cem Özkan