Eleştiri…
Eleştiri olmazsa olmazımızdır deriz ama hiçbir zaman
eleştiriyi ya kaldırmayız ya da yok sayarız, çünkü her şeyi en iyi bilenlerin
olduğu yerde eleştiri olmaz; ya övülür ya da yerilir…
Eleştiri tarihini yazmaya çalışan biri mutlaka kendisi ile hesaplaşmak
zorundadır, çünkü eleştiri; kişinin kendisi ile yüzleşmesidir ona da özeleştiri
deriz. Özeleştiri ne yazık ki eleştiri ile birlikte buharlaşmış, ısınan
gökyüzünde suya dönüşmeyi bekler, bir gün kaybolduğu topraklara umarım yağmur
olarak iner…
Her yapılan pratik iş aslında geçmişin eleştiridir,
konuşmaktan daha çok üretin derler. Üretin geçmişe öykünmedir, en fazla
öykünenler geçmiş ile bir noktaya gelir ve kopar, çünkü yoktan var olmaz,
vardan da yok olmaz.
Bugün ne üretilirse üretilsin geçmişte ayağı yoksa varlığı
yok demektir. Her üretimin, her adımın, her söylemin geçmişte bağı olmak
zorundadır, birden postmodern söylem ortaya çıkmaz, postmodern de olduğu gibi
olaylar birbiri içine girip sonsuz ve karmaşık anlatım ile bitmeyen öykülerin
pasif, sistem ile çakışmayan, sistemin güzellemesini dolaylı yapan bir dil
ortaya çıkmazdı. Bugün yaşanan postmodern diye kabul edilen dil aslında liberal
söylemin edebiyat/sanat içinde karşılık bulmasıdır. Yani postmodern yıkar ama
yerine yenisini koymayı düşünmez. Yıkıntı halinde kalan ulus devlet gibidir,
yıkıntılar içinde kaos ortamında kalan bir bireyin neden yıkıntılar içinde
kaldığı, neden gökyüzünden bombaların kendi şehrini vurduğunu, koşusunun neden
birden radikal dinci olarak karşısına dikildiğini ve de neden dine sarılarak
özgürlükleri bilerek ve isteyerek kendi elleri ile yok ettiğini anlayamaz,
çünkü anlaşılmazlık, dil kuralları yerine kuralsız ve bilgisizce kullanılan dil
aslında bilinçli bir tercih olarak karşımızda durur…
Elbette postmodern dili kullanarak tam tersi söylemlerde
geliştirmek mümkündür, onun denemeleri olmuş olsa da genel içinde küçük bir
dalga konumunda kalırlar, genel ve gelmekte olan ve üzerimize çöreklenmiş olan
dalganın yönünü değiştirmez. Değişim ancak dalganın önüne bent oluşturup yeni
bir dili veya geçmişin güzel destansı ve zengin dilini keşfetmek ve yeniden insanlık
için, birlikte yaşam için geçmişin önemli yazlarına öykünerek oluşturmak
zorundayız. Bugünün popüler yazarları bizi boşlukta ayağı yere basmayan ve
sadece yıkımı meşrulaştıran, direnmeyi yok sayan bir konumda bıraktı…
Yaşadığımız çağdan ve algıdan kopuk herhangi bir şey üretme
şansımız var mı, belki vardır ama kopuk olan zaten anlaşılmazdır ve
anlaşılmayan şey de balondur. Toplumsal gerçeklikten uzakta yaşayanların iç
dünyalarını anlatması bile eleştirinin konusu içinde nereden baktığına bağlı
olarak ya beğenilir ya da yok sayılır… Çünkü eleştiri birçok kategorize edilmiş
dinamiklerin iç içe geçmiş halinin anlaşılır hale getirip okuyucuya
ulaşmasıdır… Sadece psikolojik çözümleme yetmemektedir, onun ile bağlı
sosyoloji ve sosyal bilimlerin diğer dalları da işin içine karışır. Eleştiri
sosyal bir olaydır ve bilimsel temelini aramaya da gerek yoktur, çünkü nereden
durduğunuza bağlı olarak değişim gösterir. Bir eleştirmenin beğendiğini başkası
beğenmez, doğaldır önemli olan o esere bakan okuyucunun kendi bakış açısıdır.
Ama eleştirinin de bazı kriterleri vardır ki kaçınılmaz olarak ortaya konması
gereklidir, nerden bakarsanız bakın dil kuralları bellidir ve yüzlerce yıllık
birikimin ürünü olarak karşımızda durur, o kuralları ben çiğnedim yeni dil
yarattım diye olmuyor, öncelikle anlaşılır ve ne anlattığı okuyucu tarafından
bilinmesi gereklidir. Birikim olmadan ürün olmaz.
Siyasi yaşantımız karanlığın içinde yaratılan cahillerin
hakimiyeti altında geçmektedir. Karanlığın dili genelin dili olur zaman içinde,
çünkü karanlık kendi hakimiyetini kurarken aynı zamanda kullanılan dili de
değiştirir. O dil cahiliyet dilidir ve cahiliyet dili ile üretilen her eser
geleceğe değil geçmişe övgü taşır. Gelecek geçmiştir onların dilinde ve geçmiş
bir şekilde yeniden yaratılır. Yaratılan geçmiş, geçmiş değildir, onların
kafasında ki gelecektir. İşte bu özleme en yatkın dil liberal ekonominin
yaratmış olduğu dildir ve modern olarak sunulan her çalışma aslında karanlığın
dehlizlerinde oluşan çığlıktan başka şey değildir, çünkü modern olarak sunulan
her çalışma aslında belirsizliği ve geçmişi savunur gibi, gibi gözüküp
geçmişten kopmaktır… Ayağı yere basmayan kulağa hoş gelen ama beyinde herhangi
bir iz bırakmayan konumundadır. Bakıp, okuyup, izleyip ve anında unutulandır.
Modern sanat merkezleri arka arkaya banka sponsorluğunda
açıldı, orada sergilenen absürt eserlerin çoğu yüzleşme değildir, sadece
geçmişin izinin silikleştirilip bugüne sanki bugünün ihtiyacına uygun sesin
değiştirilmesi olarak gelmektedir… Eserlerin sergilendiği mekanlarda ilk basın
sunumlarına katıldım, birçok eseri anlatan küratörler kafada yaratılanın gerçek
gibi sunulmasına şahitlik ettim. Evet, onlar belki kafalarında bir şeyler
tasarladılar ve sundular ama önemli olan seyircinin okuyucunun onu nasıl
algıladığıdır, sanat eseri, sanatçının üretiminden çıktıktan sonra artık onun
değildir, seyirci veya okuyucu onu nasıl algıladığı ve yorumladığıdır asıl
olan… Eleştiri denen kavram ile seyircinin algısı ile oynayıp, onun gözüne at
gözlüğü takma girişimine şahitlik etmekteyiz, çünkü var olan tüm medya araçları
bu modern olarak sunulan postmodern eserleri öyle bir şekilde sunmaktalar ki,
sanırsınız geleceği bunlar biçimlendiriyor. Geleceği, parası olanların siyasi
irade üzerine baskısı belirlemektedir ama esas belirleyici olan o baskıya karşı
direniştir. Direniş geleceğin nasıl olacağını biçimlendirir ve yeniden yaratır.
Yeniden yaratılan direnişler aslında geleceği de yaratır… Direnişi ve zulüm
karşısında dik duranları görmeyen her sanat eseri geçmiş ile bağını koparmış olarak
karşımda durur, çünkü direniş olmadan zulüm anlatılmaz…
Eleştiri bir anlamda direnmektir, övgü ise karanlığın hüküm
sürdüğü dönemlerde korkmak ve kendisini silikleştirmektir. Eleştiren bir insan
eleştirisi karşısında gelebilecek olan her tepkiye karşı direncini ortaya koyar
ve bir anlamda Donkişot’tur… Eleştirinin olduğu yerde özgürlük vardır, övgünün
olduğu yerde ise korku hakimdir ve övgü düzenler bir anlamda kralın
soytarısıdır… Elbette soytarılarda inceden inceye eleştirisini yapar ama kralın
bıraktığı özgürlük alanı içinde kalmak koşulu ile… Bugün sanat dünyamızın
eleştirmenleri yoktur, çıkar ilişkilerinin sağlamış olduğu bir eserleri görme
durumu söz konusudur. (Düşünün bir eleştirmen ayda on kitap eleştirisi değişik
yayınlarda yazabilmektedir. Yayınevleri ile eleştirmenin arasında ki maddi
ilişki söz konusu bile edilmez. ) Yaratılan ve sunulanın sermaye olarak
gösterildiği ortamda eleştiri ortadan kalkmış ve sadece piyasa belirleyicilerin
bir aracı konumuna dönüşmüştür. Bir eserin fiyatını artırmak adına ‘görünür
kılmak’ ve ‘farkındalık’ kelimeleri kullanılarak piyasa oluşturma işine
dönmüştür… Yaşadığımız çağ kırılmanın canlı olarak hissettiğimiz ve geçmişin
yaratımlarının yeniden gözden geçirildiği bir döneme denk gelmektedir.
Kırılmanın yaşandığı ve yeni kırılmaların oluştuğu bu süreç aslında eleştirmene
ihtiyaç duyduğu bir dönemdir, çünkü sistemin sahiplerinin elinde zaten
istenilen şeyler yaşanmaktadır, ulus devlet çökmüştür, onun yaratmış olduğu tüm
değerler ve direnişler tek tek ortadan kalkmıştır. İşçi sınıfı örgütsüz ve
işyerlerinden mahrum olarak kalmış işsiz bırakılarak bir anlamda sınıfı ortadan
kaldırmış gibiler… Fakat ortadan burjuvazi kalkmadığı sürece işçi sınıfı da
ortadan kalkmayacaktır. Sosyal adaletin yok olduğu yerlerde yaratılan her
devlet yok olmaya mahkumdur, küçük bir azınlık milyonları yönetemez, kontrol
edemez… Sosyal devletin ortanda kalktığı yerlerde devrim kaçınılmazdır, çünkü
bir küçük azınlık refah içinde ve parasına göre yaşarken olmayan paranın
sefaleti o yaratılan birikimi de ortadan kaldıracak kadar öfkeyi biriktirir ve
öfke bir kere yürümeye başladı mı hiçbir özel güvenlik o öfkenin önünde engel
olamaz…
Korku ve hoşnutsuzluk arttıkça insanlar din, ırk, ulusa
dayalı kendi grup kimliklerine daha çok sarılacak. Yaşanan her olumsuz durumun
sorumluluğu kendi grubu dışındaki insanlara yıkılacak ve kin artacaktır. Bu
durumda çöküşten kaçmak zorlaşacaktır. Toplumumuz yürüyen ve çürümekte olan
bedenlerden oluşmaktadır. Bedenin çürümesini ancak gerçek eleştiri ortadan
kaldıracaktır. Eleştiri var olanın yerine güzelden, iyiden yana bir şey
yapmaktan geçer…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.