Zamanın Boşluğunda
Dünyanın krizler, savaşlar ve belirsizliklerle sarsıldığı
dönemlerde sanatçının sorumluluğu yalnızca üretmek değil; aynı zamanda tanıklık
etmektir. Sanat, böyle zamanlarda bireyin yalnızlığını, toplumun çöküşünü,
umudun arayışını görünür kılma görevini üstlenir. Bu bağlamda sanatçının sessiz
kalma lüksü yoktur. Sanat, yalnızca bir ifade biçimi değil; toplumsal hafızanın
da taşıyıcısıdır.
İşte tam da bu anlayışla sahneye taşınan Anahtar Deliğinden
Gişeye Bakan Üç Kişi ve Sonat, absürd tiyatronun diliyle bugünün bireyini,
sistemle ilişkisini ve hayatta kalma çabasını anlatıyor. İzleyiciyi, zamanın ve
mekânın anlamını yitirdiği bir dünyaya çekerek hem düşündürüyor hem de rahatsız
edici sorular sorduruyor. Birey merkezli bir anlatımla, toplumdan soyutlanmış
bir sığınağın içinden hayata bakıyor.
Oyunun temel eksikliği ise tam da burada ortaya çıkıyor:
Yaşadığı toplumdan uzakta konumlanan bireyin, içinde bulunduğu krizin ve
sığınağın nedenleri seyirciye aktarılmıyor. Yazar, bireyin iç dünyasına
yoğunlaşırken toplumsal, siyasal ve sınıfsal bağlamı dışarıda bırakıyor. Bu
durum, oyunun çağımıza tanıklık etmesini engelliyor; onu zamansız bir ana
sıkıştırıyor.
Oyun, nükleer tehdidin gölgesinde, izole bir mekânda hayatta
kalmaya çalışan üç karakter üzerinden kurgulanmış. Kapı ve pencereleri naylon
muşambalarla kapatılmış bu alan, sadece fiziksel bir korunma değil; bireylerin
zihinsel kapanışını, içe dönüşünü ve iletişimsizlikle örülü dünyalarını da
simgeliyor.
Üç ayrı öykü, bu steril mekânda yer buluyor. İlk bakışta
birbirinden bağımsız görünen bu hikâyeler; bürokrasiyle yüzleşen bir yolcu,
kapı deliğinden özlemle bakan bir karakter ve boşluğun içinde kahkaha ile hayal
kırıklığını taşıyan, kimliksiz bireyler üzerinden ilerliyor. Temel ortaklıkları
ise şu: baskı, yalnızlık, zamanın kırılması ve anlamın çözülmesi.
Zaman ve mekân algısının belirsizleştiği oyun, seyirciyi
gerçek ile kurgu arasındaki sınırın silindiği bir düzleme davet ediyor. 1800’lü
yıllara gönderme yapılırken, nükleer santraller ve savaş uçakları gibi çağdaş
unsurlar da anlatıya dâhil ediliyor. Bu çelişkili detaylar, absürd tiyatronun
karakteristik yapısına hizmet ediyor.
Dekor oldukça etkileyici: Naylonlarla çevrili sahne, dış
dünyaya karşı alınan önlemlerin yarattığı paranoya ile bireysel yalnızlığı iç
içe geçiriyor. Her nükleer ya da bomba patlamasında, savaş uçaklarının sesleri
ve geride bıraktıkları yıkım, ışık ve ses efektleriyle birlikte sahnenin
dönüşümünü sağlıyor. Bu değişim yalnızca fiziksel değil; karakterlerin iç
dünyalarında da bir çöküşü betimliyor.
Oyunculuklar, absürd tiyatronun doğasına uygun biçimde
abartılı ama ölçülü. Beden dili, jestler ve ses kullanımıyla her oyuncu, kendi
karakterine ait özgün bir ifade dili kuruyor. Üç öykünün farklı yapısına rağmen
oyuncuların sahnedeki uyumu, anlatının bütünlüğünü koruyor. Her üç oyuncu da
kendi sahnelerinde öne çıkıyor. Ancak ben her oyuncuyu başarılı bulduğum için
tek tek yazmak yerine, üçünün birlikte sahneyi doldurmasını ve birbirlerinin
oyununu yukarıya çekmelerini özellikle vurgulamak isterim.
“Sonat” kavramı, oyunda yalnızca müzikal bir yapı değil;
sesin, hareketin ve bedenin yarattığı bütüncül bir anlatım biçimi olarak
kullanılıyor. Bu da oyunun estetik yönünü güçlendiriyor.
Günümüz dünyasında bireyin yaşadığı baskı, yönünü
kaybetmişlik, kimliksizleşme ve duyarsızlaşma gibi temalar, bu yapımda absürd
tiyatronun diliyle etkileyici bir metafora dönüşüyor. Ancak oyunun bireysel
psikolojiye kapanması, onu daha geniş bir tarihsel ve siyasal bağlamdan
koparıyor. Çağa tanıklık etmeye çalışan bir yapı olmaktan çok, zamanın
boşluğunda gezinen bir anlatıya dönüşüyor.
Yine de, absürd ve deneysel tiyatrodan hoşlanan izleyiciler
için düşündürücü, estetik açıdan güçlü ve cesur bir yapım olarak öne çıkıyor.
İsmail Cem Özkan
Oyun Adı: Anahtar Deliğinden Gişeye Bakan Üç Kişi ve Sonat
Yazan: Jean Tardieu
Uyarlayan ve Yöneten: Ömer İvedi
Oyuncular: Barış Akkoyun, Gökçe Burcu Zümrüt, Bahar Karaoğlu