Ahmed Arif Anadoluyum ben…
21 Nisan 1927 yılında Diyarbakır Hançepek semtinde dünyaya
gözlerini açıp ilk çığlıklarını bıraktığında ailesi oğullarının Türkçeyi en iyi
şekilde kullanan bir şair olacağını düşünemezdi… o yaşadığı çevreden, gittiği okuldan aldığı
öğrenim ile özgür düşünceyi ve hayal dünyasının sınırlarını sonsuz olduğunu
farkına vardı. Nazım hikmet’in şiirlerini Halkevleri'nin dergilerinden okudu,
sınıf bilincini öğretmenlerinin klasik Rus edebiyatının çeviri romanlarının
ders olarak işlenmesinden anladı… Köy Enstitüleri öğrenime kazandırdığı çeviri
kitaplar geri kalmış ilerlemek için çaba sarf ederken işbirlikçi sermeyenin
devletinin yaratmış olduğu tüm çelişkiler Ahmed Arif’in bilincinde yeniden
biçimlenmiş ve yorumlanmış…
Kürt halkının zalimin hükümdarlığı altında yaşamış olduğu
acılar onun ezgilerinde ileriye taşınmış, acıların dile geldiğine ‘Otuzüç
Kurşun’ şiirinde şahitlik eriz…
“ Baktı otuzüçten
biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere. “
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere. “
Resmi tarihin yok saydıkları onun şiirinde hayat bulmuştur,
kuşaktan kuşağa aktarılan o otuzüç yurtseverin hikayesi bugün tüm çıplaklığı
ile bilinmektedir…
Şiirlerinde hep ezilen insandan yana oldu ve ezilenlerin
kardeşliğine vurgu yaptı. Geldiği yeri unutmadan, sınıf mücadelesini örgütlü
olacağını gözden uzak tutmadı. Öğrencilik yıllarında gözaltına alınışı yazmış
olduğu bir şiirinden dolayıdır. O yazdığını inkar etmez savunur… Yarım ve henüz
bitmemiş şiiri başına açmış olduğu bu felaket sırasında babasını kaybetmiştir,
babası onun içeride olduğunu bilmeden aramızdan ayrılır…
Acılardan yorulmuş yaşantısının içine giren tüm diğer
yaşamlar ile birlikte Metin Boran ozanın hayatını sahneye taşımıştır. Tek
kişilik oyunda ozana hayat veren Murat Yılancı dönemin anlayışını ve ozanın
vermek istediği mesajları sahnede başarılı bir şekilde yerine getirmektedir.
Her bir cümlesi, vurgusu ve mimikleri ilmek ilmek işlenmiştir. Tek başına
sahnede olmak hem avantaj hem de dezavantajdır, çünkü unuttuğunuzda size yardım
edecek biri yoktur, o an ustalığın gereğini yerine getirmek ve seyirciye
hissetmeden durumu kotarması gereklidir, ama canlandırdığı kişi büyük bir ozansa
ve hem de doğum gününe gelen bir günde sahneye çıkmışsa omzuna aldığı yük daha
fazladır… Murat Yılancı bu zorlu görevi başarılı ile sahnede
gerçekleştirmiştir.
Sahne düzenlemesi, seyirciye göre sol tarafta bir çalışma
masası vardır. Ozanın daktilosu, okuduğu kitaplar, karalamaları olan şiir
notları olan kağıtlar… Anadolu’yu sembolize eden bir halının üzerinde
durmaktadır… Masanın sağında yerde yatan
falaka için kullanılmış, gerek olduğunda savunma için barikat olan bir
sandalye… Onun sağında ise koltuk… Oyuncu bir kişiliğe hayat verirken bu sahne
düzenlemesi içinde rahat hareket edebilmektedir…
Işık, oyuncuyu takip etmez oyuncu ışığı ile buluşur… Özel
tiyatrolar düşük bütçeli işler içinde olanı en iyi şekilde kullanmak
zorundadır… var olan olanaklar içinde ışık oyunun ruhuna yakışır, oyuncunun
mimiklerini öne çıkarak-n bir düzlemdedir… Seyirciyi sahneye
bağlayabilmektedir…
Metin Boran’ın yazıp yönettiği oyun hem büyük bir ozanı yeni
kuşağa tanıtmakta hem de yeniden onun hayatını yorumlamaktadır…
Oyundan çıktığınızda hemen unutacağınız bir oyun değil,
etkileyicidir… Balon ve para kazanmak amaçlı üretilmeyen oyunda yakın
tarihimizin ozanın çevresinden bir kere daha yorumlandığına şahitlik
etmekteyiz…
Rampa Tiyatro adına yapımcılığını Selin Ayık yaptığı oyunda;
Işık: Yüksel Aymaz
Dekor: Ş. Fırat Çete
Kostüm: Melis Tamtaş
Türküler: Celal Güzelses
Asistanlar: Melis Tamtaş, Burcu Kurt, Sude Naz Çimen
Afiş: E. İpek Topal’ın emeği üzerine oturmuştur.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.