Galata Gazete


18 Nisan 2017 Salı

Yeldeğirmeni'nden Yahudiler Geçti, Geriye Anıları Kaldı

Yeldeğirmeni'nden Yahudiler Geçti, Geriye Anıları Kaldı

Harun Niyego, Yeldeğirmeni’nde doğmuş, ilk gençlik yılları orada geçmiş Yahudi bir ailenin çocuğu. Çok kültürlü, çok dilli ve çok inançlı bir İstanbul’un Anadolu yakası çocukluğun geçtiği yerleri bize anlattı…

Çocukluk anılarının olduğu yerler, değişen şehir yaşantısı ve kültürü içinde yok olmaktadır, ayakta kalanlar ise bize geçmişten bir şeyler fısıldar, orada yaşanan acılar, mutluluklar, düğünler, bayramlar… İç içe geçmiş yaşamın zamanını anılar yaşatırken, anıları taze tutan ise o bölgede yaşanmış binalardır…

Sultan III.Mehmet'İn annesi Safiye Sultan'ın isteğiyle 1597 yılında isteği üzerine bir cami inşaatı başlamış, fakat caminin inşaatı oraya yerleşik olanları başka yere göç etmesi anlamına gelmektedir. İnşaat için uygun görülen yer bir yerleşim yeridir ve orada binlerce Yahudi ailesi yaşamaktadır… İstek emirdir ve o emir gereği inşaatın başlamasına aylar kala boşaltılması gerekmektedir ki Yahudiler oradan Anadolu yakasına doğru göç etmişlerdir. İlk olarak karşı kıyıya giderler. Karşı kıyı yani Kadıköy ve Üsküdar.  Varlıklı olanlar her dönem varlıklarına uygun rahat bir yaşam sürerken, orta gelirli olan esnaf olan ahalinin tercih şansı yoktur, bütçelerine uygun yerlere gitmek ile yükümlüdür. Ki gittikleri yerler o dönem arazi olan ve köy statüsünde olan yerlerdir. Kuzguncuk Yahudilere kucak açar… Yeldeğirmeni onlara Kuzguncuk yangınından (1872) sonra kucağını açar ve Yahudi aileleri rüzgarın sert estiği tepeye gelir yerleşirler… İşyerleri karşıdadır, yaşam alanları ve aileleri ise Anadolu yakasında… Havaların çok sisli ve denizin kabardığı günler Avrupa yakasında işyerlerinde geceyi geçirmek zorunda kalırlarmış, hava bozdu mu aileleri bilirmiş eşleri ya Üsküdar üzerinden onlara ulaşacak ya da işyerlerinde geceleyeceklerini… İki ayrı dünya, bir inşaatın parçaladığı yaşamların zamanın rüzgarı ile savrulmalarını ortaya çıkarmış olduğu yeni hayatlar ve anılar…

1800’lü yılların ikinci yarısında Yeldeğirmeni’ne Yahudilerin gelmesiyle semtte apartmanlaşmanın başladığı görülmektedir. 18.yüzyılın başlarında oluşmuş olan sokakların denize bakan yamaçlarında apartmanlar, üst düzlükte ise ahşap evler ağırlıklı olarak göze batmaktadır. Genellikle apartmanlar Yahudilere,  ahşap evler ise Türkler, Rumlar ve Ermenilere aitti. Bugün dahi birçok Yahudi apartmanı ev sahipleri değişmiş olsa da varlığını ve anılarını yaşatmaya devam ediyor…

II. Abdülhamit Haydarpaşa Sinagogu’nu yapmaları için Yel değirmeni Yahudilerine izin vermesi orada yaşayan cemaatler arasında tartışmaya neden oluyor. Bu tartışmaların Yıldız Sarayına kadar ulaşması üzerine Abdülhamit orada yaşayan ahaliyi rahatsız etmemeleri kaydı ile inşaata devam etmelerini buyurur… Bunun üzerine sahile getirilen taşlar omuzlar üzerinde sinagog inşaatının alanına taşınır ve ağır ağır inşaat kendisini sinagog olarak gösterir. Elbette burada da bir anı gizlidir, inşaat yapılırken bir sorun çıkmıştır ortaya, çünkü dini inançları taş oymacılığını yasakladığı için inşaatın kimin yapacağı ve kimin çizeceği üzerindedir… Burada şansları yaver gider. Planları Avusturyalı bir mimar tarafından çizilen ve iki bin altın liraya mal olan Haydarpaşa Hemdat İsrael (İsrailoğullarının Şefkati) Sinagogu 3 Eylül 1899 günü Roş Aşana bayramı arifesinde hizmete girmiş. Sinagogun giriş kitabesinde; “Ki Beti Bet Tefila, Yikare Lehol Aamim / Benim evim dua evidir, bütün milletlere açıktır.
Pithu Li Şaare Tsedek / Bana doğruluk kapısını açınız
Avo Vam Ode Ya / Oraya geleyim ve Tanrıya şükredeyim
Nigmor Abayit Be Sof Hodeş Rahamim. 5659 / Ev Ellul ayının sonunda tamamlandı. 5659” yazmaktadır.

Sinagog açıldıktan sonra çok önemli ziyaretçileri ve bağış yapanlar olmuş… Onların bağışları sonucu bugün ki görünümüne kavuşmuş…

Yeldeğirmeni’nde yaşayan Yahudilerin Judeo-Espanyol (Ladino) dilini konuştuklarını ve çocukluğunda bu dilin sokaklarda yankılandığını ve hala kulaklarında olduğunu vurguladı Niyego.

Birinci ve ikinci dünya savaşı sırasında yaşananlar elbette burada yaşanan çok kültürlü yapının ağır ağır bir daha tekrar yaşanmasına olanak vermeyecek şekilde bozulmaya başlamış. Kendi aralarında ki küçük sürtüşmeler, aşklar anılarda kalırken gidenin yerini yeni ev sahipleri doldurmuş… En son Varlık Vergisi buranın Yahudi toplumun daha da fakirleşmesini, işyeri sahibi olanın işyerinde işçi olarak çalışmasına kadar dönüşüme sebep olmuştur. Cihan savaşına şehit düşmüş azınlık mensuplarının yok sayılması ve onları görmemezlikten gelinmesi cemaat üyesini bugün dahi üzmektedir. Örneğin Çanakkale savaşı sırasında ölen askerlerin hepsinin Müslüman’mış gibi sunulması ve sadece onlar için rahmet dilenirken Ermeni, Yahudi, Rum şehitler için ve onların dini adamlarının o anma toplantılarında olmaması yürekleri acıtmaya devam etmektedir. Yeni gelen nesil bu gerçeği bilmediği için içimizde ki azınlıklara karşı düşmanlık bilerek ve isteyerek devlet eli ile körüklenmeye devam etmektedir.

Bugün Yeldeğirmeni sokaklarında ne Ermenice, ne Ladino dili, ne de Rumca çocukların ağzında ve oyununda duyulmuyor. Yerlerini bugünlerde yabancı öğrencilerin geçici oturdukları evler ve Cafe’lerde İngilizce dilini duymaktayız ama onlarda geçicidir… Haydarpaşa garı inşaatı sırasında Almanlar buraya gelmiş yerleşmiş, çoğu Yahudilerin kiracısı olmuş, Alman lisesi bugün bina olarak varlığını koruyor olması onun geçmiş anılarını bugüne taşıdığı anlamına gelmiyor, çünkü yağmalanmış bir liseden geriye sadece konuşamayan duvarlar kalmış…

Yeldeğirmeni sokakları bugünlerde canlıdır, fakat geçmişin çok kültürlülüğünden, çok renkliliğinden çok şey kaybetmiş, yerini dolduranların sadece geçmişin anılarını yok etmekle kalmamış, geçmişi bugünden koparmıştır. Her ne kadar artık özel günlerde işlevsel olan sinagog kaybettiği cemaatini sessizce ağıdını yakmaya, kilise amacının dışında kaybettiği cemaatinin o coşku dolu Pazar ayinlerini, paskalya bayramının renkliliğini kaybetmiş, Ermenilerin, Almanların ve Laventenlerin yerleşim yeri betonlar ile kaplanmış, dar sokaklarından doldurulmuş denize doru bakan Haydarpaşa Garının yanmış haline göz yaşını dökmeye devam etmektedir.

Harun Niyego çocukluk anılarının yeniden gözlerinin önünde canlandırdığı, eskiden oturduğu apartmanın apartmanların arasında yok olduğu, kilise merdiveninde oturup Rum arkadaşı ile yaşadığı dostluğu, Ermeni arkadaşı ile Paskalya bayramında onların neşesine katıldığı, Yahudi gençler ile birlikte çimenlikte koşturdukları, papatyaların oluşturmuş olduğu beyaz bahçede piknik yaptıkları daha dün gibi gözünden geçerken, bugün artık dünden kalan anıların esintisine eski bir kilisenin bodrum katında ki salonda bizim yüzümüze hafif poyraz esintisi olarak ulaştı. Bir zamanlar ne güzel çok renkli, çok kültürlü, çok dilli olan bu yer nasıl çöl toprağının yakıcı havasına dönüştüğünü hissettik…

Erguvan ağaçlarını açtığı bugünlerde ne kadar az ağaç kalmış boğazda diye düşündüm… Bahar ayları boğaz erguvan ağaçlarının rengine bürünürken esen rüzgarın etkisi ile tüm sokaklar erguvan ağacının çiçeğinin yaprakları ile dolduğu geçmiş artık yok, yerlerini beton binaların aldığı, boğaz çakılan kazıklar üzerine oturtulmuş yolların olduğu ve sürekli doldurulan bir deniz konumuna dönüştü. Ne küçük kayıklar var, ne de yunus sürülerin boğazı geçerken yaptıkları dansları… geçmiş ayağımızın altından kayarken anılarda Alzheimer hastalığın pençesinde ağır ağır yok olmaktadır…

Değişen, savaştan savaşa koşan, yok olan ulus devletinin yerini dolduramayan liberalizm yaratmış olduğu kaos ortamında teknolojinin imkanları ile benliğimizi, anılarımız elimizden alan, çocuklarımızı bizden koparan bir dünyada, liderler birer birer diktatöre dönüştüğü zamanın ruhunda kendimi Stefan Zweig ruh halinde hissettiğim bu günlerde anıların sıcaklığı yaşadığım anı bir an olsa da dışına çıkıp bakmama sebep oldu… “über alles… “ diyen liderlerin dünyada yerlerini alırken, yok olan renklere bir daha bakmak önemlidir… “Bir daha asla” dememiz için geçmişimizi bilmek ve çocukluk anılarımız ve yaşadığımız alana sahip çıkmak zorundayız, aksi halde geçmiş bir savaş oyununda eğlence olarak anlaşılır ki, savaşa gülen nesillerin olduğu zamandan korkuyorum…

Anıların anlatıldığı her toplantı burada ne güzellikler yaşanmış demek için bir fırsattır… Keşke o güzellikleri bende yaşayabilseydim… Belki sırf o yüzden ana dili farklı olan bu toprağın güzel bir kadını ile evlendim… Farklıklar ile birlikte yaşamak işte benim geleceğim budur…


İsmail Cem Özkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.