Çirkin
Bir çiftlik evi, dışarıdan bakan için belki bir yerdir, fakat içine baktığımızda acılar, aldatmanın ve sonucunda yaşanan bir trajediyi içinde barındırır. Zengin bir adam unvan için soylu bir ailenin kızı ile evlenmiş ama onu da evlilik süreci ve öncesi aldatmış. Macera ruhu sonunda onu frengi hastalığına yakalanmasına sebep olmuş, yakalandığı hastalığı karısına ve hamile olan çocuğuna geçmiştir.
Aldatıldığını ve hastalık kaptığını anlayan anne çocuğunu doğurmuş ama doğan çocuk kambur, çirkinmiş... Ret etmiş. Doğan çocuğuna elini sürmemiş, bir kadın tutmuşlar, süt anne. Çocuğa o bakmış… Zaten anne bu acılara dayanamayarak iki sene sonra ölmüş.
O gün doğan çocuk büyümüş, içinde biriken yalnızlık onun kaderi olmuş…
“Gerçeği söylemek gerekirse yalnızlık tek başına olmak değildir. Düşünceler, yalnız insanlara her zaman eşlik eder. Çare bulunmayan yalnızlık başka bir şeydir. Gerçek yalnızlık karşısındaki insanın bakışlarında kendini gösteren yalnızlıktır. Sık sık başkalarının sayesinde var olduğumu anladığımı söyledim. Yine başkalarının sayesinde tamamıyla, kesinlikle, çaresizce yalnız olduğumu anladım .”
Farkındadır her şeyin ama elinden bir şey gelmemektedir… Süt annesi Gaixa ona kendi çocuğu gibi sarılır, onu büyütürken o da dışlanmış, hor görülmüştür… Çirkin kambur çocuk görünümün aksine çok zekidir, farkındadır ama elinden bir şey gelmemektedir. O ne zaman insanlara yakınlaşmaya kalsa bir kötülük ile karşılaşmıştır.
Zaman zaman babası onları görmeye gelir ve iç çekerek bakarmış. Eğer normal çocuk olsaydı büyük adam olacağını vurgulardı… yalnızlık kütüphanede olan kitapların hepsini okumasını beraberinde getirmişti. Hayal dünyası onun yalnızlığını yok ediyordu. Görmediği yerleri özellikle denizi merak ediyordu. Denize çok uzak olmamalarına rağmen denizi görmemişti…
Umut varsa beklenir.
Gaixa havaya bakıp denizde kalanların durumundan bahsederdi, sanki o denizi canlı bir varlık gibi tasvir ederdi… Onun anlatımları çirkin’in hayal dünyasını daha da canlı tutuyordu. O denizi görme umudu içinde evinde bekliyordu. Bir de sevgili, konuşabileceği bir insan…
“Bir kambur, bir çirkin kesinlikle kalp sahibi olmamalı. Ama benim bir kalbim vardı ve ben onunla ne yapacağımı bilmiyordum. Birinin beni dinlemek isteyebileceği umuduyla onbeş yıl bekledim. Bunu bir düşün. Bu iki sözcük, bizim buralarda eş anlamlıdır. Çünkü umut varsa beklenir.”
Bu düşüncelerin olgunlaştığı günlerde babası hastalanmış ve artık ölüm döşeğindedir. İlk defa kalabalığın içine çıkmıştır. Kamburuna dokunan el onun canını çok acıtmıştır, elbette el değil kelimeler… kahkaha…. Ona yönelik korku dolu gözler ile bakışlar…
Yalnızlığı artık daha da fizikidir, çünkü çalışanları babası öldükten sonra onu terk etmiş ve tek süt annesi ile birlikte yaşamak zorundadır… onun hayattaki tek bağlantısı bir kişidir.. bir de ağzından eksik etmediği sevgilisi… Linda!
Senin onlara ihtiyacın yok ama onlar sana muhtaç!
Çiftlik bakımsızdır, işçi almak zorundadır. Süt annesi ona akıl verir ve kötü olmasını öğütler, çünkü iyi niyet ile davrandığı sürece suistimal edeceklerdir.
“Onlara elimi uzatmıştım ve onlar içine tükürmüşlerdi.”
Kötü olmak aslında çiftliğin yaşaması için gereklidir. Köylüleri maddi yönden sıkıştırır, evlerini almak ile tehdit eder ve köylüler çiftlik işlerine dönerler…
Geceleri dolaşmaktadır, çünkü karanlık çirkinliğini örtmektedir. Bir gün gece sokakları gezerken yolunu kaybeder ve yolunu sormak için bir kadına yanaşır ve kadın korkusu ile onun yüzünü yakar. Çirkin doğumdan sonra en büyük yarayı bu karşılaşmadan alır... Artık yüzünün yarısı da yanıktır… Korkunçtur…
İnsan ahlaksızlığının sonsuz olanaklarını değerlendirmeyi öğrenmiştir kendi deyişiyle. İşçilerine kötü davranır, borçları yüzünden evlerini ve topraklarını ellerinden alır, kadınlarıyla yatar. Yolunu şaşıran kadınları korkutur, onları bir canavar olduğuna inandıran oyunlar oynar. Sadece yol sormak istediği insanlar tarafından saldırıya uğramış ve kötü ilan edilmiştir. Sevgiyi ararken kötülüğü bulmuş ve hayallerini paramparça ederek çirkin bir canavara dönüşmüştür sonunda.
“Huzur ise hayal kurmamaktır. Hayal kurmaktan bıkmıştım.”
Denizin yakınında olan oteline gider ama otelden önce denizi görmek ister ve görür. Kafasında canlandırdığı karşısındadır. O hayal olmaktan çıkmıştır.
Gitar sesini duyar, yardımcılarına gitar çalanı çağırmalarını ister ve gitar çalandan kendisine ders vermesini ister ve bu isteği kabul görür… Bir yıllık anlaşma yaparlar.
“İşte o an gitarın hayallerimden kurtulmama yardım edeceğini, onlara bir şekil verebileceğini anlamıştım.” Bir kere daha insanların karşısına çıkmak ve kendisini odluğu gibi kabul etmeleri için bir olanak görmüştü…
Çiftlikte birlikte yaşamaktalar ve “gitar çalan Jairo karşımda öylece oturuyor, hatalarımı söylüyordu. Bana cesaret veriyordu. Her zaman neşeliydi. Beni kendine eşit gibi görüyordu, bir insan gibi yani. Bir insan gibi davranılmak harika bir şeydi. İlk kez birisi beni adımla çağırıyor ve benimle korku ya da art niyet olmaksızın konuşuyordu.”
O farklı biri değil insandı…
Gitar çalan bir insan hayalperesttir. Hayal her türlü iyiliğin ve kötülüğün ötesindedir.
“İnsanlar arasına üçüncü çıkışımı yapacaktım. İlk seferinde beni dikkatle incelemek ve alay etmekle yetinmişler; ikincisinde yüzümü mahvetmişlerdi. Üçüncüsünde ne olacaktı? Korkuyordum hem de çok!”
Süt annesi Gaixa babasının mezarı başında taşlanarak ölü bulunur. Gaixa öldürüldükten sonra tam anlamıyla yalnız kalmıştır. Daha da hırçınlaşmıştır, sanki çevresinden öç alma dürtüsü içindedir… Köylülerin her isteklerini ret eder, kötüdür, daha da kötüleşmiştir…
Bahar gelir, içinde ki korkunçluk yerini sevinç ve umut kaplar. Gitarı yani sevgilisi Linda ile ilk defa halkın önüne çıkmaya hazırdır. Denizde kaybolanların kutsayan törenlerde o da gitarı ile (Linda) ile halka karışmak ister… Beklenti yaşananları karşılamaz…
Toplumuna karşı verdiği bir var oluş savunması kendini son kez ifade etme çabasıdır. Büyük bir coşkuyla, kendinden geçerek gitar çalmasına rağmen o büyük önyargıyı kıramaz ve şeytana alet olmakla suçlanır tekrar lanetlenir.
Ne olursa olsun kırılamaz bir önyargıyla karşı kaşıya olduğunu anlar ve bu kapalı topluluğun vicdanını rahatlayacak tek şeyi yapmaya kendini yok etmeye karar verir.
Öldüğünden emin olduktan sonra ise denizin kıyısında bırakıp gittiler…
Konusu yukarıda ki gibidir. Oyunda birçok imge kullanılmıştır. Kuklalar ve mumlar… Her bölüm bir mumun sönmesi, yalnızlaşması ve yok olmasını simgeler. Her olay çirkini daha da yalnızlaştırır, içinde beslediği umudu söndürür… Kuklalar olayın içine giren, anne, baba, süt anne, gitarist ve gitardır… Kısaca hayatının insanları kuklalar ile canlandırılır ve onların iç konuşmaları çirkin tarafından bize aktarılır…
Semih Çelenk öyküyü yeniden kurgulamış ve sahnede canlandırılır hale getirmiştir. Öykünün kurgusu ve sahnede ki akışı alkışı çoktan hak etmiştir… Sahnede bir çirkin gözükür ama perde arkasında gölgesi yansıyan gitarist Jairo (Mert Demir) vardır. Oyunun ruhudur aslıdan ve o ruhunu seyirciye başarılı bir şekilde sunar… Çirkine hayat neren Hamit Demir gerek makyajı, gerek felçli şekilde sürekli aynı konumunu koruması, gerek ses vurguları ve sesini gerektiğinde yükseltip, gerektiğinde alçaltarak seyirciye anlaşılır bir şekilde mesajını iletmesi açısından çok başarılıdır… Onun başarısını makyaj yanında ışık ve sahne düzenlemesi eşlik etmektedir… Deniz vurgusu sahnenin karakterini belirtir, dalgalar arasında giden bir öykü… Deniz aşkı, özlemi, gitar… ışık burada çok önemli bir işlevi yerine getirmektedir, çünkü o sesin yükselmesi ve alçalmasına uygun olarak ışık da seviyesi düşülerek, gerektiğinde daha da aydınlanarak sahnenin içinde ışık oyuncuyu ve öyküyü takip eder…
Öykü bireyi anlatır ama asıl anlattığı toplumun önyargılarının birey üzerinde ki yıkıntısı ve bireyin toplum önyargısı karşısında direnişini, toplumun bilerek güzellikleri çirkinlik adı altında yok etmesini sahnede buluyoruz… Bu bir kültüre ait değil ne yazık ki küresel dünyamızın yaratmış olduğu yeni bir kültüre karamizah yönünden eleştiridir…
Kısaca ve bu kadar uzun bir yazının arkasından hala izlemedim diyorsanız fırsatınız vardır, bir gün yaşadığınız yere bu oyun gelirse gidin yaşayarak benim sözlerimi kontrol edin... Ayakta alkışlamayı da unutmayın…
İsmail Cem Özkan
Çirkin
Yazan: Michel del Castillo
Yöneten: Semih Çelenk
Yönetmen Yardımcısı: Hale Üstün
Oyuncular: Hamit Demir
Dekor: Erhan Alabaş
Kukla Tasarım ve Uygulama: Şafak ve Adem Dağlar
Işık: Murat Bakır
Kostüm: Ayşe Selecik
Müzik: Gitarist Mert Demir - Kajon Oğuz Kaan Özgen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.