Dergiler…
Dergiler kağıt kokusunu, matbaada ki çalışanların alın terini elinize taşıyan araç olmasının dışında en büyük kazancı hiç tanımadığınızı bir kelime ustasının size sayfa arasından göz kırpmasıdır... Dergiler birbirinden farklı, birbirinden ayrı dünyalarda yaşayanların bir arada okuyucuya seslendiği sayfalardır…
Dergiler her ayın belirli günleri postadan size ulaşır, eğer abone değilseniz bayilerden ya da en fazla bulacağınız birkaç kitabevinin dergiler bölümünden elde edebilirsiniz… Şansınız varsa eğer, dergiyi basan, yazan, oluşturan emekçilerin bulunduğu yere gidip almak. İşte onun hazzı başkadır, çünkü alınterinin tek bir damlası bile size başka dünyalara açılan kapı ancak alın teri ile mümkün olduğunu somut olarak gösterir. Alınteri olmadan birikim olmaz…
Yaba Edebiyat Ankara merkezli başlayıp İstanbul sahaf dükkanında devam eden uzun bir tarihin bir parçasıdır. Uzun sanılan ama tarih içinde kısa zamanın edebiyata, yazara, şaire bıraktığı izinde görebileceğiniz bir dipnotu özelliğini gösterir. Bir dönemi incelemek istiyorsanız edebiyat dergilerini karıştırmadan yapılan her inceleme eksik kalmış demektir.. birileri oturup bilinen kalıplar içinde bir iki yere bakıp işte ben arkeoloji çalışması yapar gibi tarih yazıyorum diyemez… Edebiyat dergileri yaşanan zamanın ruhunu üzerinde en çıplak olarak taşıyandır. Eğer popüler değilse o edebiyat dergisi içinde acıları, ezilmişleri ve de mazlumların sesini duyarsınız…
Sözü fazla uzatmadan söyleyeyim dergi sayfaları içinde size seslenen ve daha öncesi hiç tanımadığını bir değerli birikimin nefesini hissedersiniz. Size Sait Faik öykülerinden fırlamış gibi biri “şişt!” diye seslenir... Önce pek önemsemezsiniz, duymazdan gelip geçersiniz, sonra bir kere daha o sayfadan geçerken aynı sesi duyarsınız, “şiiişşşşt”! Göz ucu ile bakar ve tanıdık birinin yazısını okumak için sayfayı çevirirsiniz, ama ay uzundur… Uzun ay ister istemez siz o “şiişt!” diyen sayfa ile buluşturur… Okursunuz… Okursunuz… neden daha önce bunu görmedim diye kendi kendinize soru sorarken bulursunuz, çünkü size fısıldayan ses tarihin bilinmezliğinden gelmektedir. Karanlıktan ve hiç aklınızın ucundan geçirmediğini bir karanlık noktadan bir ışık taneciği... Zihninizde yeni bir kapı açar. İşte dergi sayaları zihinlerde açılan binlerce ışık kapısı için fırsattır…
Yaba Edebiyat dergisi 38. yılında, edebiyata aşık bir Elazığlının inadı ile bugüne gelen bir dergi… Adı meşhur bir işadamı ile aynıdır, başından ilginç olaylar geçmiştir ama en ilginci direncidir. Onu o yapan dirençli ve inatçılığıdır. Çok kültürlü geçmişin iz düşümlerinin henüz tamamen ortanda kalkmadığı bir çocukluk düşüdür. O yaşadığı ülkenin yok sayılan dillerinden, kültürlerinden gelmiş, ne yazık ki tek okunabilen bir dil ile o çok kültürlülüğün tercümesini yayınlamıştır. Ermeni, Arap, Kürt… Mezopotamya’nın dilleri, Anadolu’nun geçmişi derginin sayfaları arasında bir öykü de bir şiirde, bir anında dillendirilerek okuyucusuna dünü anlatırken yarının umudunu da beraberinde taşımaktadır…
İstanbul’da yüksek kaldırıma inen yokuşun bir yanında, Şahkulu camiinin karşısında pek dikkati çekmeyen bir tabelada yazılıdır. Sahaf dükkanına merdiven ile çıkılır, sola dönülür, kapını olmayan camının içinde karede görürsünüz Aziz Aydın Doğan’ı… Çayı hazır değilse hemen söyler… Uzun bir soluktur Ankara kökenli yayıncının anıları… Uzun solukludur Ankara kökenli bir okuyucunun ara sıra dergisine yazısı yayınlanan bir dostu olmak…
Derginin sayfalarından biri size “şiiişt!” diye fısıldar, o yüzden dergileri okumadan geri kalmayın, hiç tanımadığınız yazarları sizin ile buluşturur…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.